Mustafa Toygar

Hiçbir darbede bu kadar güç kullanılmadı… (15 Temmuz 2016 Karanlıktan Aydınlığa..)

Mustafa Toygar

  • 3479

 

    

         Hiçbir darbede bu kadar güç kullanılmadı…

        Bu darbe girişimini; hafife alanlara, “bu bir tiyatrodur” böyle darbe mi olur diyenlere, hatta çok daha ileri gidip bu darbe girişimini Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın yaptırdığını söyleyenlere şaşıyorum. Bu kadar küçük beyninizle hayatınızı nasıl idame ettiriyorsunuz.

        Muhtıraları, post modern darbeleri geçtim; 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerine iyi bakın bu kadar güç kullanılmış mı?

        Özellikle 12 Eylül darbesini çok iyi hatırlıyorum… Darbelerin en önemli birliği genellikle Etimesgut’taki zırhlı birlikler okul komutanlığı olurdu.

        15 Temmuz darbe girişiminde, düşman ülkesine saldırı düzenlenircesine;  tanklar, ağır silahlar, savaş uçakları, savaş helikopterleri ve hatta donanmadan savaş gemileri kullanılmıştır. Helikopterlerden kullanılan M61 tipi ağır makineli tüfekler, toplu katliam için tam bir ölüm makinası.

        Ankara’da sabaha kadar tepemizde savaş uçakları ve savaş helikopterleri alçak uçuş yaptılar. Evlerde ışıkları kapattık, hainlerin gözü dönmüş... Bunlar halk düşmanı, işte 246’dan fazla şehidimiz var, nereye bomba bırakacaklarını bilemezsiniz ki…

        Türkiye’nin hemen hemen tamamında savaşa hazırlanır gibi en etkili silahları kuşanarak meydanlara çıkmışlardır.

         Zamanlamaya takılanlara, “Devlet darbe girişimini saat 16.00’da MİT istihbaratıyla öğrendiği ortaya çıktı. Planın deşifre olması nedeniyle gece saat 03.00’de yapılması planlanan darbe girişimi erkene çekiliyor.” Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) FETÖ'nün darbe girişimini saatler öncesi Genelkurmaya ilettiği ortaya çıktı. Güvenlik kaynaklarına göre MİT Müsteşarı Hakan Fidan, bilgilendirmeyi de yeterli görmeyip Genelkurmay'a gittiği, askeri hareketlenme konusunda kuvvet komutanlarıyla toplantı yaptığı belirtildi.”

        Tabi, 16-22 saatleri arasında darbe girişimine karşı yeterli tedbirlerin alınamamış olmasının sebeplerini de öğreneceğiz inşallah.

         Ayrıntılı bilgiler geldikçe, başlangıçta belki aptalca gibi gelen birçok hususun da, sadece ihanetin boyutunun nerelere kadar uzandığını gösteriyor olmasıdır.

        Yine de şunu kabul ediyorum; darbe girişiminde bulunanların içerisinde 100 den fazla hain general ve kurmay subay olmasına rağmen bazı aptalca şeyler yaptılar ki, insanların kafası karıştırılmış oldu.

        İnsanların kafasını karıştıran en önemli unsurların başında da FETÖ’cü sosyal medya geliyor. Bu ihanet şebekesinin sosyal medyayı ne kadar etkili kullandığını bilmeyen var mıdır acaba? Yani önemli ölçüde dezenformasyon yapılmıştır.

        Aslında güce tapanların sonu hep böyle olur. Güçlü oldukları muhakkaktı, daha ötesi birbirlerini nasıl motive ettilerse kendilerini daha da dev aynasında gördükleri muhtemeldir. Gayet tabi bu durum güneş körlüğü etkisi yarattı ve pek çok aptalca işler yaptılar.

        Öbür tarafta, bir mektup aldığında (12 Mart muhtırası) şapkasını alıp giden Süleyman Demirel yoktu.

       Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın; duruşu, dirayeti elbette çok takdir edilmelidir. Şimdiye kadar darbeye direnen kimseyi göremediğimiz için garip gelebilir. Biz bir tek, 28 Şubat post modern darbesinde Muhsin Yazıcıoğlu’nun; “Namlusunu millete çevirmiş tanka selam durmam” diyen gür sesini işitmiştik.

        Bu darbe girişiminde hainleri gördük, ortalık daha netleştikçe darbeye karşı canı pahasına dikilen nice kahramanları görüyoruz.

         Halkın duruşu elbette darbecilerin direnişini kıran en önemi etken olmuştur.

 

        Darbe seviciler hep olmuştur..

 

        Bugün, bu darbe girişimini çok hafife alan, bahane üretenler bilmelidir ki, gerçekleşseydi tahribatı diğer darbelerle mukayese edilemeyecek kadar büyük olacaktı. Belki bir iç savaş, Allah(cc) korusun.

        Çeşitli bahaneler üretenlerin birçoğu gizli darbecidir.

MHP de CHP de, darbe girişimine karşı gerekli açıklamaları yaptılar. Muhalefetin dik duruşu elbette iktidarın dik duruşundan daha etkili olduğunu söyleyebiliriz. Sol da, Ülkücü camia da bu darbelerden çok çekti. 28 Şubat post modern darbesinde, Muhsin Yazıcıoğlu niçin kendini darbecilerin önüne attı. Darbelerin ülkeye ne büyük tahribat yaptığını en iyi bilenlerden olduğu için.

        Darbeler yapıldığında mutlaka üzülenlerin yanında sevinenler olmuştur. Ancak darbecilerin mantığı hep farklı çalışmıştır. “Bir sağdan- bir soldan” diyerek tüm kesimlere zulmetmiştir.

        Şimdiye kadar darbenin iyisi olmamıştır. 27 Mayıs darbecilerinin içerisinde yer alan, 12 Eylül darbesinin mağduru olan Alparslan Türkeş; “En kötü demokrasi bile en iyi diktatörlükten daha iyidir” diyor. Hayatta olsaydı, darbe girişimine en sert tepkiyi Türkeş verirdi.

        Kaldı ki bu darbe girişimi, erkenden önlenemeseydi, iç savaş kaçınılmaz olacaktı. Zira Ordu ikiye bölünmüştü, darbeciler ve darbeye karşı direnenler. Türkiye gerçekten de çok büyük bir badire atlattı.

        Demokrasilerde kural belli, daha iyi olacaksın; liderinle, kadrolarınla, projelerinle, gayretinle daha iyi olacaksın. Ordudan medet umup, sonra da “demokratım” demeyeceksin.

        “Darbeye karşıyım ama…” dediğin zaman sen darbecisin…

 

        Genel Kurmay bazı şeyleri oturup yeniden gözden geçirmeli…

 

         Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları ileriki zamanlarda elbette; “FG ihanet örgütü Silahlı Kuvvetler içerisinde bu kadar güçlenirken niçin uyudunuz” diye sorgulanacaktır. Ancak bu darbe girişiminde kafalarına silah dayatılmasına rağmen teslim olmamaları büyük kahramanlıktır. Yani şimdi sadece ileriye bakacağız

        Genelkurmay Başkanın en yakınındaki subay ve generallerin bu ihanet şebekesine mensup olmaları ne kadar hazin….

        İsimlere tek tek baktığımızda en kritik yerlerde görevlendirildiklerini görebiliyoruz. Hainler, Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının etrafını ahtapot misali sarmışlar. Sadece bu durum dahi Silahlı Kuvvetlerin prestijini yerle bir etmeye yeter.

        Üstelik 40 yıldır bu cemaat Türkiye’nin sürekli gündemindedir. Ben naçizane, 20 yıl evvel bunlara; “Türk Mason Locası”  adını takmıştım. Gizli çalışma sistemleri ve haince niyetleri sebebiyle. Ancak bu kadarını da beklemiyordum.

        Bunları tespit etmek için çok büyük istihbarat teşkilatlarına da gerek yoktu. Onlar senin kılcal damarlarına kadar girmişken sen devlet olarak bazı subay astsubayları ayarlayarak onların içine sokamadın mı?

       Bu konuda Devletin ortak aklının çok az kullanılması en büyük handikapların başında geliyor.

       Mesela, 2003-2013 yılları arasında FG örgütünün; yargıda, emniyette, Silahlı Kuvvetlerde ve devletin diğer kurumlarında en çok kadrolaştığı dönemdir. O zamanlar muhalefet, devlette F tipi kadrolaşma olduğunu haykırmasına rağmen, zamanın Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da bu konuda Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ı ikaz etmesine rağmen, devlet içerisinde F tipi yapılanma son sürat devam etmiştir.

        Mesela; 2011 de anayasa değiştirilmiş, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ndaki Alevi yapılanması ve hâkimiyeti kırılmış ancak bu seferde FG yapılanmasının önü açılmıştır. Liyakate bakılmamış, inanç mensubiyeti yeterli olmuştur.

        Bu dönemde general olmak için cemaatçi olmak da yetmiştir.

        FG ihanet çetesinin, 17- 25 Aralık darbe girişimi sonrası zamanın Başbakanı R. Tayyip Erdoğan durumun vahametini anlamıştır. Ancak bu sefer de; ne Genel Kurmay Başkanlığı, hatta ne de Başbakan ve bakanlar işin vahametini tam olarak kavrayamamışlardır. Bu konuda Cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan adeta yalnız kalmış, yalnız bırakılmıştır.

       Daha önce, F tipi yapılanmadan şikâyet eden muhalefet de cemaate şirin gözükme çabası içerisine girmiştir.

       Devletin anayasal; yasama, yürütme, yargı, Silahlı Kuvvetler, MİT ve basın yayın gibi kurumlarının başındaki devlet adamı konumundaki şahsiyetlerin olaylara yaklaşımı ve ehemmiyet verme dereceleri farklı olmuştur.

        Hâlbuki Milli Güvenlik Kurumu çok önemli bir kurumdur, burada herkes eteğindeki taşı dökecek, herkes tam anlamıyla aynı kanaate sahip oluncaya kadar gerekirse birkaç gün tartışılacak. Yoksa herkes, makam ve mevkii ne olursa olsun kendi kafasına göre hadiselere farklı önem atfetmeyecektir.

        2003- 2013 yılları arasında bu ihanet şebekesinin devlet içerisindeki kadrolaşmasını biliyoruz. Ancak şimdi geçmişi sorgulayarak vakit kaybedemeyiz, önümüze bakmalıyız.

       Bu ihanet şebekesi 17- 25 Aralık 2013 tarihlerinde darbe girişiminde bulunduklarında işin vahametini bir tek Cumhurbaşkanı Erdoğan idrak edebilmiştir. Erdoğan’ın bu ihanet şebekesi ile yalnız başına mücadele ederken, paranoya ile suçlayanlar dahi olmuştur.

         Eğer, Erdoğan Cumhurbaşkanı olmasaydı, bu ihanet şebekesinin nasıl büyük bir tehlike haline geldiğini görebilen biri olmasaydı ne büyük felaketle karşılaşabileceğimizi düşünmek bile istemiyorum.

 

       Askeri Liseler, Harp Okulları bitmiş…

 

         1989 yılından itibaren Askeri liseler ile Harp Okullarında kadrolaşma başlamış, 28 Şubat sürecinden itibaren de bu kadrolaşma yoğunlaşmıştır. 28 Şubat post modern darbesine en büyük desteği veren de Fetullah Gülen’di. Biliyoruz ki, Gülen’in bu konuda açıklamaları vardır.

        28 Şubat sürecinden sonra bu okullara; 30- 40 öğrenci yerleştirmenin çok ötesine geçilmiştir. Sorular çalınarak askeri okulların neredeyse tamamı bu ihanet şebekesinin özel okulları haline getirilmiştir.

         İnternet Haber’e göre: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca hazırlanan "Ana Gülen Yapılanması" iddianamesinde Cemaat'in TSK içindeki yapılanması anlatılıyor. İddianameye göre, TSK içindeki Cemaat yapılanması 'endişe verici boyutlarda.' İddianamede, "TSK, 2003 yılından sonra Fetullahçı olduğunu bildiği hiç kimsenin ilişiğini kesmemiştir" ifadesi kullanılıyor. ( 1995- 2003 yılları arasında da FG terör örgütü mensubu olanlardan işliği kesilenlerin sayısı çok azdır)

          İddianamede yer alan tespitler şöyle:

        1-    Askeri lise sınavının taban puanlarında 2014 yılında sert, ani düşüşler yaşanmış buna karşılık daha önceki yıllarda bu orandan büyük düşüşler yaşanmamıştır. Askeri lise sınavında öğrencilere yöneltilen soruları doğru cevaplayanların sayısı testin ortalama güçlüğü ağırlaşmasına rağmen çok yüksek oranda olmuş, 2014 yılından itibaren ise bütün test sorularında doğru cevaplayan sayısında olağan üstü düşüş yaşanmıştır.

        2-    Mesela 2010 yılında 1214 kişi matematik testinin tamamını doğru cevaplarken bu sayı 2014'de sadece 2 kişiye düşmüş, 2015'de 0 ve 2016'da 4 kişi olmuştur. Testin ortalama güçlüğü % 41'den % 23-25 aralığına düşmesine rağmen doğru cevaplayan sayısının azalması bariz bir şekilde bu soruların önceden temin edilip örgütlü bir yapı tarafından kendi mensuplarına verildiğini göstermektedir.

       3-    Bu kanaati doğrulayan başka bir sonuç Türkçe testinde görülmektedir. 2004-2013 yılları arasında testin ortalama güçlüğü % 65 civarında iken bütün soruları doğru cevaplayan kişi sayısının en az 80 en yüksek 323 aralığında gerçekleşirken, 2014 ve 2016'da testin ortalama güçlüğü % 50'ye indirilmesine rağmen doğru cevaplayan çıkmadığı görülmüştür.

       4-    Sosyal testinde 2009 yılında % 61 test ortalama güçlüğünde 1509 kişi soruların tamamını doğru cevaplarken bu sayı testlerin ortalama güçlüğü % 44’ler seviyesine düşürülmesine rağmen ancak 3 ve 6 kişi soruların hepsini doğru cevaplayabilmiştir. Askeri lise giriş sınavlarında soruların önceden temin edildiği ve çözdürülen kişilerin kitlesel olarak TSK'da kadrolaşmak amacıyla gerçekleştirildiği ÖSYM'nin kayıtlarından açıkça tespit edilmektedir. (İnternet Haber)

       Durumun vahameti çok açıktır, ne pahasına olursa olsun bu ihanet şebekesi marifetiyle bu okullara girenler tasfiye edilmelidir.

        Özellikle genç subay ve astsubayların içerisinde, FG ihanet örgütüne mensup pek çok hainin olduğunu görmemek de mümkün değildir. Ne pahasına olursa olsun ordunun içerisinde bir tek hain kalmayıncaya kadar tasfiyeler devam etmelidir.

       Ancak bu işler yine de soğukkanlılıkla yapılmalıdır. Masumlar korunmalı, kurunun yanında yaşlar da yanmamalıdır.

       Silahlı Kuvvetlerden bu hainlerin tasfiye edilmesi zaaf meydana getirmez. Zaaf, bu hainlerin ordunun içerisinde cirit atmasıdır.

       Zaaf, Silahlı Kuvvetler mensuplarının moral motivasyonlarının yerlerde sürünmesidir. Özellikle komuta kademesinin morallerini süratle yükseltecek tedbirler alınmalıdır.

 

       Silahlı Kuvvetler de Devlet de daha güçlenecektir.

 

       Silahlı Kuvvetler de topyekûn Türkiye Cumhuriyeti Devleti de 14 Temmuz 2016 tarihinden daha güçlü olacaktır. Çünkü bu kalkışma ve darbe girişimi sayesinde, devlet içerisindeki ihanet şebekesinin temizlenecek olması önemli bir fırsat olacaktır.

        FETO 1999’daki bir konuşmasında; “Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerindeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır” diyor. Demek ki güçlerinin zirvesine çıktılar.

       Yüce Türk Milletini Allah(cc) korudu diyorum.

       Devlet, milletin tüzel kişiliğidir. Hainlerin işgaline uğramış bir devlet, dolayısıyla millet nasıl güçlü olabilirdi?

      Devlet içerisinde; sadece FETÖ’cü hainler değil, PKK’lı ve varsa başkaca hainler tasfiye edilmekle kalınmamalı en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Ancak bu şekilde millet kendini emniyette hissedecektir.

       Devlet kurumlarını yeniden restorasyona tabi tutarak, moral motivasyon değerlerini yükselterek çok daha güçlü bir devlet olabiliriz.

       Milli istihbarat çok önemlidir, ancak istihbarat konusundaki zafiyet çok açıktır. MİT’e de neşter vurma zamanı gelmiştir.

      Suçlular elbette kanunda öngörülen en ağır cezaya çarptırılmalıdır ancak cadı avına çıkılıp milleti kamplaştırmaktan da uzak durulmalıdır.

      Bu süreçte, hükümet daha merhametli, daha adil, daha özgürlükçü, demokrasinin ne kadar değerli olduğunu gösterecek icraat içerisinde olmalıdır. İşte o zaman sadece AKP değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de güçlenerek çıkacaktır.

      Karanlıktan aydınlığa ancak böyle çıkabileceğiz.

      Bir yazar; “imamların darbesi” diyor. Bu ihanet şebekesinin din ile iman ile bir alakaları olamaz. Halkına acımasızca ölüm kusan bu hainlerin insanlıkla da alakası olamaz. Bu zalimler, devletin zaafından istifade ederek Silahlı Kuvvetlere sızdıkları için, vatansever askerlerimizi de zan altında tutamayız. Bu hainler kendilerine imam diyorlar diye toptancı bir yaklaşımla camideki imamlarımızın rencide olabileceği ifadelerden de kaçınmalıyız. Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek adına söylüyorum yoksa arkadaşımızın maksadı elbette bu değildir.

 

        Silahlı Kuvvetlerdeki FG yapılanması tam bir mankurtlaşma…

 

        Kuleli Askeri Lisesi, Türkiye’de en iyi eğitim veren liselerin arasındaydı, keza Harp Okulları da lisans eğitimi olarak öyle.. Bu okulları bitirdikten sonra, Harp Akademisi, Silahlı Kuvvetler Akademisini bitireceksin, çeşitli kurslar göreceksin, yurt dışı kurslar ve görevlerde bulunacaksın sonra da Pennsylvania’daki ilkokul mezunu bunağa sorgusuz itaat edeceksin. Bunun adına mankurtlaşma denir.

          Biraz “mankurt” hakkında bilgi verelim…

         Cengiz Aytmatov'un 1980 yılında yazdığı Gün Olur Asra Bedel adlı eserinde, Orkun Uçar'ın ise Kayıp Fırtına 2/ Kayıp Naaş adlı eserinde Kırgız destanlarından yararlanarak güncelleştirdikleri bir kişiliktir. Mankurt bazı işlemler sonucu öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren düşmanının kuklası haline gelmiş bir zavallı insan tipidir. Mankurt yapılırken ilk uygulama, Mankurt yapılmak istenen kişinin kafasının tamamen kazınmasıdır. Kelleşen bireyin kafasına, devenin ıslak boyun derisi gergin bir şekilde giydirilir. Mankurt olacak kişi, sıcak çölde kızgın güneş altında birkaç gün boyunca bekletilir. Bu şekilde, sıcağın da etkisiyle deve derisi gittikçe büzülür ve gerginleşir. Zaman geçtikçe kafa derisi ile birleşen deve derisine, alttan çıkmaya başlayan saç kılları da batmaya başlar. Ancak deri o kadar sertleşir ki, uzayan saçlar deriyi delip dışarı çıkamazlar. Böylece, uzamasını sürdüren saç dışarıya doğru değil de, ters dönerek kafanın içine doğru yönelir. Uzayan saçların kafayı delip beyne batmaya başlamasıyla, kişi çok büyük ve dayanılmaz acılar çekmeye başlar. Ardından, büyük acılar çeken Mankurt aklını ve hafızasını yitirir. Hatta kendi anne ve babasını bile tanıyamaz hale gelerek, deyim yerindeyse bir kukla haline gelir.

        Beyin fonksiyonları azaldığı ve düşünme ile sorgulama yetilerini kaybettiği için de, sahibinin her dediğine harfiyen uymaya başlayan Mankurt, o andan itibaren her denileni sorgusuz sualsiz yapabilecek kıvama gelir.

         Bu Yüce Milletin; okuttuğu, besleyip büyüttüğü, rütbe, makam ve mevki verdiği, düşmana karşı kullanılmak üzere silahlarını emanet ettiği, hatta evlatlarını emanet ettiği sözde komutanlar…  Bir ihtiyar bunağın emirlerine uyarak parlamento başta olmak üzere ülkenin en önemli kurumlarının üstüne bomba yağdırıyor, halkı en etkili makinalı tüfeklerle tarıyorsa bunlara mankurt denilmez mi?

 

         28 Şubat’ta, Balyos ve Ergenekon davalarında FG karşıtları tasfiye olmuştur.

 

         FG ihanet şebekesi bugünlere, her fırsatı değerlendirerek, devletin her zaafını değerlendirerek adım adım gelmiştir. 1994-1995 yıllarına kadar sayıları çok da fazla olmayan cemaatçi subay astsubay tasfiye edilmiştir. Ancak 1995 yılından itibaren işler tersine dönmüş, Cemaat bu tarihten sonra gerekli tedbirleri almıştır. Fetullah Gülen’den, Silahlı Kuvvetlerdeki mensuplarına talimat geliyordu; “başörtüsü füruadır, eşlerinizin başlarını açın” (teferruattır anlamında) … Zaten Cuma namazına gelmiyorlar, vakit namazlarını da kılıyorlarsa gizli kılıyorlardı.

         28 Şubat sürecinde sadece, FG ihanet şebekesine sıkıntı çıkartabilecek subay astsubaylar tasfiye edildi. Elbette bunların arasında cemaate sempati duyanlar da vardı ancak onlar talimat alanlardan değillerdi. Yine de çok az sayıda cemaatçi hain feda edilmiş olabilirdi fakat bu dönemde tasfiye edilen cemaatçiye ben şahsen rastlamadım.

         28 Şubat sürecinde; FG terör örgütü kendine problem olabilecek; ülkücü, milli görüşçü ve diğer inançlı subay ve astsubayların tasfiyesini bir şekilde tamamladı. Sıra; kendini Atatürkçü olarak tanımlayan Subay, astsubay ve generallere gelmişti. Onları da sahte belgelerle; Balyoz ve Ergenekon davalarında tasfiye etti. Başta; zamanın Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ olmak üzere, bu ihanet şebekesinin büyük bir tehdit olduğunu ifade edenler tasfiyeye tabi tutuldu.

         FETÖ’cü yapı bir taraftan kendine engel olabilecekleri tasfiye ediyor diğer taraftan çoğalıyordu. Askeri Okulların sınav sorularını çalarak, mensuplarını bu okullara yerleştiriyordu. O kadar ki askeri okullar adeta FG’nin özel okulları hüviyetine bürünüyordu.

 

        Umarız ki son yıllardaki gelişmelerden, devlet ricali gerekli dersleri alacaktır.

 

         Umarız ki, bundan sonra devlet kadrolarında yer alacaklar ile terfi müessesi, siyasi mensubiyete göre değil de; liyakate, dürüstlük, ahlak ve vatanseverliğe göre yapılır.

        Cumhuriyet tarihinin, her görüşten insanın en çok sevdiği ve en başarılı bakanlarındandır rahmetli Gün Sazak… CHP İzmir Milletvekili Süleyman Genç "Ben inceledim, cumhuriyet kurulduktan bu yana gümrüklerdeki soygunu fikri ve felsefesi benimle yüzde yüz ters olan Gün Sazak önlemiştir" diye konuşabiliyordu. Abdi İpekçi dâhil sol kalemler Gün Sazak’a övgü dolu yazılar kaleme alıyorlardı. Niçin, Ülkücü Gün Sazak Gümrük ve Tekel Bakanlığı döneminde atamaları siyasi mensubiyetlerine göre değil, liyakate göre yapmıştır, dürüstlüğü esas almıştır. Sazak, kısa bakanlığı süresinde kaçakçılığı önlemiş, her kesimden haklı övgüler almıştır.

       Siyasi iktidarlar, başarılı olmak ve dahi oylarını artırmak istiyorlarsa devlette görev alacakları liyakat esasına göre görevlendirir. Bu durum, liyakat esasını gözeten devlet ricalinin adını tarihe altın harflerle yazılmasını da sağlar. Dolayısıyla adı yüzyıllarca yaşar.

         Unutulmamalıdır ki, darbeye karşı canı pahasına direnen askerler, AKP’li olanlar değildir, liyakat sahibi, vatanını seven komutanlar oldukları için…. İçlerinde elbette AKP’li olanlar vardır ama onlar siyasi mensubiyetleri uğruna bu darbe girişimine karşı durdukları söylenemez.

       Yargıya, askeri okullara, emniyete ve dahi devletin diğer kurumlarına personel alımlarında; “başka cemaatlerden alalım, AKP’li olanları alalım” düşüncesi hâkim olursa Türkiye’nin başı bu sıkıntılardan kurtulamayacaktır. Liyakat, liyakat, liyakat….

       Devletler, milletlerin tüzel kişiliğidir ve kendilerini koruma hakları vardır. Bu nedenle devleti yönetenlerin birincil görevleri, devletin içerisine sızan hainleri temizlemek olmalıdır. Bunlar PKK’lı olur, FETÖ’cü olur, başkası olur fark etmez. Haine mensubiyet sorulmaz.

 

       Yargılamalar; öfkeyle, duygularla değil, hukuka uygun olmalı….

 

        Yargılamalar darbecilerin yaptığı gibi olmamalıdır. Demokrasinin fazileti, hukukun üstünlüğü çok net gösterilmelidir.

       Kurunun yanında yaşlar da yanmamalıdır. Ola ki içlerinde masum olanlar var ise onlar aynı kefeye konmamalıdır.

       20 yaşındaki, kandırılmış ya da tehditle öne sürülen Mehmetçikler eğer halka silah doğrultmamış iseler daha hafif cezalar verilmelidir.

       78 milyon, demokrasinin faziletine öyle inandırılmalıdır ki, toplum demokrasiye daha da çok sahip çıkabilmelidir.

       Elbette, darbecilere kanunların ön gördüğü en ağır ceza verilmelidir hatta keşke idam cezası kaldırılmış olmasaydı da bu vatan hainleri idam edilebilselerdi.

       Bizim söylemek istediğimiz; yargılamaların çok titiz ve hukuka uygun yapılması, ola ki masumlar var ise onların korunması. Toptancı bir yaklaşımdan kaçınılması, rövanşist bir davranış içerisine girerek size muhalif olanların da bu davaların içerisine katılması gibi tutumlardan kaçınılmalıdır. İşinize gelmeyenleri, muhalifleri; “işte bu da FETÖ’cüdür” deyip cezalandırmaya, susturmaya başlarsanız Türkiye’yi başka bir felakete de sürüklersiniz.

       Bundan sonra Sayın Cumhurbaşkanı; daha demokrat, daha özgürlükçü, daha tarafsız ve daha adil olmak zorundadır. “İsteseler de istemeseler de Taksime Topçu Kışlası yapılacaktır.” Yaklaşımı ne kadar doğru olabilir ki? Biraz da empati diyoruz. Türkiye üzerine büyük oyunlar oynanıyor, şimdi daha dikkatli davranmak zorundayız. Bana sorarsanız, Taksim’e Topçu Kışlası yapılabilir, ama sırası mı şimdi?

      6-7 Ekim olayları, iç savaş girişimiydi.

     Gezi Parkı olayları ve sonrasında 17-25 Aralık darbe girişimleri

      Nihayetinde, 15 Temmuz darbe girişimi.

      Görüldüğü gibi Türkiye’nin üzerinde karabulutlar dolaşıyor. Türkiye’nin düşmanı çok, kaşıyanı çoktur. Zaman birlik ve beraberlik zamanıdır. Daha mutedil olmak zorundayız.

 

        OHAL Kararı…

 

       Bu olaylardan sonra olağanüstü hal kararı alınması gayet doğal ve isabetlidir. Türkiye’de şu yaşadığımız süreçten daha olağanüstü bir durum olabilir mi?

       Seri kararlar alınması gerekiyordur, yeter ki OHAL maksada uygun kullanılsın.

       Tehlikenin tamamen geçtiğini zannetmiyorum. Darbe girişimine katılanlar mutlaka konuşturulmalıdır. Bunun için hangi yöntem kullanılacaksa kullanılsın mubahtır.

       FETO,  Amerika’nın taşeronudur. Bunlar Amerika’dan izin almadan bu hainliğe kalkışamazlardı. ABD, Silahlı Kuvvetlerdeki bir kısım FG çetesini feda etmiş olabilir ancak tamamını değil. Yani darbe girişimine katılan sözde; general, subay ve astsubayların dışındaki çete mensupları da tasfiye edilmelidir.

       Tehlikenin tamamen geçmesine kadar OHAL’in uygulanması isabetli olacaktır.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları