Aziz Sancar'a en büyük devlet nişanı verilmeli

'O gerçek bir kahraman, Cumhuriyet tarihimizin en büyük kahramanlarından biri olmayı çoktan hak etmiştir' diyerek güzel bir yazı kaleme alan yazarımız Mustafa Toygar, Aziz Sancar'ın daha fazla onurlandırıılması gerektiğinin önemine değindi ve Sancar hakkında merak edilenleri kaleme aldı

  • 2688

(HABER PLATOSU - ÖZEL) (MUSTAFA TOYGAR)

İlk kez bir Türk bilim insanın, fen bilimlerinde Nobel Ödülü'ü almış olmasından daha önemlisi var. Kendi ifadesi ile pek çok buluşu arasında 6 büyük buluşundan bahsedeceğiz.

       Thomas Alva Edison’un elektriği bulması gibi, Aziz Sancar da tıp alanında çığır açan, pek çok hastalığı tarihe gömecek olan kapının kilidini bulmuştur. Sancar’ın buluşları özellikle tıp alanında pek çok kapıyı açacak, başta kanser olmak üzere pek çok hastalığı da hayatımızdan çıkartacaktır.

        Nobel; insanlığa hizmet edenleri ödüllendirmek amacını taşıyan prestijli bir ödüldür. Bu ödül, 1901 yılından beri veriliyor. Sancar’a verilen bu ödül, belki de bugüne kadar verilen Nobel ödülleri içerisinde en kıymetli 3-5 ödülden biridir.

       

        Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 15 Aralık Salı günü Aziz Sancar’ı Saraya davet emiştir. Ancak bu yetmez, bu devletin en büyük nişanı hangisi ise o takdim edilmelidir. Başarılı sporculara verilen maddi ödülün kat kat fazlası da yine ödül olarak verilmelidir. Elbette o, parayla dost olmamış, gerçek bir bilim insanı, Nobel ödülünden gelen parayı da, "Carolina Türk Evi “ne yatıracağını açıklamıştır. Ancak, bundan sonrası için bilimsel çalışmalar yapacakları teşvik için olabilir.

       

        İlk Nobel ödülümüz, Edebiyat dalında Orhan Pamuk’tan gelmişti. Sadece Orhan Pamuk’a verilen Nobel Edebiyat Ödülü için değil, şimdiye kadar verilen edebiyat ve barış ödüllerinin birçoğunda politik saiklerin ön planda tutulduğunu görebiliriz diyen Toygar şöyle devam etti;

       

        Orhan Pamuk’a verilen Nobel Edebiyat ödülünün de biraz şikeli olduğunu düşünüyorum.  Zira Orhan Pamuk, ödül almadan önce, İsviçre’nin Tages Anzeiger gazetesine yaptığı açıklamada, Türkiye’de 1915-1917’de Ermenilere yönelik etnik temizlik yapıldığından ve 1984 yılından bu yana da Kürtlere kötü davranıldığından söz ederek şöyle diyordu:

        “Bu topraklarda 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü ve benden başka hiç kimse bunu söylemeye cesaret edemiyor. O halde ben yapıyorum ve bu yüzden benden nefret ediyorlar.”

        Bu konuşmada Orhan Pamuk Avrupa’yı “düşünce özgürlüğü ve demokrasisi” için övüyor ama Avrupalı gazetecinin sorularına sinirleniyor ve onu da Avrupalı saymıyor!..

        “Sizi kutlarım!.. Bu söyleşide, kendimi Avrupalı değil de, bir Türk gazetecinin karşısına oturuyorum gibi hissettim.” diyerek de Türk’ü aşağılıyordu.

       

        Yıl 2006 idi ve o yıldan sonra pek çok Avrupa ülkesi,  sözde Ermeni Soykırımını yok saymanın suç olacağını meclislerinden geçiriyordu.  Bu durum, Batının elini rahatlatıyor, kendi politikacılarına ve kamuoyuna; “işte bakın Nobel ödüllü bir Türk bile, Ermeni Soykırımının yapıldığını iddia ediyor” diyorlardı.

       

        Nobel Ödülünü alan ilk Türk, Türklüğü ile övünen ilk Nobel ödüllü bilim adamı

       

        Türk Milleti olarak son asırda, hatta son birkaç asırda en fakir olduğumuz konu; bilim adamı yetiştirme ve bilimsel çalışmalardaki tembelliğimiz, verimsizliğimiz. Neredeyse, “Türk’ten bilim adamı olmaz, Türkler bilimsel çalışma yapamaz” duygusunu yaşamaya başlamıştık. Böyle bir dönemde, Aziz Sancar imdadımıza yetişti.

        Bizde aşağılık duygusu ve özenti psikolojisi öylesine hâkim hale geldi ki, büyük alışveriş merkezlerine gidip bakın Türkçe bir ismi bulabilmek için mikroskop taşımanız gerekir. Gençlerdeki özenti sınırsız gibi duruyor.  Aziz Sancar’ların sayısı arttıkça özgüven kazanacağız ve özgün olacağız.

       

        Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın, bakanlarımızın, çoğunluk milletvekilimizin göğsünü gererek; “BEN TÜRKÜM”  diyemediği bir ülke haline geldik.

       

        İşte bu şartlarda, Türkiye’ye yüzyılın en büyük ödülünü getiren Prof. Dr. Aziz Sancar, Türklüğü ile övündüğünü, gurur duyduğunu haykırıyordu. Kendisine, BBC'nin telefon ettiğini aktaran Sancar şöyle konuşuyordu: "İlk sorduğu soru... Bana 'Arap mısınız, kısmen mi Türk'sünüz' diye sorarak saygısızlık yaptılar. BBC'ye söyledim, 'Arapça konuşmuyorum, Kürtçe konuşmuyorum, ben Türküm' dedim. Ben Türküm, o kadar"  Sonra şöyle devam ediyordu eli öpülesi büyük insan Aziz Sancar; "Kızıyorum ona, çünkü bunlar Allah'ın gavuru, orayı karıştırdılar yüz yıl önce, hâlâ karıştırıyorlar. İngiltere'de kaç çeşit etnik grup var, ben sana soruyor muyum? ABD'de Katolik'i var, Alman'ı, İngiliz'i var. Nerelisin deyince "Amerikalı" diyor, o kadar. Onlar illa yok Kürt müsün, yok Arap mısın?"

       

        Sancar ödülle ilgili bir soruya da şöyle cevap veriyordu; “En  çok memleketim için sevindim. Çünkü Türkiye için bence bilim lazım, Türkiye'nin  kalkınması için, bu güç durumdan çıkıp Avrupa düzeyine varması için bilim  gerekli. O yönden katkı sunduğum için çok sevinçliyim." diyordu.

       

        Şimdi; “Ben Türküm, milliyetçiyim, ülkücüyüm, alperenim, ülkemi seviyorum diyenler, elinden Türk Bayrağını düşürmeyenler, hamaseti bırakın, İstiklal Savaşı Kahramanlarımızdan sonra, son asrın en büyük kahramanlarından Aziz Sancar’ın Türkiye’ye gelişini büyük bir coşkuyla karşılayalım. Ama bu mümkün değil, işimiz gücümüz, hamaset yapmak, eleştirmek, boş işlerle iştigal etmek. Biz sosyal medyadan biliyoruz ki, sadece resimlerin üzerindeki yazıları okuyan bir millet haline geldik. Bırakın kitap okumayı, bir sayfalık yazıyı, makaleyi okumaktan bile aciz hale geldik. Hadi gelin bu yazı da dâhil, Aziz Sancar’la ilgili daha çok paylaşımda bulunalım, onu daha çok tanıtalım ki Türk Milletinin kendine olan özgüveni artsın.

        Salı günü Aziz Sancar Ankara’ya geliyor, bakalım; Milliyetçi, Türkçü, Nizam-ı Âlem peşine düşen partilerimiz ne yapacak? İşte yaşayan; en büyük ülkücü, alperen geliyor görelim ne kadar sahip çıkıyorsunuz.

       

        Prof. Dr. Aziz Sancar’ın yaptığı önemli çalışmalar

        Sancar'ın kendi sıralamasına göre en büyük 6 buluşu şöyle:

        

        1) MAXICELL: Türkçe ’ye “Büyük Hücre” diye çevirmek mümkün ve sözcüğün mucidi de Sancar... Genetik mühendisliğinde kullanılan temel bir yöntem. Sancar bu yöntemi doktora öğrencisiyken icat etti. Yazdığı bilimsel makaleye başka bilim insanları 1000'in üzerinde atıf yaptı. Sancar bu yöntemi, DNA onarımı yapan enzimleri arıtmak için geliştirdi. Ancak yöntem o kadar işe yarar bir şeydi ki yüzlerce bilim insanı, her türlü proteini incelerken onu kullanmaya başladı. Özellikle klonlanmış genlerin yaptığı proteinleri bulmak için bu yöntem çok yaygın bir biçimde kullanıldı.

       

         2) SANCAR ENZİMİ: "Fotoliyaz enzimi" güneş ışığındakı mor ötesi ışınların DNA’da yaptığı timin dimeri denen tahribatı onarır. Enzimin ilginç bir yönü mor/mavi ışık enerjisini kimyasal enerjiye çevirmesidir. Biyokimyada bilinen binlerce enzimden ışık enerjisini kullanan tek enzimdir. Sancar, kendi doktora hocası Profesör Claud Rupert'in 1950'lerde keşfettiği yöntemi geliştirdi. Maxicell keşfini ve kuantum kimyası gibi yöntemleri kullanarak, fotoliyaz enziminin ışık enerjisini nasıl kimyasal enerjiye çevirdiğini çözdü. Bugün bu enzim Sancar Enzimi diye biliniyor.

       

        3) DNA ONARIM MEKANİZMASI: Önceki keşiflerini de kullanarak Sancar, DNA onarım mekanizmasının nasıl çalıştığını aydınlattı. Bu mekanizmada hasarlı DNA sarmalının zinciri, dimeri kapsayan birkaç yakındaki bazla kesilip atılır. Meydana gelen boşluk sarmalın öteki zinciri kullanılarak DNA polimeraz tarafından doldurulur. Bakterilerle başlayan Sancar, insanda da DNA'nın nasıl onarıldığını aydınlatmış oldu.

“Şimdiye kadar tek Allah’ın bildiği önemli bir şeyi bütün dünyada bu an bir ben biliyorum” diyen Sancar, kendisine hayatta en çok memnuniyet veren keşfin bu olduğunu söylüyor.

       

        4) SANCAR'IN YUNUS EMRE DESTANI: Bütün insan DNA’sı genlerden oluşmuyor. Ayrıca her dokuda sadece genlerin bir kısmı o dokuya özel proteinleri yapıyorlar. Bu nedenlerle dokunun ve hücrenin yaşamı için o dokuda okunup protein yapan genleri her şeyden önce onarmak lazım. Gerçekten de bunun böyle olduğu ve protein yapan DNA’nın, yapmayan DNA kısımlarından daha çabuk onarıldığı 25 yıldan beri biliniyordu. Ancak mekanizması bu uzun sürede esrarengiz bir olay olarak kaldı.

        Sancar şöyle devam ediyor: "Asistanlarımdan biri ile transkripsiyonu DNA onarımına bağlayan enzimi arıttık ve bütün mekanizmayı bir tek makalede açık açık izah ettik. Daha ilgi çeken, insan sağlığı bakımından daha önemli olan buluşlarım var. Ama bence bu makalem benim en güzel makalemdir. Biyokimyası güzel, verileri güzel, sunuşu güzel. Türk arkadaşlara bu benim 'Yunus Emre Destanım'dır derim."

        

        5) MOLEKÜLER ARABULUCU: Görüldüğü gibi bilim hayatımın büyük bir kısmını protein-DNA bağlanmasına dayanan konular üzerinde geçirdim. Bu mekanizma aslında moleküler biyolojinin en temel konularından biridir. Proteinler, özel bir DNA dizisini veya özel bir DNA yapısını nasıl tanıyorlar? Sancar, DNA’ya çok sıkı bağlanan bazı proteinlerin test tüpünde DNA’ya bağlanmadıklarını gördü. Ve sonunda, bu proteinlerin DNA’ya arabulucu görevi yapan başka bir protein yardımı ile bağlandığını ve sonra "aradan çıktığını" keşfetti.

       

       6) İKİNCİ NOBEL GETİREBİLECEK KEŞİF: Sancar bugün de kanser gibi hastalıklarda ilaç alımının biyolojik saatle ilgisi üzerine önemli çalışmalarını sürdürüyor. Bu çalışmaların Sancar'a gelecekte Nobel Tıp Ödülü'nü getirebileceği konuşuluyor.(Bu yazı; 10 Aralık 2015 tarihli Hürriyet gazetesinden alınmıştır)

 

Bakmadan Geçme