Dr. Vehbi Kara

Utansınlar Ey Ayasofya Seni Kapayanlar da Açmayanlar da

Dr. Vehbi Kara

  • 790

Bediüzzaman Said Nursi, Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya, Ziyad Ebüzziya, Fahir Armaoğlu, Türk Milliyetçiler Derneği, N. Yıldırım Gençosmanoğlu ve daha nice zat Ayasofya’nın putlardan temizlenip ibadete açılması için gayret göstermiştir. Bunun önemini bilen siyasetçiler daima 29 Mayıs tarihinde gerçekleştirilen “Fetih şenliklerinde” Ayasofya’nın ibadete açılması ile ilgili vaatlerde bulunmuş halkımızın bu talebini yerine getireceğini söylemiştir.
Nitekim 2017 yılında Yenikapı’da yapılan “Fetih Şenliği” muhteşem bir katılımcı desteği ile yapılmış bende ailemle birlikte buna iştirak etmiştim. Fakat siyasetçilerin huyudur; işin ucunda bir parça sıkıntı görse anında verdiği sözlerden cayarlar. Hele hele konu Ayasofya olursa bir de bu camiyi kapatan M. Kamal olursa işler değişir. Birdenbire halkın tepkilerine karşı kör, sağır ve dilsiz bir durumla karşı karşıya kalırız.
Bakın bu durumu “Mahzun Ayasofya” isimli şiiri ile Arif Nihat Asya ve güzel dile getirmiş:
Ulu mabed, neye hicrana büründün böyle,
Fatih'in devrini bir nebzecik olsun söyle!
Beş vakit loşluğunda saf saftık,
Davetin vardı dün ezanlarda,
Seni ey mabedim utansınlar,
Kapayanlar da, açmayanlar da!

Bediüzzaman’da Ayasofya’nın bu halini görüp Adnan Menderes’e mektup yazar. Demokrat Parti'nin Ayasofya'yı açmasının elzem olduğunu söyleyerek şu tavsiyelerde bulunur:
“Ezan-ı Muhammedi'nin (asm) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, Ayasofya'yı beş yüz sene devam eden kutsi vaziyetine çevirmek serbestisini dindar Demokratlar ilan etmeli ve bu yaraya bir nevi merhem vurmalıdırlar…” Hatta bu sözünü kuvvetlendirmek için cesaret verici ve düşündürücü bir örneği vermekten kaçınmaz:
“Mesela Ayasofya Camii, ehl-i fazıl ve kemalden mübarek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek tük, sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlaksızlar bulunup Camiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebilerin eğlenceperest seyircileri bulunsa, bir adam o cami içine girip ve o cemaat içine dâhil olsa; eğer güzel bir sada ile, şirin bir tarzda, Kur'an'dan bir aşir okusa, o vakit binler ehl-i hakikatin nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, manevi bir dua ile o adama bir sevap kazandırırlar. Yalnız haylaz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek tük ecnebilerin hoşuna gitmeyecek”.
Bu konuda Necip fazıl Kısakürek de çok değerli yazılar yazmış devrin yöneticilerini gayrete getirmeye çalışmıştır. 1965 yılında Milli Türk Talebe Birliği'nde düzenlenen konferansta şunları söyler:
“Âlemde cüceleşmiş devlerin, eski rollerini takınmasından daha çirkin bir tablo yoktur. Bizi bu hale getiren, annemizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, milli kültürümüzü çöplüğe ve milli iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekâmızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi 129 yıllık olan bir cereyanın kendi öz evimizde, yüzümüze kapadığı oda, ruh ve mukaddesat odamız… Ayasofya budur.

Ayasofya, muayyen bir idare ve zihniyetin getirdiği, ruhi, ahlaki, içtimai, iktisadi, idari, siyasi felaketler eliyle Batı dünyasına takdim edilen hediye kutusu üzerindeki fiyonglu kurdeledir. Topyekûn şahsiyetlerini düşmana teslim edici böyle hediyeleri veren milletler, hediyeyi alanlar nazarında hakir ve zelildir. Ayasofya'yı kapalı tutmak, Allah'a sövmeye, Kur'an'a tükürmeye, Türk tarihini kabire atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını satmaya eşdeğer bir suçtur.

Gençler, bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler. Ayasofya açılacak. Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak. Öylesine açılacak ki, bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve her şey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak.

Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeye yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akanını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak. Ayasofya'yı artık önüne geçilmez bu sel açacak. Bekleyin gençler… Biraz daha rahmet yağsın… Sel yakındır”.
Daha ne söylenebilir ki! İşin üzücü olan tarafı ise şudur. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Batı ile ilişkilerimiz hiçbir dönemde bu kadar çatışma halinde olmadı. Batılıların küstahlıkları şu yaşadığımız günlerdeki kadar aşağılayıcı bir şekilde cereyan etmedi. Bakın son birkaç ayda meydana gelen olayları saysam ne derece haklı olduğumu anlayabilirsiniz.
1. Dışişleri Bakanı, Almanya’ya sokulmadı. Hollanda Büyükelçimize tacizde bulunuldu.  Kadın Bakan’a elçiliğimize gitme imkânı verilmediği gibi zorla alıkonularak sınırdışı edildi.
2. Bu arada Yunanistan ve Almanya müttefik ilişkileri ve anlaşmaların aleyhine olarak darbeye karışan ve askeri araçlarla firar eden generaller dahil yüzden fazla askeri iade etmedi.
3. İncirlikte bulunan askeri üs, darbe karargahı olarak kullanıldığı yetmiyormuş gibi istihbarat paylaşımları da verilmiyor.
4. ABD, resmen terör örgütü olan PYD örgütüne ağır silah verme kararı alıyor, darbe yöneticisi ve terör örgütü lideri Gülen’i teslim etmiyor.
5. Kıbrıs’ta Rumlar ENOSİS ile ilgili kanunu kendi Meclislerinden geçirdikleri yetmiyormuş gibi utanmadan masayı terk edip şımarıklığın dik alasını yapıyor. Yunanistan Ege’deki kayalıklara bayrak dikip Milli savunma bakanı aracılığı ile küstahlığa devam ediyor. 
Bu maddeler saymakla bitmez. Hangi birisini yazacaksın ki. Peki, bu kadar ahlaksızca davranışa karşı yöneticilerimiz ne yapıyor? İşte zurnanın “zırt” dediği nokta budur.
Ne yazık ki Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere hükümetimiz ürkek ve çekingen politikalar ile durumu idare etmeye çalışıyor. Hâlbuki ülkemizin onurunu koruyacak, izzetli ve haysiyetli bir politika uygulaması halkımızın beklentisidir.
Bugüne kadar seçimdi, referandumdu daha nice mazeretlerle halkımızdan süre istendi. Halkımız da kendilerine istediği her şeyi verdi. Seçimde tek başına iktidar olmaya yetecek kadar bir destekle birlikte referandumda “evet” oyu vererek “yeter ki icraat yap” diye yetki verdi.
Şimdi Erdoğan Ak Parti Genel Başkanı da olacak. Bundan daha fazla ne yapılabilir ki? Yetki ise yetki, makam ise makam, çoğunluk ise her yerde icraat yapabilecek bir imkân.
Gelin görün ki, müthiş bir ürkeklik, çekingenlik ve pısırıklık almış başını gidiyor. Bir araştırmacı Süleyman Yeşilyurt, daha önce ödül verilerek onurlandırıldığı halde 10 yıl önceki M. Kamal hakkındaki yazılarından dolayı hapse atılıyor. Bu konuda program yapan Mustafa Armağan ve Yavuz Bahadıroğlu hakkında soruşturma açılıyor, çalıştığı kurumlara ağır para cezaları veriliyor.
Hepsinden daha acısı ise Başbakan Yıldırım, dolmuşa binip dolduruşa gelerek “asarım, keserim” nutukları ile onurlu ve hürriyetçi yazarlar hakkında kanuni takip başlatıyor.
Bu kadar ahlaksızca muamele yapılırken karşı duruş ve izzetimizi koruması gereken Cumhurbaşkanı ve Başbakan akıl almaz bir biçimde safını değiştirmeye başlıyor. Bırakın Ayasofya’yı putlardan temizlemeyi “Atam sen kalk ben yatam” nutuklarını daha fazla söylemeye başlıyor.
Elbette bu yapılanlar halkımızın vicdanında derin yaralar açmaktadır. Siyasetin ustalık döneminde karşımıza bu şekilde çıkmamaları gerekirdi. Biz ancak makale yazarak yapılanları üzülerek takip ettiğimizi söyleyebiliyoruz. Fakat Allah, zerre kadar dahi olsa iyi ve kötü işleri görüyor ve biliyor. Elbette bunun karşılığını da verir. Bu dünyada olmasa ruz-i mahşerde karşılıksız kalmaz.
İnşallah bu yazıdan ders çıkarılır da halkın beklentilerine bir cevap verilir. Yoksa 2019 seçimlerinde başarı bir hayal olur. Eğer bu seçimleri de kazanmak istiyor iseniz halkımızın vicdanından yükselen seslere kulak vermelisiniz, vesselam…
 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları