Mustafa Toygar

ÜLKÜCÜ CAMİAYI BEKLEYEN TEHLİKE!...

Mustafa Toygar

  • 1893

  

 

        Ne AKP, ne HDP ne de CHP, Türkiye MHP’yi konuşuyor, Türkiye MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi konuşuyor. Ülkücüler öfkeli, hatta solcular dahi öfkeli… Bir gün gelecek, solcular MHP’nin az oy almasına üzülecek deselerdi, söyleyenlerin akıl sağlığından şüphe ederdim.

 

        Ülkücü camiada büyük öfke var. Neden olmasın ki, Türk milliyetçiliğini yarım asırdır temsil eden partileri MHP; ayrılıkçı-bölücü, terör örgütünün uzantısı HDP’nin milletvekili sayısı olarak gerisine düşerek 4ncü parti oluyordu. Bu gerçekten kahredici bir durumdu. MHP, 1999 da aldığı yüzde 18 buçuk oy oranını adım adım artırması gerekirken, kar gibi eriyordu.

 

        2002 seçimlerinin mağlubu Bahçeli, seçim sonuçları açıklandığı gece alelacele istifa ettiğini açıklamıştı. Bu açıklamalara bakarak, DYP genel başkanı Tansu Çiller ve ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz da partilerinin genel başkanlığından istifa ettiklerini açıklıyorlardı. İki gün sonra basın, Bahçelinin istifa etmekten vazgeçtiğini duyurmuştu.. Ne olmuştu, da bu ağır hezimetten sonra, örnek bir davranış göstererek genel başkanlıktan istifa ettiğini açıklayan Bahçeli,  iki gün geçmeden çark ederek bu kararından vazgeçiyordu. Devlet Bahçeli’yi yakından tanıyanlar, “Devlet Bahçeli’yi Devlet Bahçeli’ye bıraksalar asla istifa kararından geri dönmezdi, hatta bugüne kadar 10 defa istifa etmişti” diyorlar. MHP’ye yakınlığı ile bilinen Yeniçağ Gazetesi yazarlarından Ahmet Takan’ın birkaç gün evvel köşesinde yazdığı gibi,  Devlet Bahçeli bir yerlerin görevlendirdiği bir isim miydi?

 

        Yeniçağ gazetesinden Ahmet Takan köşesinde, “MHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturtulduğu günden bugüne kendisine verilen görevleri tam layıkıyla yapmış bir isimdir. O yüzden kimsenin ondan istifasını istemeye, hatta görevden alınmasını beklemeye hakkı yoktur!”

       

        “Tam manasıyla üstün bir vazife adamıdır Doktor Devlet Bahçeli!.. Kendisinin üstün görev anlayışı ve yerine getirebilme kabiliyetini anlatmak ve de hatırlatmak için öyle uzun bir kronolojiye gerek yok. “  diyor ve bazı örnekler veriyor. Bu örneklerden sadece bir tanesine yer vermek istiyorum.

        “Yanılmıyorsam, 30 Mart mahalli seçimlerine 5-6 aylık bir zaman dilimi kalmıştı. Daha ortada 17/25 Aralık operasyonlarının emaresi bile yoktu. AKP içinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı konusunda büyük bir kavga yaşanıyordu. O günlerde Doktor Devlet Bahçeli'nin, AKP içinde dahi durumu çok kritik olan Melih Gökçek ile gizli bir görüşme yaptığını MHP içinde bir MKYK üyesinden dinlemiş ve bunun çapraz doğrulatmalarını yaptıktan sonra kaleme almıştım. Büyük yankı uyandırmıştı o yazı. MHP yönetimi bir hafta açıklama yapamamıştı. Tabandan gelen tepkilerin artması üzerine seviyesiz bazı yöneticiler ile kiralık kalemler beni linç etmeye kalkmıştı. Hatta bazı fiili saldırıların da hedefi olmuştum. Dikkatli gözler ve sağlıklı beyinler, olup bitenleri ve gerçekleri zaman içinde gördü. Ankara'nın Melih Gökçek'e nasıl teslim edildiğinin analizi somut verilerle çok iyi yapıldı ama iş işten geçmişti. 30 Mart'ta Melih Gökçek'e Ankara kazandırılarak AKP'nin omurgası sağlam tutuldu. O gün Ankara'da Melih Gökçek kaybetse belki bugün siyaset alanında çok farklı şeyler konuşuyor ve tartışıyor olacaktık. MHP'nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayının -madem çok başarılı ise-  hem 7 Haziran'da hem de 1 Kasım'da neden Ankara'dan değil de Adana'dan (seçilmesi en garanti yerden) mebus yapıldığı sorusu da kabak gibi ortada duruyor.”

 

         Acaba gerçekten Bahçeli’yi kendi başına bıraksalar, bir zamanlar Show TV’de yaptığı açıklamaların gereğini yapar mıydı? Ne diyordu Devlet Bahçeli; “Bir siyasi partinin genel başkanı sürekli partinin gelişimine katkı sağlayamayacak bir konuma geldiğinde çekilmesini bilmesi gerekir. Eğer bunu seçim bazında alırsanız, bir- iki seçimde partinin aldığı oy oranını aşağı doğru bir trende dönüştürmüşseniz, artık seçimlerde sonuç elde edemeyen bir genel başkan konumuna düştüğünüzde partinin önünü tıkamaya hakkınız olmamalı, bir orda taze kana ihtiyaç vardır.”

 

         Bugün bu sözleri MHP yönetiminden söyleyebilecek bir Allah’ın kulu var mıdır? Elbette ihraç edilmeyi göze alırsanız olabilir.

 

          Bugün geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Bahçeli, seçim gecesi kurmaylarıyla yaptığı dar kapsamlı toplantıda, "istifa" taleplerini değerlendiriyor. Yola devam edeceğini vurgulayan Bahçeli, "Ben devam edeceğim, bu konuda farklı görüşleri olan varsa söylesin" diye konuşuyor. Kurmaylarından farklı bir ses çıkmayınca Bahçeli, bu işi tesadüflere bırakmasının söz konusu olamayacağını dile getirerek, "Ülkücü hareket birçok zorlu süreçten geçti. Ben mücadelemi devam ettireceğim beni ancak ülkücü irade gönderir. Onun dışında kimseye boyun eğmem" diyordu.

 

         Ülkücü irade neydi ki!!!... Ülkücü irade, MHP davasına gönül vermiş milyonlar mı yoksa parti yönetiminin kendi belirlediği bin kişilik delege heyeti mi? Eğer delegeler ise Sayın Bahçeli, MHP’nin oylarını yüzde birlere düşürse dahi kendisini o koltuktan kimse uzaklaştıramaz. Eğer MHP’ye gönül veren, oy veren milyonlarca ülkücü ise onların iradeleri seçimlerde görülmüştür.

 

         Biliyoruz, Sayın Bahçeli hiçbir zaman istifa etmeyecektir. Yeniçağ gazetesinden Ahmet Takan’ın açıklamalarını doğrularcasına istifayı düşünse dahi gerçekleştiremeyecektir. O gerçekten kendinse verilen görevleri mi yerine getiriyor?

 

         Daha, Turgut Özal zamanında seslendirilen bir proje vardı, “Türkiye’de iki buçuk parti kalacak.” Buçuk belliydi, ayrılıkçı terör örgütünün uzantısı parti. Diğer iki parti den biri, muhafazakâr kanatta yer alacaktı diğeri ise sosyal demokratları temsil eden bir sol parti olacaktı. Bugün bakıldığında, muhafazakâr partinin AKP, sosyal demokrat sol partinin de CHP’nin olacağı görülüyor. Eğer, 1999 seçimleri sonrası, MHP’nin başında genel başkan değil de lider olsaydı, bugün muhafazakâr partiyi temsilen, AKP değil de MHP olacaktı. Çünkü MHP’nin gençlik teşkilatı olan Ülkü Ocakları, teşkilatı ve hatta seçmen kitlesi çok daha dinamik ve enerjikti. Üstelik 1999 yılında çok önemli bir fırsat da gelmişti. MHP+DYP+ANAP partilerinden oluşan bir koalisyon hükümeti kurulacak, bu hükümetin Başbakanı Sayın Bahçeli olacaktı. Bahçeli bir süre sonra da cumhurbaşkanı olabilecekti. Ancak Bahçeli bu fırsatı elinin tersiyle iterek Ecevit’in ANAP ile kurduğu hükümette daha çok milletvekili çıkartmasına rağmen üçüncü parti pozisyonunda yer aldı. Üç buçuk yıl sonra hükümet bozuldu, seçime gidildi. Bu seçimde, MHP’nin yüzde 18 küsur olan oyları yüzde 8’e düşerek barajın altında kaldı.

 

        Adım adım, Türkiye iki buçuk parti projesine doğru mu götürülüyor. Yıllar içerisinde ülkücülerin bir kısmının CHP’ye, bir kısmının da AKP’ye oy verir hale getirilmesi, Ülkücü camianın adeta terbiye!!!! edilmesi maksadı mı güdülüyor? Dikkatlice analiz edildiğinde, batıdaki MHP’li seçmenlerin CHP’ye oy verebildiklerini, İç Anadolu ve doğuda ise AKP’ye çok rahatlıkla oy yöneldiklerini görüyoruz. Bir sonraki seçimlerde MHP barajın altında kalırsa, toparlaması gayrı mümkün değildir. Son seçimle birlikte, meclise girebilen 4 partinin haricindeki partiler tabela partisi haline getirildi. Yani iki buçuk partili Türkiye projesini önemli bir süreci başarıyla!!! gerçekleştirildi. Bu yönetimle, MHP’nin bir sonraki seçimlerde barajın altında kalma ihtimali hiç de düşük değil. Bilahare barajın altında kalan MHP’nin muhalefet yorgunu seçmeni nasıl bir rota izleyecektir? İslami hassasiyeti olan seçmeni AKP’ye, batıdaki daha liberal seçmeni ise CHP’ye yönelmeyecek mi?

 

        Birileri tarafından Türk siyasetini dizayn etmeye çalışan çevrelerin, bu hususta çok önemli mesafeler aldıkları görülüyor.

 

         Söylemem odur ki, MHP için tehlike çanları çalıyor. Ülkücü camia bu tehlikeyi göremiyorsa olacaklara katlanmaya da hazırlık yapsa iyi olur. Seçimden önce MHP’ye oy toplamak için çırpınan Ozan Arif bakın seçimden sonra ne demiş; Dava adamlığı, belki bir yağlı kemik kaparım umuduyla, mühürü elinde bulunduranlara yağ çekmek değil, dava adamlığı; davası uğruna çile çekmektir...”

 

        Çözümü Sayın Bahçeli daha önceki yıllarda çok net ifade etmiştir: “Bir- iki seçimde partinin aldığı oy oranını aşağı doğru bir trende dönüştürmüşseniz, artık seçimlerde sonuç elde edemeyen bir genel başkan konumuna düştüğünüzde partinin önünü tıkamaya hakkınız olmamalı, bir orda taze kana ihtiyaç vardır.”

 

        Çözüm, genel başkanı ve genel merkez yönetimi yenilenmeli, içerdeki, dışardaki ve diğer partilerdeki ülkücü-milliyetçi camiayı kucaklayan anlayışa sahip bir yönetim oluşturulmalıdır. Bugün Ülkücü camia güçlü bir şekilde Meral Akşener ismini seslendiriyor ancak, sadece genel başkan değişimi de yeterli faydayı sağlayamayacaktır. Hatta BBP, DP ve diğer milliyetçi partilere davetiye çıkartılarak onların da MHP’ye katılımı sağlanabilir. MHP’nin tek başına iktidar potansiyeli ve kapasitesi vardır. Bunu harekete geçirecek bir lider ve yönetimine ihtiyaç vardır. Başkalarının dayattığı, “İki buçuk partili Türkiye projesi” kabul edilemez. Bu projeyi yırtıp atmak da ülkücü camianın elindedir.

Yazarın Diğer Yazıları