Dr. Vehbi Kara

Arap Ülkelerinde İftar Yemekleri (1)

Dr. Vehbi Kara

  • 596

Bir Arap ülkesinde iken gemimizdeki iftar yemeğimize gemi işlerimizde yardımcı olan acentemizi davet ettim. Acente yetkilisi gelirken bir arkadaşını da getireceğini söylemişti. Soframızda daha çok yer olduğunu memnuniyetle kabul edeceğimi söyledim.
Konuklarımız geleneksel Türk yemekleri ile donattığımız soframızdan memnun kaldıklarını söylemişlerdi. Daha sonra Türk Kahvesi içtik. Acentemiz ve özellikle eczacı olan arkadaşı onları ağırlamamızdan çok etkilenmişti.
Misafirlik dediğimiz zaman kim misafir kim ev sahibi konusunu açıklığa kavuşturmak gerekir. Biz ev sahibi idik. Zira her ne kadar yabancı bir limanda olsanız ve geminiz yanaşmış vaziyette dahi olsa Türk bayrağı taşıyan gemiler Türkiye toprağından sayılır. Gemi içerisinde Türkiye’nin hukuk kuralları geçerlidir. Gerçi dünyanın her yerinde aynı şartlar geçerlidir. Bayrağını taşıdığınız devlet, aynı zamanda o ülkenin toprağı sayılmaktadır.
Sohbetten sonra misafirlerimiz çok ısrar ederek “illa bizde de iftar yiyeceksiniz” diye. Çaresiz onca iş güç arasında daveti kabul etmek zorunda kaldık. İyi ki tahliye işi uzamıştı bu nedenle zamanımız müsait idi. Limanda “Ramazan Mesaisi” geçerliydi. Yani işler ağırdan ilerliyordu. Eczacı olan misafirimizin evine gittik.
Bize meşhur yemeklerinden olan “kus kus” ikram ettiler. Kus kus nasıl bir yemek? Tarif edeyim. Bildiğimiz pilavı düşünün. Ama içinde her şey var. Etinden tavuğuna, fıstığından kurumuş üzümüne hatta ceviz, fındık içi birçok kuru yemişin olduğu bir pilav. Koca bir tepsi içinde sunuyorlar. Herkes önünden yiyor.
Arap ev sahiplerimiz genellikle elle yiyorlar lakin bizim iftarda herkesin önüne çatal koymuşlardı ve isteyen istediği gibi yiyebildi. Peki, yemek “lezzetli miydi?” diye sorar iseniz; elbette güzeldi. Ne de olsa iftar sofrası idi.  Benim gibi et yemeyen birisi dahi beğendiğine göre oldukça güzel denilebilirdi. İftar sofrası gerçek iştahı kazandırdığı için zaten bütün iftariyelikler lezzetli olur. Cenabı Allah, bütün kardeşlerimizin sofralarını bereketli ve lezzetli kılsın… 
Her iftar yemeğinden sonra kahve içmek özellikle yaşlı Türklerde bir adet olmuştur. İngilizlerin “meşhur beş çayı” gibi Türklerin de kahvesi meşhurdur. Gemimize gelen yabancılar özellikle “Türk kahvesi” içmek isterler. O yüzden bir kaptan ne yapıp edip gemide kahve bulundurması gereklidir. Aksi takdirde ülkemiz iyi bir şekilde temsil edilmemiş olur.
Bununla birlikte Kahve özellikle tropikal bölgelerde yetişen bir ağacın ürünüdür. Kahvenin yapılış şekli nedeniyle Türk kahvesi dünyada meşhur olmuştur. Avrupa’ya kahve ilk defa Türkler vasıtası ile gelmiştir. İşte Avrupa’daki binlerce “cafe” Osmanlı özentisinden doğmuştur.
Fransız yüksek sosyetesi, dönemin Osmanlı Elçisi Süleyman Ağa sayesinde tanıştıkları kahveyi zenginliğin en önemli göstergesi olarak sunmaya başlamış. Paris’in şimdi çok meşhur olmuş cafe’leri bir zamanlar “Türk likörü” denilen ve kahve içilen yerlermiş. İlk cafe de 1675 yılında açılmış.
Fakat Avrupalılar kahveyi bizim gibi yapmazlar. Gerçi İtalyanların da bir çeşit bol köpüklü bir kahvesi varsa da genellikle çok basit olarak hazırlanır. Kaynamış suyun içine koyarsın kahveyi karıştırırsın olur biter. Lakin Türk kahvesi öyle basit değildir. Öncelikle cezvesi olmalıdır ve kaynatılması özen gerektirir. Kısaca ince bir ayara ihtiyaç vardır. Kız bakmaya gidenler gelin olacak kızın yaptığı kahveye göre ilk notu verirler. Öncelikle bir kahve içilir. Bakalım kahve güzel bir şekilde yapılmış, hatta köpürmüş mü?
Arapların kahvesi de bizimkine benzer. İftara davet edildiğimiz yerde de böyle olup çok şekerli ve koyudur. Bizdeki fincanlar gibi özel fincanları vardır ve her biri birer sanat eseri olan bu bardakların yarısına kadar doldurulur.
Arap kahvesi içerken şaşırabilir “gelirken yarısı döküldü mü?” diye sorabilirsiniz. Fakat adet böyledir. Fincan bizdeki gibi ağzına kadar doldurulmaz… 

Yazarın Diğer Yazıları