Varol Yüksel

28 ŞUBAT'TA SAHLENENEN FİLMİ DAHA ÖNCE DE İZLEMİŞTİK

Varol Yüksel

  • 1581

28 Şubat sürecinde, TSK'lerinde; ileride yapılacak bir darbe girişimde, milleti tarafından kendisine emanet edilen silahı asla milletine çevirmeyeceklerini düşündükleri, darbenin akim kalmasında kendilerine en büyük engel olarak gördükleri samimi dindar subay ve astsubayların ordudan tasfiyesi; üst aklın yönlendirmesiyle gayet ustalıklı bir şekilde yürütülmüştür. Ordudan samimi dindar subay ve astsubayların tasfiye edilmeleri sıradan basit bir hadise değildir.


Bu dönemde kamuoyu;  her bir detayı titizlikle üzerinde çalışılarak planlanmış "algı yönetimleri" ile darbe heveslilerin tezgahlarını pazarlamaya müsait hale getirilmiştir.

Fadime Şahinler, Aczimendiler, Ali Kalkancılar, vb. figürler bu dönemin parlayan sahte yıldızlarıydı ve televizyon kanallarıyla evlerimize her gün misafir olmak suretiyle irticanın ne kadar tehlikeli bir şey olduğunun anlatılmasında ileriye sürülen artistleriydi.

Yaklaşan bir "irticai tehdid", "şeriat geliyor", "laik cumhuriyet tehlikede" vb. söylemler laik yaşam tarzını benimseyen kitleleri harekete geçirmeye yetiyordu.

Bu sürecin bu kadar etkili bir şekilde yürütülmesinde medyanın inanılmaz etkisi vardı, toplum katmanlarının yönlendirilmesinde ve toplumu "irtica paranoyası"  sarmasında baş rolü oynadı. Dindarlarla bir problemlerinin olmadıklarını, dine müdahale etmediklerini vurgulayarak tolumda yönlendirmeye çalıştılar. Bu hususta bir ölçüde başarılı da oldular.

Bu dönemde; dindar kesim bile ordudan tasfiye edilen samimi dindar subay ve astsubayların başlangıçta arkalarında durmakta tereddüt ettiler. "Ordu, dindar subay ve astsubayları niye ordudan atsın ki, bu işin içinde başka bir şey vardır" diye atılanlara şüpheyle yaklaştılar.

Bu dönemde atılanlardan birisi olan ben; "sadece dini vecibelerimi yerine getirmeye çalışan birisi olduğumu, eşimin başörtüsü kullanmasının siyasi bir simge olarak değil sadece Allah'ın emrini uygulamaktan ibaret olduğu" hususunu en yakın eş, dost ve akrabalarıma bile anlatmakta ne kadar zorlandığımı dün gibi hatırlıyorum.

TSK'lerinden Bayburtta vazife yaparken 1995 yılında YAŞ kararları ile ilişiğim kesildi. O günlerde beraber görev yaptığım, aynı zamanda hukuk fakültesinde okuyan, olayları objektif değerlendirme kabiliyetine haiz olan astsubay arkadaşım bana hitaben; "komutanım, ben sizi tanıyorum, ne kadar vatanperver olduğunuzu yakından biliyorum, dindar olduğunuzu da biliyorum, sizi niye ordudan atıyorlar ki?" diye üzüntüsünü belirttikten sonra; "ben daha önce ordudan atılanları işitiyordum ve kafamda bu kişiler antisosyal, irticacı, eşi kara çarşaflı, dar düşünceli insanlardır diye düşünüyordum ama sizi görünce ve yakından tanıyınca, ordunun dinle bir sıkıntısı olduğunu anladım " dedi.

Aslında taşı tam da gediğine koymuş, az ve öz bir sözle, hadiseyi o kadar güzel özetlemişti ki: Evet, o dönemde devlete hakim olan güçlerin düşünce dünyalarına bu görüş hakimdi. Dinin gereklerini yaşamaya çalışan samimi insanların varlığı bile onların sıkıntı duymalarına yol açıyordu...

Kamuoyunun; 28 şubat sürecinde; "tehlikenin farkında mısın?", "cumhuriyet tehlikede" vb. söylemlerle yapılacak tasfiye işlemlerine zemin teşkil etmek üzere yürütüldüğü yakın tarihe şahidlik edenlerin unutamayacakları gri propaganda çalışmalarıdır.

Aslında bu filmi bize 12 Eylül döneminde de izlettirmişlerdi. Kamuoyu; ülkede sözüm ona bir türlü önlenemeyen terör olaylarından, adam kaçırmalardan, üniversitedeki öğrenci olaylarından, banka soygunlarından, sokak hareketlerinden, kanaat öderlerine yapılan suikastlardan vb. terör olaylardan illallah diyecek duruma gelmiş, millet adeta kurtarıcısını bekler hale bilinçli bir şekilde getirilmişti.

Zamanın ordu komutanlarından Org. Selahattin DEMİRCİ' nin;"ihtilal olgunlaşsın diye Eylül ayını bekledik" sözü olaylara ışık tutması açısından çok manidardır.

Dönemin Başbakanı Süleyman DEMİREL'in: " 11 Eylül' de bitirilmeyen terör olayları 12 Eylül'de neden bıçak kesilir gibi kesilmiştir?" sözü çok anlamlıdır.

Terörde kullanılan silahların derin güçler tarafından terör olayından bir gün önce solculara bir gün sonra sağcılara verilmesini nasıl açıklayacağız?

Dönemin terörle mücadele etmekle vazifeli olan kurumlarının, terör olaylarına müdahale etmeyerek, olayları adeta bir seyirci gibi izlemelerini, 12 Eylül darbesinden hemen sonra teröristleri elleriyle koymuşlar gibi bir kaç içinde toplamalarını nasıl izah edeceğiz?

Planlar ustalıkla hazırlanıyor, sahnede oynananlara değil, sahne gerisinde oyunu sahneye koyanlara dikkat etmek gerekiyor...

Yazarın Diğer Yazıları