Mustafa Toygar

15 Temmuz'u hazırlayan 28 Şubat'a nasıl gelindi? (28 Şubat'ın arkasındaki gücün ABD ve İsrail'in yanı sıra taşeron FETÖ olduğu çok açık)

Mustafa Toygar

  • 4172

 

  

 

        Erbakan; zeki, akıllı, ferasetli bir siyasetçiydi ve o yıllarda bu FETÖ haşhaşilerinin tuzağını bozabilecek tek siyasi liderdi. Üstelik yapılan kara propagandanın aksine Refahyol Hükümeti; sosyal ve ekonomik olarak milleti rahatlatmıştı.

        Bu durum; ne Amerika’nın, ne NATO’nun, ne de Türkiye’nin Humeyni’si olma hayaliyle Amerika’nın kucağında oturan FETÖ’nün işine gelmedi.

        Hükümeti yıkmak için Gülen, iki defa sağ kolu Nurettin Veren’i; “askerler darbe yapacak” diyerek Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e gönderiyordu.

        O zamanlar Gülen’in sağ kolu, yani eski FETÖ’cü Nurettin Veren diyor ki; “Refah Yol hükümetinin 1995 seçimlerinden birinci Parti olarak çıkmasından, en çok Gülen rahatsız oldu. Bize anlatmak istediği konu ise, erken bir İslami başarı, askeri rahatsız eder ve darbeye sebebiyet verebilir, bizim hizmetlerimize de mani olur diyerek, bizi ikna etmişti.

        Erbakan’a karşı duymuş olduğu kıskançlık ve nefreti açıkça ifade etmese de, Gülen ileride kendi kuracağı büyük imparatorluğunun çekirdeğini ve altyapısının da kendisi tarafından, olmasını ve kendi stratejisiyle yönetilmesini düşünüyordu.”

        FETÖ ihanet örgütü, 30 yıla yakın süren ve neredeyse son aşamasına gelinen Türkiye’nin işgali ihanetinin tehlikeye düşeceğini gördü ve operasyon için düğmeye bastı. Yani FETÖ; yargıdan, emniyete, milli eğitimden, iktisadi kurumlara, medyadan, siyasete, belediyelere ve en önemlisi de silahlı kuvvetlere kadar inanılmaz örgütsel bir ağ kurmuştu. Çok hesaplı, iyi düşünülmüş ve hayata geçirilmiş bir kuşatma stratejisi oluşturulmuştu.

        Türkiye’de “siyasi İslam” kapısını ilk defa Necmettin Erbakan’ın açtığını söyleyebiliriz. İşte FETÖ; siyasi İslam ve muhafazakâr kesim üzerine bina etmişti ihanet örgütünü. İnançlı insanların halis duygularını sömürmek çok daha kolaydı. Tarihte de bunun çok fazla örnekleri vardı. Selçuklu dönemi Haşhaşi’leri bunların en güzel örneğiydi. (Belki de bu sebeple Osmanlı, dini tarikat ve cemaatleri devlet yapısından uzak tutmaya çalışmıştır.)

        Aslında FETÖ’nün muhafazakâr kitle üzerinde, hiçbir parti ya da tarikat ve cemaatin tasarrufta bulunmasına katlanması mümkün değildi. Yani, Milli Görüş Hareketi olan RP’nin başında, değil Necmettin Erbakan, Gülen’in öz kardeşi olsa ondan nefret edeceği çok aşikârdı. Dolayısıyla, Erbakan’dan nefret eden bir Gülen’in Recep Tayyip Erdoğan’ı sevmesi söz konusu bile olamazdı. Sayın Erdoğan’ın bunu görmemiş olması mümkün değildir.

       28 Şubat sürecinde televizyonlara çıkan Gülen’e, sanırım NTV’de soruluyor ve o da cevap veriyordu; “Mesut Yılmaz’la şu kadar görüştüm, Bülent Ecevit’le bu kadar görüştüm, Tansu Çiller ve Demirel ile şu kadar görüştüm” diyerek…  Sunucu, “peki Erbakan’la görüştünüz mü” diye sorduğunda, elektrik çarpmışa dönüyor, “zinhar görüşmedim” cevabını veriyordu.

       Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın; “Bu FETÖ’yü biz de çok destekledik, Allah bizi affetsin” dedikten sonra bu konuda çok bir şey söylemeyi gerekli görmüyorum. Türkiye, 15 Temmuz öncesine değil, sonrasına bakmak zorundadır.

       Neticede, Gülen’in Nurettin Veren’i iki defa Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e; “Ordu darbe yapacak” uyarısı ile göndermesine, Demirel’in Başbakan Erbakan’a uyarı mektubu yazmasına rağmen Erbakan direniyordu. Bunun üzerine 4 Şubat 1997 tarihinde darbenin sembolü tanklar Sincan sokaklarında geçit resmi yapıyordu. Ne oluyordu bu Erbakan’a, tankları sokaklarda görmesine rağmen hala gitmiyordu, hâlbuki Demirel olsa çoktan şapkasını alır giderdi.

       FETÖ’yü taşeron olarak kullanan NATO ve Amerika, klasik bir darbe yapmak istemiyordu. Post modern darbe ile Refahyol Hükümetini görevden uzaklaştırmak gerekiyordu. 21 Şubat 1997 tarihinde Genelkurmay 2nci Başkanı Çevik Bir Amerika’dan açıklama yapıyordu; “Sincan’da demokrasiye balans ayarı yaptık.” Her ne kadar, 10 yıl sonra açılan 28 Şubat davasında verdiği ifade de; “ben böyle bir ifade kullanmadım” dese de, 10 yıl boyunca manşetleri süsleyen bu ifadeye itirazı olmamıştı.

       Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın 25 Şubat 1997’de dile getirdiği şu sözler ise, müdahalenin en açık işaretlerinden birini oluşturuyordu: “Aşırı dinci akımlar ise bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline geldi.”

        Aynı Güven Erkaya; Ağustos 1996’daki YAŞ’ta öyle bir edepsizlik yapıyordu ki, bizim yüksek komuta kademesinin; zihniyetini, kalitesini, kalibresini gösteren en iyi örneklerden biriydi. Başbakan Necmettin Erbakan’ın YAŞ üyelerine verdiği yemekte, oramiral Güven Erkaya garsona, “bana rakı getirin evladım” diyordu. Bırakın tüm nezaket kurallarını, adam Başbakana meydan okuyordu. Başbakan dediğiniz, milletin seçtiği, milletin iradesi yani bu kabadayılık doğrudan millete yapılıyordu. Milletin kendisini koruması için eline silah ve makam verdiklerinin, haydutluğa kalkışmasından başka bir şey değildi bu.

        28 Şubat 1997 tarihinde MGK 9 saatlik bir toplantı yaptı. Bu toplantı da Hükümete çok ağır yaptırımlar uygulayan kararlar alındı. Ama yine de Erbakan gitmiyordu. Bunun üzerine Genelkurmay tarafından brifingler devri başlatıldı. Anayasa, Yargıtay, Danıştay başkan ve üyelerine, medyaya ve daha birçok kurumun yöneticilerine brifingler verildi. RP hakkında kapatma davası açıldı.

        Bu arada FETÖ, sürekli olarak Başbakan Erbakan’a; “istifa et” , “beceremediniz artık bırakın” çağrısı yapıyordu. Ayrı kulvarda siyaset yapan Muhsin Yazıcıoğlu’nun BBP’si, “Müslümanların iktidarına engel olamam” anlayışıyla, karşılıksız olarak bu hükümete destek olurken…

       18 Haziran 1997 tarihinde Erbakan başbakanlık görevinden istifa etti. Hükümeti kurma görevi DYP genel başkanı Tansu Çiller’e verilmesi gerekirken, ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz’a verildi. DYP bölündü ve 30 Haziran'da Mesut Yılmaz başbakanlığında; Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk'la birlikte ANASOL-D darbe hükümeti kuruldu.

        Refahyol Hükümetinin istifasından sonra, FETÖ’nün bir tek zil takıp oynamadığı kaldı. Zaman gazetesi 9 sütuna; “Hayırlı olsun. İşte kardeş kavgasına son verecek hükümet” manşetini atmıştı.

        FETÖ televizyonlara çıkıp; “TSK’nın dönemin Erbakan Hükümetinden daha demokrat olduğunu” ve kendisinin Refah Partisi’nden farklı ve aykırı cephede olduğunu vurgulayarak; “Ben Erbakan gibi değilim, çok hoşgörülüyüm ve düzenle barışık birisiyim”, “Asker yanlış da yapsa MGK kararlarıyla sevap almıştır” açıklamalarını yapacaktı.

        Diğer taraftan, 28 Şubat’ın generalleri ile diyaloğa girip her türlü yalakalığı yapmıştı. Evet, 28 Şubat’ın asıl patronları ABD-NATO Yahudi odaklıydı. Uşakları, taşeronları da FETÖ ihanet şebekesiydi.

       Burada tarihe not düşmek adına bir noktaya daha temas etmek istiyorum. Bu ortamda Erbakan’a; FETÖ’nün dostu ve patronlarından biri olan İsrail ile tarihin en kapsamlı savunma antlaşması imzalattırıldı: “Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması.” Ardından… Türkiye-İsrail Serbest Ticaret Anlaşması geldi.

 

 

Sırasıyla aşağıdaki başlıklar altında bu yazı dizsine devam edeceğiz:

-Peki, 28 Şubat sürecinde neler olmuştu

-Ben de Fetö’nün mağdurlarındanım…

 -“Bin yıl sürer” dediğiniz 28 Şubat, bugüne kadar devam etseydi ne olurdu?

-Önünü kesmek istediğiniz Recep Tayyip Erdoğan; cumhuriyeti de, Silahlı Kuvvetleri de sizi de uçurumun kenarından almıştır

-FETÖ’cü değilseniz, FETÖ’nün korkunç ihanetini ve yapılanmasını göremeyip, halkın inançlarını nasıl tehlike olarak görebildiniz?

-Neden hep yasakçı ve kolay olanı seçtiniz?

-Umarım, yasakçı ve kolaycı davranış biçimi bu dönemde de devam etmez.

 

Yazarın Diğer Yazıları