Dr. Vehbi Kara

Kanal İstanbul ve Konya Su Yolu Projesi

Dr. Vehbi Kara

  • 773

 

Ülkemiz üç tarafından denizlere açılmaktadır lakin denizden yeterince yararlanamıyoruz. Almanya ise kısacık sahiline rağmen denizci bir ülkedir. Baltık ve Kuzey Denizine açılan suyolları ve kanalar sayesinde ülkenin tamamını denizci yapmışlardır.

Türklerin hayal ettiği ve projelendirdiği önemli denizcilik işlerini Almanlar hayata geçirmiştir. Denizaltı gemisinden ticaret savaşı stratejilerine kadar yarım bıraktığımız birçok işi tamamlayıp hayata sokmuşlardır. Konya Su köprüsünün benzerini Magdeburg’ ta inşa edip kullanıma açmışlardır. İşte bu denizcilik endüstrisindeki gayretlerinden dolayı dünya ekonomisinden önemli bir pay alabiliyorlar.

Denizcilik kültürü gelişmediği için Allah’ın bu coğrafyada bize sunmuş olduğu deniz nimetin kıymetini bilemiyoruz. Hâlbuki denizlere açılmak her ülke için hayati derecede önemli bir konudur. Bir örneği Balkanlardadır.

Bosna Hersek Devleti Adriyatik Denizine açılan Neum kasabası sayesinde bir deniz devleti olmuştur. Bu ülke sadece bir iki millik deniz şeridi için Hırvatistan ile zorlu pazarlıklar yapmıştır. Çünkü denize kıyısı olmak ülkeleri bütün dünya ile komşu haline getirmektedir.

Dünya deniz ticaret hacmi 2013 yılında 9 milyar tona ulaşmış ve her türlü ekonomik krize rağmen artmaya devam etmektedir. Hacim olarak dünya ticaretinin yüzde 75'i denizyoluyla, yüzde 16'sı demiryolu ve karayoluyla, yüzde 9'u boru hattı ve yüzde 0,3'ü havayoluyla yapılmakta ve denizciliğin önemi bütün toplumlar tarafından gayet iyi bilinmektedir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Kamal Atatürk’ün denize yeterince önem vermemesi ve orduyu demir yumrukla yöneten Mareşal Fevzi Çakmak’ın tam bir denizci düşmanı olması nedeni ile deniz menfaatlerinden yeterince yararlanamadık. Osmanlı Devletinden kalan donanma dahi doğru dürüst kullanılamamıştır. Başta Ege adaları ve Kıbrıs olmak üzere ecdadımızın bize emanet ettiği misak-ı milli sınırları içindeki topraklarımız donanmanın zayıf olması nedeniyle ve hainlik yüzünden elimizden çıkmıştır. Yavuz-Havuz davaları ile Donanmamız yıpratılmış güdük hale getirilmiştir.

Denizcilikten anlamayan yöneticiler yüzünden ülkemiz ekonomik sıkıntılar içine düşerken bütün dünya dev adımlar atarak denizciliği büyütme gayreti içine girmiştir. Özellikle sahil şeridi kısa olmasına rağmen Almanya suyolları (waterway) sayesinde ticaretini güçlendirmektedir.  Baltık Denizi, Tuna yolu ile Karadeniz’e hatta suyolları ile Akdeniz’e açılabilmektedirler.

Dünya üzerindeki meşhur bir örnekten yola çıkarak işin boyutlarını anlatmakta yarar var. Wasserstrassenkreuz Magdeburg (Magdeburg Su Yolu) Avrupa'nın en büyük su köprüsüdür. Elbe nehrinin üzerinden geçen köprünün üzerinden ayrıca gemiler de geçebilmektedir. Yanlış duymadınız bu köprü gemilerin geçişi için yapılmış olup “gemi köprüsü” de denilebilmektedir.  

Bir köprü ne için yapılabilir ki? Araba, hayvan, yük taşımacılığı veya tren... Fakat bu yapı köprü hakkında insanın bütün bildiklerini unutturacak bir yapıdır.  Bir nehrin akışını sağlamak için yapılmış bu köprü, Elbe nehrinin geçtiği Magdeburg Su Köprüsü (Magdeburg Water Bridge) bu maksatla inşa edilmiştir. 1997'de yapımına başlanmış 6 yıl sonra 2003 yılında hizmete açılmıştır.

Önemli bir mühendislik çalışması olan bu köprü, Elbe nehrinin istenilen güzergâhta Mittelland Kanalı ile karışmaması ve üstüne üslük gemilerin üzerinden rahatça geçebileceği şekilde tasarlanmıştır. Köprünün tek taşıdığı ağırlık üzerinden akan suyun ağırlığıdır. Yani üzerinden geçen gemilerin ağırlığı etki etmemektedir. Suyun kaldırma gücü ile köprünün ayaklarına bindirdiği ağırlık kuvveti gemiler için sıfır olmaktadır.

Almanlar bu köprüyü yaparak denizcilik konusuna ne derece önem verdiklerini göstermişlerdir. Peki, sadece Almanlar mı? İngilizlerin de denizcilikte ileri olduğunu biliriz, peki ya Fransızlar? Onlarda bu konuda çok gayretli ve uyanık milletlerdendir. Bakın 300 yıl önce Paris’e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmet Çelebi, seyahat notlarında Fransızların denizciliğe verdiği önemi nasıl anlatmıştır?

1720 yılında Fransa’ya büyükelçi olarak gönderilmiş Osmanlı Devleti'nde ilk elçilerindendir. Paris’te on bir ay kalmış dönüşünde, seyahati sırasında gördüklerini bir kitap halinde padişaha sunmuştur. "Fransa’nın vesait-i umran ve maarifine dahi layıkıyla kesb-i ıttıla ederek kabil-i tatbik olanların takriri" için gönderilmiştir. Elçilik esnasında yazdığı Sefâretnâme’si tarihî ve edebî açıdan bu alanda yazılmış en önemli eserlerden biridir. Kitabında İstanbul-Paris yolculuğu, Bordeaux üzerinden Paris'e varışı, anlatılmaktadır.

1720 Yılında Güney Fransa’da bir suyolu olduğunu kitabından öğreniyoruz. Bordeaux şehrine bu suyolunu kullanarak gelen Yirmisekiz Mehmet Çelebi denizcilikte ne kadar geri kaldığımızı bu yolculuk ile ifade etmiştir. XV. Louis tarafından kabul edilişi, katıldığı askeri merasimler ve Paris’in ilgi çekici yerleri de ayrıca yazılmıştır.

Mehmed Çelebi, giyimi, hali, tavrı, konuşması ve terbiyesiyle, başta saray olmak üzere, Batı Avrupa’nın ilim ve teknik kurumlarından büyük takdir görmüştür. Fransa o dönemde ittifak arayışı içinde ve talepkar bir konumda olduğundan, elçiye gösterilen ilgi ve özeni anlamak mümkündür.

Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin elçiliği, İbrahim Müteferrika'nın matbaası ve Paris'teki Tuileries Sarayını örnek alan Lale Devri'nin ünlü Sadabad Bahçeleri ile bahçecilik alanlarında Osmanlı Devleti'ne kısa vadede önemli yansımalara da önayak olmuştur. Sefaretnamesi 1757’de Fransızca ‘ya çevrilmiş, Osmanlı Devletinde ise ilk defa 1867’de basılmıştır.

Eserin yazılması üzerinden neredeyse 2 asır geçtikten sonra bu sefer Abdülhamid Han belki de bundan esinlenerek Konya’ya bir suyolu yaptırmak için girişimlerde bulunmuştur. Öyle ki nehirlerin üzerinden köprüler ile suyolları yapılması planlanmıştır. Magdeburg Su Köprüsünden 100 yıl önce temelleri atılmış hatta önemli bir aşamaya dahi ulaşılmıştı.

Beyşehir Gölü üzerinden gelen suyun Çarşamba Çayı üzerinden su köprüsü ile geçilmesi planlanmış mühendislik çalışmaları da tamamlanmıştı. Bu konuda Ömer Faruk Yılmaz Bey’in “Osmanlı’nın Konya Ovası Sulama Projesi” isimli kitabı bu tarihlerde denizciliğe verilen önemi de anlatmaktadır. Öyle ki Abdülhamid Han, dünyada o güne kadar örneği bulunmayan su köprüsünü de planlamış nehir üstünden nehir akıtarak ticaretin gelişeceğini düşünmüştü.

Daha sonra öyle bir dönem yaşadık ki Cumhuriyetin ilk yıllarında sadece kelle kesme işiyle uğraştık. Ülkede taş taş üstüne konulmazken siyasi kaygılarla baş baş üstünde de kalmadı. Varsa yoksa gardırop devrimleri ile yıllar geçirildi. Öyle ki halka dehşet vermek için şapka yüzünden kadınları dahi asmaktan çekinmeyen yöneticilerle karşılaştık. Erzurumlu Şöhret Ana’nın hikâyesi meşhurdur.

Abdülhamid Han, savaşlarla ve Batı meftunu anarşistlerle uğraşmaktan bu projesini hayata geçirememiştir. Denizden korkan ve anlamayanlar da bu işin bir başka yönüdür. Fakat 90 yıl sonra bunu Almanlar başarmıştır. İşte şimdi suyun üstünden köprülerle gemi geçiriyorlar. Onlara bu ilhamı Abdülhamid Han verdi desek; hiç de yanlış olmayacaktır.      Beyşehir Gölü'nden gelen sular, Çarşamba Çayı üzerinden su köprüsü ile geçirilecekti. (#Osmanlı'nın #Konya Ovası Sulama Projesi/Çamlıca Yay)Beyşehir Gölü'nden gelen sular, Çarşamba Çayı üzerinden su köprüsü ile geçirilecekti. (#Osmanlı'nın #Konya Ovası Sulama Projesi/Çamlıca Yay) Beyşehir Gölü'nden gelen sular, Çarşamba Çayı üzerinden su köprüsü ile geçirilecekti. (#Osmanlı'nın #Konya Ovası Sulama Projesi/Çamlıca Yay)

Şimdiki yöneticiler de ne yazık ki suyollarının önemini yeterince idrak edemiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kanal İstanbul” projesi aradan 10 yıl geçmiş olmasına rağmen hala temeli dahi atılamamıştır. Bu çok önemli proje “çılgın” damgasını yiyerek devamlı şekilde savsaklanmaktadır.

Bu konuda Abdülhamid Han’ın ileri görüşlülüğü ve Kanal İstanbul’un önemini anlatmak için bir çok yazı kaleme aldım. Çünkü denizcilik sektörünün gelişmesi hayati derecededir. Denizcilik adına yeni projeleri de ifade etmekten çekinmedim.

Örnek olarak Saroz körfezine yapılacak bir kanal kolayca inşa edilebilir. Bu sayede dünyanın en tehlikeli boğazlarından biri olan Çanakkale, by-pass edilecektir. Ayrıca geçiş için günlerce bekleyen tankerler kanal ücreti ödeyerek hem ticari faaliyetlerini süratlendirip karlı bir hale getirebileceklerdir.

Montrö Anlaşmasına göre ücret ödemeden bedavaya geçiş yapan gemiler zorunlu olmadığı için “kılavuz kaptan” dahi almayabiliyorlar. Bu sayede Allah vergisi boğazlardan ve jeopolitik konumumuzdan yarar sağlamamız mümkündür. Saroz Projesi, Kanal İstanbul’dan hem çabuk hem de kolayca inşa edilebilir. Zira açılacak kanal çok kısadır. Bu sayede büyük bir tecrübeye sahip olacağız.

Hükümet “istemezükçüler” yüzünden ve denizciliğin önemini idrak edememiş bürokratlardan dolayı çok ağır kalmaktadır. İktisadi ve siyasi menfaatlerimiz açısından zorunlu hale gelen bu kanalların yapılması için çok daha fazla geç kalınmamalıdır. Yahu Abdülhamid Han’ın hayallerinin yarısını dahi şimdilerde kuramıyoruz. İşte Kamalizm adı verilen ideolojinin verdiği zararın en önemlisi budur. Bunlar Avrupa’yı merkez alıp Batılılara uşak olmayı marifet saydıklarından kör gibi hareket ediyorlar…

Mareşal Çakmak da denizcilikten zerre kadar anlamayan zavallı biriydi. Şimdiki rakı sofralarından başını kaldırmayan denizciler de öyle. Bunların mantığına göre denizden gelecek tehdit nedeni ile liman yapılmamalıdır. Olur ya Ruslar gelir bombalayıp giderler! Karabük örneğinde olduğu gibi kara parçasının içlerine girilerek fabrika kurulmalıdır. İşte denizden ve denizcilikten mahrumiyet böyle oluyor. Gericilik ve yobazlık buna denir. Bunlar insanları Dersim’de olduğu gibi böcek gibi zehirleyip öldürmeyi ve kelle kesmeyi iyi bilirler. Darbe yapmaktan gayrı başka bir şeyi düşünemezler. Zira general olmak için bunların şeflerine tereddütsüz itaat şarttır. Liyakatli ve becerikli askerler “tiz boynu vurula” deyip sudan bahanelerle ordudan atılırlar.

Dünyada ve ülkemizdeki ekonomik gelişmeler ve bu gelişmelerin deniz ticaretine etkileri Waterway gibi suyollarının inşası sayesinde olacaktır. Ülkemiz deniz ticaretinin son yıllardaki değişimi ve dünyadaki konumunu güçlendirmek için neler yapılması gerektiği sorusuna en güzel cevap “Kanal İstanbul” projesidir.

Avrupa haritası incelendiğinde binlerce mil uzunluğunda suyolları göze batacaktır. Sadece Avrupa değil, Amerika, Asya kıtası dahi suyolları ile kaplanmış olup Türkiye ne yazık ki bu konuda çok geç kalmıştır. Hatta sıfır noktasındadır.

Kanal çalışmaları aslında Bizans devrine kadar uzanmaktadır. İstanbul Boğazına alternatif suyolu projesinin tarihi Roma İmparatorluğuna kadar gider. Bitinya valisi Plinius ile İmparator Trajan arasındaki yazışmalarda, Sakarya Nehir Taşımacılığı Projesinden bahsedilmiştir. Karadeniz ve Marmara'nın yapay bir boğazla birbirine bağlama fikri 16. yüzyıldan bu yana 6 kez gündeme gelmiş fakat başarılamamıştır. Şimdi olduğu gibi…

Kanal İstanbul, şehrin Avrupa Yakası'nda büyük bir ihtimalle Küçükçekmece Gölü üzerinde hayata geçirilmesi düşünülüyor. Kanalın yarısı hazır denilebilir. Karadeniz ile Akdeniz arasında alternatifsiz bir geçit olan İstanbul Boğazı'ndaki gemi trafiğini rahatlatmak adına Karadeniz ile Marmara Denizi arasında yapay bir suyolu her yönden çok önemlidir. Örneğin şehircilik açısından modern anlayış tatbikata sokulacaktır. Kanalın Marmara Denizi ile birleştiği noktada 2023 yılına değin kurulması öngörülen iki yeni kentten biri ortaya çıkacak.

Kanalın uzunluğu 40-45 km; genişliği yüzeyde 145-150 m, tabanda yaklaşık 125 m. suyun derinliği ise 25 m. olacak. Bu kanalla birlikte İstanbul Boğazı tanker trafiğine tümüyle kapanacak, İstanbul'da iki yeni yarımada, yeni adalar oluşacaktır.

453 milyon metrekareye kurulması planlanan yeni şehirin 30 milyon metrekaresini Kanal İstanbul oluşturmaktadır. Diğer alanlar 78 milyon metrekare ile havaalanı, 33 milyon metrekare ile Ispartakule ve Bahçeşehir, 108 milyon metrekare ile yollar, 167 milyon metrekare ile imar parselleri ve 37 milyon metrekaresi ise ortak yeşil alanlara ayrılmıştır.

Çıkartılan topraklar, liman yapımında kullanılacak, taşocaklarının ve kapatılan madenlerin doldurulması için yararlanılacaktır. Projenin maliyeti 10 milyar doların üzerinde olsa da yap işlet devret modeli ile devlete yük olmadan bilakis büyük gelirler elde edilmesine yol açacağı değerlendirilmektedir.

Projenin İstanbul Boğazı'na alternatif bir kanal olduğu ortaya çıkınca hukukçular arasında kanalın yasal statüsü hakkında tartışmalar çıkmıştır. Kanalın Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ne aykırı olduğunu söyleyenlere rastlanmaktadır. Örneğin Montrö sözleşmesi ile savaş gemileri, Karadeniz'e ancak sınırlı tonajlarla, yüklerle, silahlarla ve sınırlı bir süreliğine girebiliyordu. Yapılması planlanan bu kanal sayesinde Montrö sözleşmesinin ülkemize yüklediği olumsuz egemenlik hakları ihlallerini de önlemek mümkündür. Kanal sayesinde devletimizin eli güçlenecektir.

İstanbul’daki nüfus yoğunluğunu yüzünden kaynaklanan şehircilik problemlerine fayda sağlaması ve başta trafik sorunlarının çözülmesi olmak üzere yeşil alanların arttırılması bakımından da çok büyük faydalar sağlanacaktır. Fakat çok daha önemli konu ise denizcilik kültürünün gelişmesi ve ülkemizin stratejik olarak coğrafyanın verdiği fırsatları değerlendirmesi konusundaki anlayış değişikliğidir. Denizciliğin Boğazda rakı içmek olmadığını anlamış olacağız.

Bu büyük projenin faydalarını anlamak için daha çok yazı yazmak gerekiyor. Lakin yine de her şeye muhalefet eden Kılıçdaroğlu gibi zavallılar yine ortaya çıkacaktır. Bunlar aslında ne kadar geri kafalı ve yobaz insan varsa bunların turnusol kağıdı gibi belirlenmesi için de yararlıdır. O halde bu zavallıları kendilerinin karanlık dünyasına hapsedip kendi işimize bakalım, vesselam…

 

Yazarın Diğer Yazıları