İstanbul Şehir Üniversitesi'nde Gülencilere tepki istifaları
Başörtüsü düşmanı 28 Şubatçılardan biri olan ve Fetullah Gülencilere yakınlığı ile bilinen Prof. Dr. Ali Atıf Bir'in, İstanbul Şehir Üniversitesi Rektörlüğüne getirilmesi ortalığı karıştırdı. Prof. Dr. Burhanettin Duran, Medaim Yanık ve Doç. Dr. Fahrettin Altun yayımladıkları mektupla istifa ettiklerini kamuoyuna duyurdu
Paralel Yapı'ya yakınlığıyla bilinen Ali Atıf Bir'in rektörlüğe getirildiği İstanbul Şehir Üniversitesi'nde akademisyenlerden şok bir tepki geldi. "Ali Atıf Bir varsa biz yokuz" diyen 3 akademisyen, Mütevelli Heyeti Başkanlığı'nı Murat Ülker'in yaptığı, Bilim ve Sanat Vakfı'nın birikimleriyle katkı sağladığı İstanbul Şehir Üniversitesi'nden istifa ettiklerini açıkladı. Prof. Dr. Burhanettin Duran, Doç. Dr. Fahrettin Altun ve Prof. Dr. Medaim Yanık, 7 yıldır görev aldıkları üniversiteden istifa ettiklerini bir mektupla kamuoyuna duyurdu. Akademisyenler istifa mektubunda, "Üniversite Rektörlüğüne Ali Atıf Bir gibi İstanbul Şehir Üniversitesi'nin misyonu, vizyonu ve değerleriyle açık bir karşıtlık içinde olan, (YÖK türbanla mücadelede sonuna kadar haklı. Türban üniversiteye girerse Türkiye şeriatla savaşı kaybeder) gibi ifadelerle anti-demokratik ve özgürlük karşıtı cephede yer alan ve bugüne dek Paralel Devlet Yapılanması'na destek veren bir ismin getirilmesini hiçbir şekilde kabul etmiyoruz. Ve biz yokuz diyoruz" ifadeleri yer aldı. Bugün gazetesinde uzun yıllar köşe yazan Bir ise 1 Ekim'de Murat Ülker'den aldığı teklifle köşe yazarlığını bıraktığını açıklamıştı.
Şehir Üniversitesinden istifa eden üç ismin ortak özelliği, AK Parti'ye yakınlığı ile bilinen SETA'nın yöneticileri olmaları.
Burhanettin Duran, "genel koordinatör" ünvanı ile SETA'nın başındaki isim.
Fahrettin Altun, İstanbul'da "genel koordinatör".
Medaim Yanık ise İstanbul'da "genel koordinatör yardımcısı" olarak görev yapıyor.
SETA son dönemde daha çok Başbakan Ahmet Davutoğlu'na yakınlığı ile dikkat çekiyor.
BURHANEDDİN DURAN YAZIYOR:
ŞEHİR ÜNİVERSİTESİNDEN NİYE AYRILDIM?
Bazı kararlar zordur, yüreğinizi acıtır.
Ta içinizde bir tel kopar, içinizde boşluk oluşur.
Ama zamanı gelmişse de kaçınılmazdır.
Şehir Üniversitesi'nden ayrılmak benim için böyle bir karar oldu.
Seyrantepe'deki mütevazı bir masaya davetle başladı Şehir Üniversitesi'ndeki hikâyem.
Yeni bir üniversitenin kuruluşunda yer almak karşı koyulamaz bir heyecandı.
Hele bu davet "iyi, doğru ve güzeli" aramak için bir araya gelmiş insanlardan gelmişse.
Öğrencilik yıllarımdan itibaren entelektüel birikimimde istisnai yeri olan Bilim ve Sanat Vakfı'nın kurduğu bir üniversiteye davet edilmişsem. Büyük soruların cevabının peşine düşmüştük.
Evrensel olanla yereli nasıl birleştirebiliriz?
Her biri bir dünya görüşünün elinde küçük cemaatlere dönen üniversitelerden olmayacaktık. Kadim değerlerin ışığında yeni bir soluk olacaktı Şehir Üniversitesi.
Farklılıkları zenginlik olarak gören, kaliteli ve entelektüel duruşu olan akademisyenlerden oluşacaktı üniversitemiz.
Başarılı akademik kariyer tek tercih sebebi değildi.
İdeolojik görüşler önemli değildi, özgürlüklere sahip çıkılması vazgeçilmez öncelikti.
Yasakçılığı reddeden, müzakereye, etkileşime açık beyinlerin buluşması olacaktı.
Her ideolojiden nitelikli akademisyenlerin bulunduğu "kozmopolit bir vahayı" düşlemiştik. Sadece klişelere, katı duruşlulara, kesin inançlılara, yasakçılara yer yoktu.
Türkiye'nin ihtiyacı olan sinerji ve ortak zemin bu birliktelikten doğacaktı.
Bu duygularla kurucu akademisyen kurulun içinde büyük bir onurla ve ümitle yer aldım.
Mustafa Özel'den Gökhan Çetinsaya'ya, Akif Demirci'den Erkan Türe'ye, Abdülhalik Damar'dan Ahmet Okumuş'a, Fahrettin Altun'dan Medaim Yanık'a ve Ali Pulcu'dan Coşkun Çakır'a birçok güzel insanın emekleriyle eşsiz bir kurum hayat buldu.
Uzun toplantıların, çok ciddi bir altyapı çalışmasının sonunda Şehir Üniversitesi bahsettiğim ideallere büyük ölçüde ulaşan bir üniversite oldu.
Bu başarının arkasında Murat Ülker'in mali desteği vardı. Kendisi, Bilim ve Sanat'ın vizyonuna inanmıştı.
Peki bugüne nasıl geldik?
Malum, Türkiye'nin son iki yılı türbülans içinde. Siyaset kurumunun krizi ile gerçekliğin büyük aynası küçük parçalara bölündü.
Bu parçalanma en çok da akademisyenleri, aydınları yordu, savurdu.
Yabancı devlet adamlarına "gelme" diyen çağrıları duyduk.
Şehir Üniversitesi'nden de farklı ideolojik pozisyon alanlar oldu. Kimisine katılmasam da üniversite olmanın ruhuna uygun buldum.
Ancak üniversitemdeki son rektör atamasını başka bir yola girildiği şeklinde yorumladım.
Ticarileşme belki kaçınılmaz vakıf üniversiteleri için.
"Akademik cennet" rüyaları görmek kırılgan bir beklenti.
Bununla birlikte Bilim ve Sanat Vakfı'nın temsil ettiği misyondan uzaklaşılmasını kabul edilemez buluyorum.
Üniversitemin misyonu, vizyonu ve değerleriyle açık bir karşıtlık içinde olan, "YÖK türbanla mücadelede sonuna kadar haklı. Türban üniversiteye girerse Türkiye Şeriatla savaşı kaybeder" gibi ifadelerle anti-demokratik ve özgürlük karşıtı cephede yer alan ve bugüne dek "paralel" medyaya destek veren bir ismin getirilmesini onaylamıyorum.
Öğrencilerimin, çalışma arkadaşlarımın beni anlayışla karşılayacağını umuyor, İstanbul Şehir Üniversitesi'nin bu dar boğazdan bir an önce çıkmasını temenni ediyorum.