Mustafa Toygar

1952 NATO sonrası Milli Ordu'dan bahsetmek ne kadar mümkündür? Sovyetler'in dağılması (1991) ile TSK'nin yeniden yapılandırılması ve milli orduya geçilmesi gerekiyordu. (Bizi NATO'dan kim koruyacak?)

Mustafa Toygar

  • 6229

  

    

 

         Sovyetlerin dağılması (1991) ile TSK’nin yeniden yapılandırılması ve milli orduya geçilmesi gerekiyordu.

 

         Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923 de yeni bir devlet gibi kuruldu. Ancak Osmanlı Devletinin bakiyesi olarak yine Başkomutan Mustafa Kemal’in liderliğinde, vatansever ve milliyetçi Osmanlı komutanları ile vatansever aydınları tarafından…

         İstiklal Savaşına gelinceye kadar, son yirmi yılda 20’den fazla büyük savaş yaptık ve bu sürede Türkiye’nin 10 kat büyüklüğünde toprak kaybımız oldu.

         Cumhuriyetin 4'üncü, 1927 yılında yapılan nüfus sayımında nüfusumuz sadece 14 milyondur. Bu nüfusun da sadece 12 milyonu Türk’tür. Falih Rıfkı Atay; “Nüfusumuz 14 milyona yakındır; şurası bilhassa şayan-ı dikkattir ki bu yekûnun 12 milyondan fazlası halis Türk’tür. Nüfusumuzun bu hususiyetini daha ilk satırda nazar-ı dikkati celb etmek isteriz” diyor.

         O kadar savaştan çıktıktan, o kadar şehit ve gazi verdikten sonra, eli silah tutabilecek erkek nüfusunu varın siz hesap edin.

        Savaşlarda, yakılmış-yıkılmış perişan haldeki Anadolu’da kurulan bu genç cumhuriyetin ordusu da, elde kalan askerlerle ve çok az sayıdaki silah ve teçhizatla kurulmaya çalışılıyor.

        1925 yılında başlayan Şeyh Said İsyanı dâhil, 23 Kürt isyanı… Bu isyanlar 1935 yılına kadar devam ediyor. 1937 – 1938 yıllarında da ikinci Sason ve Dersim İsyanı.

        Yeni kurulmaya başlayan bu ordu, Kürt İsyanlarını bastırmak için çetin bir mücadeleye giriyor ve bastırıyor da…

        İsyanlar bitiyor, 2nci Dünya Savaşı başlıyor. Bu savaşa girmiyoruz ama her an eli tetikte bekliyoruz.

      İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliğinin Türkiye’den talepleri:

       1) Türk-Sovyet sınırında değişiklik yapılarak Kars, Ardahan ve Artvin'in Sovyetler Birliği'ne terk edilmesi;

       2) Herhangi bir saldırı karşısında ortak savunmayı sağlamak üzere Boğazlar ‘da Sovyetlere askeri üs verilmesi;

       3) Montrö Sözleşmesi'nin yeniden gözden geçirilmesi ilkesi üzerinde iki hükümet arasında bir antlaşma.

        Sovyetler Birliğinin bu tehdidi karşısında, Türkiye NATO paktına katılmak için müracaat ediyor. Ancak NATO paktının bir isteği var, Türkiye’nin Kore Savaşına bir tugay ile katılması (1950-1953).

       1952 de Türkiye NATO’ya kabul ediliyor.

       1947-1991 yılları arası soğuk savaş dönemi.

        Hülasa, 1991 yılına gelinceye kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeniden yapılandırılması için şartların hiç de uygun olmadığını görüyoruz. Ancak 1991 yılından itibaren, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı dağılmıştır. Kuzeyimizde bir tehdit unsuru yoktur. Aslında, NATO’nun kuruluş amacı da ortadan kalkmıştı. NATO’nun içerisinden yüksek sesle, bundan sonraki tehdidin ve düşmanın İSLAM olduğu da dillendiriliyordu. 1952 yılından itibaren de zaten bir milli ordumuzun olduğunu ne kadar söyleyebilirdik ki... Neticede,TSK’leri NATO’nun bir şubesi gibiydi. 1991 yılından itibaren ordunun kesinlikle yeniden yapılandırılması ve hatta milli ordunun kurulması gerekiyordu.

        Bu aşamada, ne Silahlı Kuvvetlerden ne de siyaset kurumundan bir çalışma yapma ihtiyacı hissedilmemesi çok hazindir.

       Hâlbuki 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, 1991 Birinci Körfez Savaşı mercek altına alındığında ve 1960 ve sonrasında yapılan darbe ve muhtıralar, ordunun yeniden yapılandırılmasının ne kadar elzem olduğunu kör gözlere bile sokarcasına gösteriyordu.

       Mesela Birinci Körfez Savaşında Türkiye’nin önüne, Misak-ı Milli sınırları içerisinde olan Kerkük’ün vatan topraklarına katılması fırsatı doğmuştu.

        O dönemde, Cumhurbaşkanı Özal’ın Bağdat’ta kahvaltı yapmaktan bahsettiğinde bölgedeki bazı generallerden istifa baskısı gelmişti. Bunun üzerine Özal geri adım atmak zorunda kalıyordu.

        Ordu, Özal’a anlatıldığı kadar güçlü değildi. Eğer şüpheli ölümü olmasaydı, muhtemelen Özal zamanında Silahlı Kuvvetlerin yeniden yapılandırılması o yıllarda yapılacaktı.

 

         Biraz da NATO’ya aşırı güvenden yeniden yapılanma yapılmadı

 

         Silahlar, araçlar, teçhizatlar Amerika’dandı, hatta talimnameler bile…

Rusya ve Bulgaristan’a karşı bizi NATO koruyacaktı, Yunanistan’la savaşmamızı da NATO istemezdi, böyle inanıyorduk. Suriye, Irak gibi ülkeler de çıtır-çerezdi.

       Çoğu planlar, tatbikatlar NATO’yu koruma çerçevesinde yapılıyordu. En küçük ordumuzu (Ege Ordusu) milli ordu olarak kurmuştuk! O da ne kadar milliyse…

        Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, NATO’dan yükselen ses; “yeni düşman, yeni tehdit İslam’dır”  olmasına rağmen, bizim paşalar şapkalarını önlerine koyup bu durumu değerlendirmediler. Eh biraz onlar da İslam’ı tehlike olarak görüyorlardı ya!...

        Geldik bu günlere, 15 Temmuz 2016’ya…

        Rus Dış İşleri Bakanlığı sözcüsü; “NATO bunu biliyordu, Türkiye’yi niçin uyarmadı” diyor. Aslında Rusya, çok diplomatik ve kibar bir dil kullanıyor. Söylemek istedikleri; “bu işi planlayan NATO’dur”

        Amerika’nın, FETÖ silahlı terör örgütünün başını vermemekte direnmesi dâhil başka bilgi, bulgu ve emareler, bu ihanet şebekesinin arkasında NATO’nun başat ülkeleri; ABD, Almanya ve İngiltere’yi gösteriyor.

        Evet, Pandora’nın Kutusu açıldı, bütün pislikler ortalığa saçılmaya başlandı.

        Toplumun tüm kesimleri, NATO’ya güvenmenin bir felaket olacağını sanırım anlamıştır. Hatta bizi NATO’dan kim koruyacak onu düşünmeye başlamış olmamız gerekiyor.

 

       Yanlış teşhisten doğru tedavi çıkmaz

 

        İki tane KGK ile ordunun yeniden yapılandırıldığını söylemek kargaları bile güldürür.

        Yanlış teşhisten doğru tedavi çıkmaz.

        NATO’dan çıkalım ya da çıkmayalım, ancak NATO’yu bir kenara bırakarak milli orduyu kuralım.

        Ancak doğru teşhisler koyup, bu işleri suhuletle yapmak gerekiyor. Aceleye getirilmesi gerekli olanlar, devletin içerisine sızan FETÖ yapılanmasının bertaraf edilmesidir.

       Bu saatten sonra yeni bir darbe girişimi olabileceğini zannetmiyorum. Ancak başka hainliklerin olması her zaman muhtemeldir. Suikastlar olabilir, milleti bir biriyle çatıştırma, iç savaş girişimleri olabilir, başka haince planlanan eylemlere girişebilirler. Yani henüz tehlikenin geçtiğini söylemek mümkün değildir. Bu hainlerin aklına gelen şeytanın bile aklına gelmez. Dün, Mısır'ın en çok izlenen televizyon kanallarından El Ğad televizyonuna konuşan Fetullah Gülen, "Batı Türkiye'ye müdahale etsin ve AK Parti hükümetini düşürsün." İfadelerine,  Türkiye'de iç savaş riskinin arttığını da sözlerine ekliyordu. Bu hainin, hala şeytanca planlar peşinde olduğunu görebiliyoruz. AMAN DİKKAT…

 

        İlk etapta yapılması gerekenler:

 

        En başından beri yazıyorum 15 Temmuz; ABD, Almanya ve İngiltere’nin, BOP çerçevesinde Türkiye’de bir iç savaş çıkartarak parçalamak olduğunu herkes görmelidir.

        Bir defa; birlik ve beraberliğimizi basit politika emellerine kurban etmeyelim.

         Bu hain darbe girişimini - kalkışmayı, Silahlı Kuvvetler yapmış gibi oluşturulmaya çalışılan algıyı bertaraf etmek gerekiyor.

        Etrafımız ateş çemberi, başka ordumuz da yoktur.

        Askerin, yerlerde sürünen moral-motivasyon değerleri süratle ayağa kaldırılmalıdır. Bu FETÖ’cü ihanet şebekesi, vücudu saran kanser hücresi gibidir.

        Kanserli hastaya ilk ne yapılır? Önce vücudun direncini artıran önlemler, sonrasında kemoterapi uygulaması yapılır değil mi? Kemoterapi, vücuda dağılarak kontrolsüz çoğalan kanser hücrelerine ulaşılarak bu hücreleri öldürür veya kontrolsüz büyümesine engel olur.

        Yapılması gereken ilk işlem, Silahlı Kuvvetlerin moral değerlerini yükselterek direncini artırırken, içerdeki hainlerden arındırmak olmalıdır.

          15 Temmuz, Silahlı Kuvvetlerin bir kalkışması, darbe girişimi değildir. Silahlı Kuvvetlere sızan, sirayet eden, kanser hücreleri olarak tanımladığım FETÖ’cü hainlerin ihanetidir.

         Silahlı Kuvvetlere bu sızmaların en büyük sorumluları da siyasi iktidarlardır. Zira sınav sistemini, sınav sorularının hazırlanmasını, sınavların yapılmasını düzenleyen - yapan onlardır. Keza, terfileri yapan da onlar değil midir?

        Cumhurbaşkanı da, “evet bizi de, bizden öncekileri de kandırdılar” demiyor mu?

        Başbakan’ın çıkıp; “Tankların çıktığı, zırhlı araçların çıktığı o kışlaları da şehrin dışına taşıyoruz” ifadeleri ve ses tonu sanki “bu birliklerden intikam alıyoruz ya da bu birlikleri şehirlerden uzaklaştırarak darbeleri önlemiş olacağız” duygusu uyandırıyor. Bu tür yaklaşım çok yanlıştır.

        Hâlbuki şehirlerin göbeğinde kalan askeri birliklerin, kışlaların şehirlerin dışına taşınması, zaten silahlı kuvvetler için bir zarurettir. Birliklerin; eğitim, tatbikat ve atışlarını yapabilmeleri için çok daha geniş arazilere ihtiyaçları vardır.

       Gelin bu işleri suhuletle yapın, kurumların daha fazla yıpranmasına fırsat vermeden, onları tekrar ayağa kaldırarak, güçlendirerek yapın.

        Geçmişte kim ne hata yapmışsa yapmıştır, gayrı onları geride bırakma zamanıdır. Bundan sonra daha dikkatli olmak, devletin ve milletin ortak aklını daha fazla kullanmak gerekiyor.

         En önemlisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Temmuz’dan sonra bu hain FETÖ silahlı terör örgütü ile yalnız başına mücadele etmeyecektir. Arkasında; vatanını, milletini, bayrağını seven topyekûn bir millet vardır.

        Devletin tüm kurumları bu kanserli yapıdan arındırıldıktan sonra, elbette en başta; MİT, Silahlı Kuvvetler, Yargı, Emniyet, Milli Eğitim başta olmak üzere devlet yeniden, modern çağın ve tam demokrasinin şartlarına uygun dönüştürülmelidir. Bürokratik cumhuriyetten, demokratik cumhuriyete geçilmelidir.

        Tüm kurumlardaki kadrolara personel alımında; ehliyet, liyakat ve milli olma özelliği mutlaka gözetilmelidir.

       Askeri liseler, Harp Okulları niçin bu hale geldi? Sınav soruları çalındı, bu adi bir çalıntı değildi, FETÖ hainleri önce sınav hazırlanan merkezleri ele geçirmişler. Askeri okullar, muhtemelen üniversiteler, KPSS, Harp Akademileri gibi… Her yıl muntazaman sorular, örgüt elemanlarına verilmiştir.

        Askeri Okulların, Milli Eğitimin, Yargının ve devletin pek çok kurumunun bu yolla ele geçirilmeye çalışıldığı gayrı kanıtlandı.

       2007 yılında bu işler patlak verdiğinde, hükümet hadisenin üzerine ciddiyetle gitmeyerek bir şekilde göz yummuş oldu. O zamanlar; “inançlı insanların devlet kadrolarında olmasının ne mahsuru var ki” diye düşünülüyordu sanırım. Bir musibet, bin nasihatten yeğdir derler ya, inşallah bu musibet hayırlara vesile olur.

       Kanser hastasına, kalp tedavisi yapmayalım

       Askeri liseler kapatılıyor, kapatılsın… Ama çözüm bu değil ki…

       Harp Okullarına gelen öğrenciler, sivil liselerden gelecek değil mi? Sorular çalınmaya devam ederse değişen bir şey olur mu?

       Bu okullar yeniden yapılanma çerçevesinde, Milli Savunma Üniversitesine de bağlanarak daha fonksiyonel hale getirilebilir.

       “Kapattım oldu…”

        Bu yasakçı zihniyetle nereye kadar, çözüm üretmek zor mu geliyor?

        Eski komutanlar, özellikle de eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ dinlenmeli.

 

        KGK’lerle Devlet yeniden yapılandırılamaz

 

           KGK’ler, Olağanüstü hal uygulaması kapsamında, olağanüstü tehlike ve tehditleri önlemek amacıyla alınan bir tedbirdir. Eğer bunlarla siz devleti yeniden kurmaya kalkışırsanız, bu işleri ne kadar hafife aldığınızı da göstermiş olursunuz. Yukarıda, ‘ortak akıl’ dedik, devletin de milletin de ortak aklını kullanacaksınız. Devlet milletin tüzel kişiliğidir, o vakit devletin yeniden yapılanmasına da millet karar verecektir. Mümkünse yüzde 90’lar seviyesinde bir mutabakat da sağlanabilirse bu devleti, bu milleti kimse tutamaz.

         Ülke menfaati mi, parti menfaati mi bakıp göreceğiz…

Yazarın Diğer Yazıları