Varol Yüksel

BİLGE PAŞA'DAN TARİHİ ÇAĞRI...

Varol Yüksel

  • 3447

BİLGE PAŞA’DAN TARİHİ ÇAĞRI…

28 Şubat sürecinde başlayan ve toplumun tüm katmanlarındaki samimi dindar insanlara yönelik yapılan ve özellikle TSK’lerindeki subay ve astsubayın ordudan tasfiyesi ile neticelenen elim bir süreç yaşanmıştır.

Bilge paşa; dine, dindarlara, milletin milli ve manevi değerlerine yönelik olarak yapılan baskıcı uygulamanın toplumda ne gibi travmalara yol açacağını, toplumun esas dinamiklerini temelden sarsacağını, toplumu bekleyen tehlikeyi ve alınması gereken tedbirleri büyük bir ferasetle öngörmüştür.

Tarihi manifesto manasına gelen mektubu 1997 yılında kaleme alan Adnan TANRIVERDİ paşam, devletin en üst yetkililerine göndererek üzerine düşen vazifeyi tam olarak yerine getirmiştir

15 Temmuz alçak darbe girişimi; 28 Şubat sürecinde dine ve dindarlara karşı oluşturulan baskıcı uygulamanın bir neticesidir. Bu süreçte özellikle TSK’lerinde vazife yapan subay ve astsubaylara uygulanan baskı öylesine dayanılmaz hale gelmiştir ki, bu baskıya karşı dini yaşantısından taviz vermeyen dindar subay ve astsubayların büyük kısmı ordudan atılmıştır. Emeklilik hakkını elde eden personel ise; hiç istemedikleri halde zoraki olarak emekliliklerini istemek zorunda bırakılmışlardır.

Bu süreçte FETÖ; mensuplarına dindar olma vasıflarını kaybetmeleri, namazı açıktan kılmamaları, oruç tutmamaları, eşlerinin başlarını açmaları, içki içmeleri gibi saçma sapan ve dini ve ilmi hiçbir dayanağı olmayan ve hiçbir şekilde kabul edilemeyecek talimatını vermiştir.

Bu talimat; FETÖ mensupları tarafından anında uygulanmış, bu sayede FETÖ mensupları tamamen gizlenmiş ve takiyye yolu seçilerek samimi dindar subay ve astsubayların ordudan tasfiyesinde de mühim rol oynamışlardır. Devletin tüm kurum ve kuruluşlarına özellikle orduya haince sızmışlar ve bugünlerde yaşadığımız hain darbe kalkışmasına zemin hazırlamışlardır.

Bilge paşanın 1997 tarihli tarihi ikazlarına kulak verilseydi, milletin milli ve manevi değerlerine ters düşen uygulamalarına son verilseydi, 15 Temmuz darbe kalkışmasını bugünlerde yaşamıyor olacaktık.

“Tarih’i tekerrür diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”  diyen milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy ne kadar da haklı.

Şimdi sizleri, her bir satırı dikkatle ve ibretle okunması gereken tarihi mektup ile baş başa bırakıyorum. Buyurun hep beraber okuyalım.

28 ŞUBAT DARBESİNİN LİDERİ KONUMUNDAKİ ŞURA ÜYELERİNE MEKTUP

(Aşağıdaki mektup, zamanın Genelkurmay Başkanına hitaben elle yazılarak, 03 Ocak 1997 tarihinde, gereği için zamanın Gnkur. Bşk. İsmail Hakkı Karadayı, bilgi için de zamanın Başbakanı, MSB'nı ve Yüksek Askerî Şuranın 6 Karacı Orgeneral üyesine posta ile gönderilmiştir. Daha sonra da bir vesile ile zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e ulaştırılmıştır. ASDER tarafından hazırlanıp bastırılan "Ben Disiplinsiz Değilim" Kitabında da aynen yer almıştır.

BU KIYIMI DURDURUN

(03 OCAK 1997)

Sn. Genelkurmay Başkanım,

Aralık 1995, Ağustos ve Aralık 1996 aylarında toplanan Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararlar ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) 150’nin üzerinde subay ve astsubay tasfiye edilmiştir. Bu sayının 130 kadarı dinî inançlarından ve dinî inançları nedeniyle eşlerinin kıyafetlerinden dolayı ihraç edildiği bilinmektedir.

Son dört yıl TSK’nde general rütbesinde görev yaptım. Emrimde 1-3 yıl arasında görev yapmış 20 kadar subay (Sb.) ve astsubay da (astsb.) son üç Şûra kararıyla TSK’den atılmıştır. Bu personeli yakinen tanıyorum. Emrimdeki en çalışkan, en disiplinli, vazifesine en çok bağlı, sağlam karakterli, devletini ve Milletini seven, Cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı personelimin başında gelen Sb. ve Astsb.’lardı. Çoğu başka amirleri tarafından da her görevinde örnek gösterilmiş, şahsî dosyaları takdir ve teşekkürle dolu kişilerdi. Hemen tamamının amirinden alınmış disiplin cezası dahi yoktu. Ortak yanları, iman ve ameli ile samimî birer Müslüman olmaları, bazılarının da eşlerinin, inançlarının gereği giyinmeleridir. Emir komuta ettiğim 2’nci Zırhlı Tugay Komutanlığından 19.08.1995 tarihinde görevimdeki değişiklik nedeniyle ayrıldım. Ayrılışımı müteakip mahiyetimde bulunmuş olan bu personelin çoğunun Aralık 1995 YAŞ Kararları ile Subay ve Astsubay Sicil Yönetmeliklerinin ilgili maddeleri gereğince disiplin ve ahlâkî durumları nedeniyle TSK ile ilişkileri kesildi.

Kendimin de kadrosuzluk gerekçe gösterilmesine rağmen, dinî inançlarımdan dolayı emekliye sevk edildiğimi değerlendiriyorum. Devletime ve Milletime, çok sevdiğim TSK bünyesinde hizmet verme imkânımın elimden alınmış olmasının vermiş olduğu üzüntü ve burukluk dışında, şahsım için hiçbir talebim olamaz. General rütbesine kadar 32 yıl süre ile Devletime ve Milletime, kendimce doğru bildiğim ve inandığım şekilde hizmet verme imkânı tanıdığı için Allah’ıma şükrediyorum. Hizmetten alıkoyanlarla hesabımın Mahkeme-i Kûbra’da görülmesini isterim.

Daha öncekilerde olduğu gibi; TSK’ne zarar gelmesin, Devletimizin sayısız sorunları içinde, TSK’nin bu meselesine de bildiklerim ve gördüklerimle müdahil olarak, yaratılan sıkıntılara iştirak etmemek için, son YAŞ kararları karşısında da sessiz kalmayı yeğlemiştim. Ancak, Aralık 1996 YAŞ Kararları ile tasfiye edilen subay ve astsubaylar hakkında, yukarıda belirttiğim gerçekler ortada iken:

Gnkur. Bşk.’lığınca; YAŞ Kararları ile ihraç edilen personelin inançlarından dolayı değil, disiplinsizliklerinden dolayı TSK’den atıldığı,

Sn. Milli Savunma Bakanı tarafından; ihraç edilen personelin inançlarından dolayı değil, disiplinsizlikleri nedeniyle atıldığı, kışlaya siyasetin sokulmaması gerektiği,

Sn. Başbakan tarafından; inançları dolayısıyla hiçbir personele işlem yapılmadığı, atılanların disiplinsizlik ve ahlâki durum nedeniyle atıldığı,

TSK’den atılanların Kamu Kurum ve Kuruluşlarına alınmaması için TBMM’nde bazı parti gruplarında kanun teklifi hazırlanabileceği,

hususlarında, basın ve yayın organlarında çıkan haberler, beni bizzat şahit olduklarım karşısında derin bir üzüntüye sevk etti. Bu sahipsiz çocukların maruz kalığı muamele ve Milletin yanıltılması karşısında rahatsız oldum. TSK’nin geleceği hakkına endişe duymama sebep oldu.

Bu çocukların dinî inançlarından dolayı TSK’den atıldığını siz biliyorsunuz, ben biliyorum, atılanlar biliyor, atılanların sıralı Komutanları biliyor, mesai arkadaşları biliyor. En önemlisi Allah (c.c.) biliyor. O halde bunu Milletten saklama gayreti içine neden giriliyor? Açık açık söylense ya. Bir suç isnat edemeden, sübjektif değerlendirmelerle inançlı personelin tasfiyesi çok yanlış olduğu bir tarafa, bunu Milletin gözünden kaçırmak ve onu yanıltmanın Millete ihanet (güvenine) mesabesinde olduğu kanaatindeyim. Rütbeleri ve makamları veren Milletin, kendi inancını paylaşan Subay ve Astsubayların ordudan tasfiye edilip, Silahlı Kuvvetlerinin kendisine yabancılaştırıldığını hissettiği zaman göstereceği tepkiden mi korkuluyor? Sonra Millet ve Devlet o makam ve rütbeleri kendi özüne uygun bir Silahlı Kuvvet oluşturmak için mi verdi, yoksa özüne yabancı bir Silahlı Kuvvet oluşturmak için mi?

İslam inancına samimî olarak bağlı oldukları için TSK’den atıldıkları halde; bu insanlara neden başka yafta takılır? Merak ediyorum.

Sevdikleri meslekleri ellerinden alınıp, kundaktaki bebeğiyle, eş ve çocuklarıyla kış kıyamette, doğuda-batıda, aile ve memleketlerinden uzak illerde sokağa bırakılan bu insanlara, bir de kamu kurum ve kuruluşlarının kapısının kapatılması neden düşünülür? Bu kin ve hınç nedendir? Bu personelin işlediği suçları (ki bu suç ise) Sn. Başbakanımız ve bazı Bakanlarımız dahil, işleyen çok sayıda Kamu Görevlisi vardır. Onların da Kamu Kurum ve Kuruluşlarından uzaklaştırılması mı gerekecek?

Sayın Başbakanımız, inançlarından dolayı değil disiplinsizliklerinden dolayı kendisine getirilen dosyaları imzaladığını açıklıyor. TSK’de disiplinin temini için:

Amirlere verilmiş cezalandırma yetkisi,

Tamamı hakim sınıfı dışındaki personelden oluşturulan DİSİPLİ MAHKEMELERİNDE yargılama ve cezalandırma imkânı,

Hakimlerin çoğunlukta bulunduğu ASKERÎ MAHKEMELER tarafından yargılama ve cezalandırma imkânı,

ASKERÎ YARGITAY TARAFINDAN yargılama ve onaylama imkânı,

ASKERÎ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ tarafından yargılama imkânı

varken, tüm bu organları devre dışı bırakıp, kasıtlı ve maksatlı kişilerce hazırlanmış, dosyalar üzerinden, kişilerin savunması dahi alınmadan, düzmece suçlar isnat ederek haklarında hüküm vermek hukuk ve adalet kavramı ile bağdaşır mı? Yüksek Askerî Şûra mahkeme midir? Bu fonksiyonu da var ise, Millet adına diğer Mahkemelerin usul ve esaslarına göre çalışmalıdır. Zanlıyı kimin hazırladığı belli olmayan düzmece suç ve dosyalarından yargılamak yerine, huzura çağırılarak ve savunma imkânı da verilerek yapılmalı ve karar verilmelidir. YAŞ bir mahkeme değil ise, bu tür personele ait kararlar Kuvvet Komutanlıklarına bırakılmalı, kararları içine sindiremeyenleri, yine hakimleri askerlerden oluşan Askerî Yüksek İdare Mahkemesine başvurma hakkı tanınmalıdır. Halen yapılan uygulamanın hukukîliği bir yana yasal olduğu bile tartışılabilir.

Diğer taraftan:

Her hangi bir şekilde dinî eğitim görmüş (İmam Hatip Liselerinde veya çeşitli kurslarda) personelin Askerî okullara girmesi engellenmekte,

Yanlışlıkla girmiş olanlar, Askerî okullardan disiplinsizlik nedeniyle atılmakta,

Askerî okullardaki SAMİMÎ Müslüman öğretmenler disiplinsizlik nedeniyle ya TSK’den atılmakta, ya da askerî okullardan ve öğretmenlikten uzaklaştırılmakta,

Bu tedbirlere rağmen hala inancının gereğini yerine getirebilen Subay ve Astsubaylar kalmış ise, onlar da bir bir tespit edilip, disiplinsizlik maskesiyle Ordudan ihraç edilmektedir. Son 4-5 yıldır uygulanan baskılar nedeniyle Ordu Mensupları ibadetten uzaklaştırılmakta ve inançlı personelin Ordudan atılmasına katkı sağlamak prim yapmaktadır.

EĞİTİM SİSTEMİMİZDEKİ ÇARPIKLIK:

Bu gün ülkemizde faaliyet gösteren çok sayıda yabancı okul vardır. Bunların yabancı öğretmenleri Hıristiyan Misyoneridir. Bu okulların gayesi apaçık bellidir. Kendi kültürlerine ve ulusal menfaatlerine uygun eleman yetiştirip faaliyette bulundukları ülkelerin yönetim kadrolarına getirmektir. Eğitim süresince bu okullarda, öğrencilerine kiliseler gezdirilir ve Hıristiyan kültürüne uygun hava içinde eğitim yaptırılır. Bu okullardan yetişen gençlerimizin büyük bir bölümü İslâm’a ve Millî Kültürümüze yabancıdır. (Yabancı kolejlerde yetişip, Hıristiyanlığı öven bir vali ve Osmanlı’ya küfreden bir kaymakam tanıyorum.) Bunlar Askerî Okullara girebilir. Her türlü üniversiteye girebilir. Devletin her kademesinde (tercihen) görev alabilir. (Üst düzey bürokrat, mülkî idare amirleri ve hariciye kadrosu incelendiğinde işin vahameti daha açık olarak anlaşılabilir.)

Fakat Millî Eğitim Bakanlığımızın tespit ettiği müfredata bağlı olarak, Millî Kültürü oluşturan dersler yanında, bir kısım İslâmî bilgileri ihtiva eden derslerin de Türk Öğretmenler tarafından verildiği İmam Hatip Liselerini bitirenler Askerî Okullara giremezler, Üniversitelere girmeleri engellenir, Devletin üst düzey idarî kadrolarında görev almaları yadırganır.

Askerî Okulların disiplin kuralları, titizlikle seçilip gönderilen idarî personeli, samimî İslâm inancını benimseyenleri temizlenmiş öğretmen kadrosu, İslâmî motivasyona tabî tutulmamış olmaları bakımından titizlikle seçilerek alınan öğrencileri, öğretim süresince din karşıtı baskı göz önünde bulundurulduğunda, buralardan mezun olan Sb. ve Astsb. Adayı ile Sb. ve Astsb.’ların İslâm Dinine bakış açılarının nasıl olabileceğini değerlendirmek zor olmasa gerekir.

Eğitimde öğretmenin çok önemli bir faktör olduğunu tekrarlamak fazladır. İdareci ve öğretmen kadrosu eğitim ortamını oluşturur. Denizdeki balığı gölde de yaşatabilirsiniz, ancak o balık artık göl balığı olur. Osmanlı Devletinin fütuhat dönemlerinde zekî Hıristiyan çocukları devşirilir, ilim ve irfan verilir, Müslüman yapılır ve devlet hizmetlerinde kullanılırdı. Şimdi ise en akıllı Müslüman çocukları devşirilerek yabancı okullarda ve din eğitiminden yoksun Devlet okullarında Laiklik adına dinine duyarsız hale getirilerek Devlet ve Silahlı Kuvvetler hizmetlerine sunulmaktadır.

Kanaatimce, ülkemizi kargaşa ortamına götüren bu günkü açmazı buradadır. Bu açmazdan çıkış da TSK tarafından engellenmektedir. Bu tablo %99’u Müslüman olan TC Devletinin geleceği için büyük bir tehlike oluşturmaktadır.

Bu gün aydınlarımız, maalesef yarım aydındır. Müslümanım der ama İslâmî hiçbir eğitim görmediği ve okumadığı için Müslümanlığı sözde kalır. İslâmiyet’i yaşaması bir yana, dini hakkında en basit bilgilere bile sahip değildir. İslâmiyet’i Ramazan ayında oruç tutmak ve bayramdan bayrama camiye gitmek olarak bilir. Bir de ülkenin yönetiminde söz sahibi olduğu için, inandıklarını samimî olarak yaşamak isteyenleri mürteci, dinci, radikal İslâmcı, şeriatçı, gerici, yobaz, dinî örgüt üyesi, tarikatçı, takunyalı, takkeli, çember sakallı, çağ dışı ideolojiye sahip gibi sıfatlarla nitelediğinden, İslâm Dinine, Milletin birliğini sağlayacak temel harcına büyük zarar verirler. Müslümanları idareden tasfiyeye çalışırlar.

İslâm Âlimleri insanı sosyal bakımdan:

Medenî İnsan: Dünya ilimlerine vakıf ve kendisine yetecek derecede İslâmî bilimleri de bilen, Allah’tan(cc) da korkan insanı medenî,

Zalim İnsan: Dünya ilimlerine vakıf, fakat İslâmî ilimlerden habersiz ve Allah’tan (cc) da korkmayan insanı zalim,

Vahşi İnsan: Ne dünya ne de İslâmî bilimlerden nasibi olmayanlar da vahşî,

İnsan olarak vasıflandırmaktadırlar.

Allah(cc) Milletimizi zalim yöneticilerden ve zulmünden korusun.

YÖNETENLER MİLLETİN ORTAK DEĞERLERİNE SAHİP OLMALIDIR:

Nasıl bir çekirdek meyvenin bütün özelliklerini kuvvetlendirilmiş olarak kendinde taşır ise; her asker de (politikacı, bürokrat, hukukçu, öğretim görevlisi vb.) toplumu millet yapan bütün değerleri benliğinde fazlasıyla taşımalı ve milletin kültürel değerleri ile yoğrulmalıdır.

Askerler, özellikle generalleri, kuvvetli birer milliyetçi, koyu birer dindar olmalı, dilini en iyi konuşan, tarihini, ırkını, sanatını, kültürünü ve coğrafyasını en iyi bilmelidir. İnsanını bütün yöresel özellikleri ve kültürel değerleri ile çok iyi tanımalıdır. Bütün bunlardan sonra da yabancı din ve kültürleri öğrenmelidir.

Nüfusunun %99’u Müslüman olan bir ülkede, devlette söz sahibi olanların İslâm dinini bilmemeleri (inanmasa ve uygulamasa dahi bilmesi saygılı davranması gerekir. İnansa ve uygulasa daha iyi olur) devlet ile millet arasında uçurum meydana gelmesi için yeter sebeptir. Bu halin olduğu bir devlette de, eninde sonunda ya devlet milleti tasfiye eder, ya da millet devleti tasfiye eder. Allah(cc) her ikisinden de bizi korusun. Herkes Müslüman’ım diyor. Ancak, Müslümanlar da yine Müslümanlardan çekiyor.

Müslüman’ım diyen insanları tasnif etmek gerekirse, karşımıza aşağıdaki tablo çıkar:

Samimî Müslümanlar: Îmanı tam, Kur’an ve Sünnete uygun ibadetlerini yapan, Dinî emir ve yasaklara tam olarak uymaya çalışan insanlardır. Kendilerini gizleyemezler ve çevrelerinde hemen fark edilirler.

Gevşek Müslümanlar: Îmanı tamdır. İslâm’ın şartlarına emir ve yasaklarına inanırlar ancak ibadetlerini yerine getirmezler veya aksatırlar. Büyük-küçük günah işlerler. İslâm’ın şartlarının günümüzde yaşanamadığını, kalplerinin temiz olduğunu, günahları var ise de öbür dünyada Allah(cc)’ın affedeceğini düşünürler. Dinî bir eğitim almamışlardır. Kur’an ve Sünnet hakkında kulaktan dolma bilgilere sahiptirler.

Gayri Samimî Müslümanlar: Bunlar ne inanırlar, ne de İslâm’ın emir ve yasaklarına uyarlar. Müslümanların yanında Müslüman olduklarını söyler, zorda kalınca Müslüman gibi davranırlar. Bunlar dinimizde münafık olarak tanımlanırlar.

Müslüman toplumlarda birinci ve üçüncü kategorideki Müslüman sayısı az, ikinci kategorideki Müslüman ise çoğunluktadır. Üçüncü kategoriye girenler devlet kadrolarında kritik kadroları işgal ederek, çok esaslı bir şekilde örgütlendikleri için, ikinci kategoridekileri de kullanarak, birinci kategoridekileri tasfiye ediyorlar. Ülkemizde de işin özünün buna yakın olduğunu akla en uygun buluyorum.

İslâm’da amelsiz îman, kapısı açık kafesteki kuş gibidir. İlk fırsatta uçup gider. Bu nedenle, ülkemizde mevcut uygulama devam ederse, ikinci kategori de üçüncü kategoriye kayacak, Devletimizin temel kurumları ve teminat olarak gördüğümüz müesseseler, orta vadede Milletimizin başına bela olacaktır. Bu hususu asker ve sivil bütün yetkililerin dikkatine sunuyorum.

ÜLKEMİZ VE ORDUMUZ İÇİN GERÇEK TEHLİKE İSLÂM MI?

TSK içinde dinî bir örgütlenme olduğuna inanmıyorum. Olsaydı, inançları nedeniyle tasfiye edilenlerin yerine başkaları tasfiyeye tabi tutulurdu. Ancak, İslâm dini karşıtı bir örgütlenme olduğuna inanıyorum. Bu örgütlenme sadece TSK’deki inançlı personel için tehdit teşkil etmiyor. Devletin tamamı ve Milletin kendisi için de büyük bir tehlike yaratıyor.

Çoğunlukta olanların darbeye ihtiyacı yoktur. Ancak, menfaatlerini kaybedeceklerini hisseden ve önemli güçleri elinde bulunduranlar esas darbecilerdir. Ordu içindeki din karşıtlığı akımının bu açıdan da değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Aksi takdirde Ordunun içi temizlendikten sonra sıra Milletin içinin temizlenmesine de gelebilir.

Orduya siyaset karıştırılmasın isteniyor. Çok haklı bir talep. Asker ocağı dindarı-dinsizi, laiki-antilaiki, solcuyu-sağcıyı, Türkü-Kürdü, doğulusunu-batılısını, köylüsünü kentlisini bir potada eritip aynı ülkü istikametine sevk eden mukaddes bir ocaktır. Bu işlevini yapabilmesi için, bütün siyasî görüşleri, bütün etnik grupları, bütün inançları kavrayabilecek hoşgörüyü gösterebilen Komuta yapısına sahip olması gerekir. Hükümet kuruma çalışmaları sırasında ve dinî çevrelere karşı bizzat Komutanların, bu tarafsız ve siyaset dışı tutumu sergilediklerini söylemek mümkün mü?

Siyasetle, dünya rütbe ve makamı ile alakam yok. Bana dinci dendiğini biliyorum. Görev sürem boyunca inandığını tatbik etme gayreti içinde olan ve bu platformda Milletime vermek zorunda olduğum hizmeti yerine getirmek isteyen bir yapı düşünceye sahip oldum. Böyle iken din karşıtı bir sol partinin bir ilçe merkezinde hakkımda söylenenlerle, bir cem evi yöneticisinin yüzüme karşı söylediklerini, yetkili-yetkisiz askerî ağızlardan da duydum.

Kanaatin odur ki, Ordunun inançlı personeline yapılacak işlemler bu merkezlerde tespit ediliyor. Bu merkezlerin Ordu içinde kendini gizleyebilen uzantıları tarafından bu kişilerin dosyaları hazırlanıyor ve Şûra’nın gündemine getiriliyor. Sonuç malum. Ordu içinde bu tip kişilerin sığınağı ATATÜRKÇÜLÜK ve LAİKLİKTİR. Atatürk’ü din düşmanlarının liderliğinden kurtarmak her Komutanın baş görevi olmalıdır.

Kendi inançlarını topluma ve TSK’ne dikte edenler laik; inancı istikametinde hareket edip başkalarının inançlarına karışmayan ve hoşgörü ile bakabilen inançlı kimseler ise anti laik sayılıyor. Laiklik ilkesinin din düşmanlarının tekelinden kurtarılması da her Komutanın millî ve vicdanî görevidir. Eğer TSK ve TC Devleti için tehdit arıyorsanız, inançlı personelin TSK için zararlı olduğunu ispatlamaya çalışan TSK mensuplarını araştırmaya başlayınız. Sonuç daha sağlıklı olur.

KENDİ DİN ANLAYIŞINIZI NEDEN TSK’YA DİKTE EDİYORSUNUZ?

Mensup olduğu dine samimî olarak inanan ve inancının gereklerini yerine getiren insanların bu Millete, Devlete ve TSK’ne ne zararı olabilir? Bilakis bu kişiler dinlerine samimî olarak bağlandıkları gibi, sağlam karakterleri ile Devletine, Milletine ve onun kanunlarına da samimi olarak bağlanırlar. İnancı nedeniyle başlarını kapatan kadınlarımız, bir örgüt üyesi oldukları için veya Devletin mevcut yapısını değiştirmek istedikleri için kapatmıyorlar. Allah korkusundan ve Ahiret korkusundan dolayı kapatıyorlar. İnandıklarını yaşayanlar da böyledir.

Bu insanlar Allah’tan korkar, Devletine ve Milletine hizmeti ibadet sayar. Bu uğurda hayatını seve seve feda etmeyi arzu eder. Komutanlarına bağlı ve saygılıdır. Kul hakkı yememek için büyük gayret sarf ederler. Kanaatkârdırlar. Aldığından çok vermeyi arzu ederler. Dedikodu yapmazlar. İçki, kumar, işret gibi kötü alışkanlıklardan kaçınırlar. İnsanları severler. Her görüş ve düşünceye hoşgörü ile bakarlar. Herkesin hakkını ve hukukunu teslim etmeye çalışırlar. Tehlikeden ve ölmekten korkmazlar. Hedefleri kâmil insan olmaktır. Bunun için sürekli ibadet yaparak nefislerini terbiye etmeye çalışırlar.

Sn. Genelkurmay Başkanım,

Bu tip insanlar TSK için ne gibi bir tehdit teşkil edebilir? Neden bunları damgalayıp damgalayıp TSK dışına çıkarıyor ve böylesine iyi insanlardan Ordumuzu mahrum ediyorsunuz? İnançlarına dokunmadığınız sürece bu insanların Devlete faydasından başka bir etkisi olamaz. Neden gerçekten laik olamıyorsunuz? Neden kendi din anlayışınızı TSK’ne dikte etme gayreti gösteriyorsunuz, anlamak mümkün değildir.

İslâm’ın bir tek şekli varken; bu dine inanıp, dinin esaslarını nefsinde uygulamak isteyen TSK’nin şerefli mensuplarını (olduklarından başka görünemedikleri, ikiyüzlü ve riyakâr olmadıkları, içi ne ise dışı da aynı olduğu için, rüzgâra göre eğilmedikleri için şerefli insandırlar) laiklik karşıtı olarak göstererek ve inançlara karşı hoşgörüsüz tutum ve davranışınızla TSK ve Millet için laik-antilaik ayırımı için gösterilen gayretlere yardım etmiyor musunuz? Dinin emirlerinin bir kısmını yapıp bir kısmını yapmamalarını insanlardan nasıl isteyebilirsiniz? Allah’ı ile kulu arasına neden giriyorsunuz? Bu insanlar Kur’an-ı Kerim okuyorlar, Hadis-i Şerifleri okuyorlar, Fıkıh kitapları okuyorlar; Kâinatı, alemleri, dünyayı, kendisini ve sayısız nimetleri yaratan Allah’ın(cc) emirleri dışına nasıl çıksınlar? İnsanları neden bu çelişki içine sokuyorsunuz? İnsanların bu itaat duygularından devlet hizmetinde yararlanma imkânı varken, neden bağnaz saplantılarla bu insanları dünya ile Ahiret arasında sıkıştırıyorsunuz?

Samimi İslam inancına sahip olanlardan; ne TSK’ne, ne Millete, ne Laik Cumhuriyete, ne Demokrasiye ne de Devlete zarar gelmez. Bilakis bu tür insanlar ne kadar çoğalır ise devletin gücü o kadar artar. Türk ve İslam tarihi incelendiğinde bu sözümün doğruluğu görülmez mi? Zaten bu tarihimizle övünmüyor muyuz? Sultan Alparslan elli dört bin kişilik ordusuyla, iki yüz bin kişilik Bizans ordusunu bu inanca sahip Komutan ve Askerleriyle yendi. Kendisinden on kat fazla Sırp ordusuna karşı Sırp Sındığında bu inanca sahip Komutan ve Askerlerle zafer kazanıldı. Kosova, Mohaç, İstanbul’un Fethi, Çanakkale, Sakarya ve Büyük Taarruz böyle kazanıldı. Tarihimizde ecdadımız, samimi İslam inancına dayanarak medeniyetler kurarken, siz bugün bu inancı devletimiz için zararlı bir akım olarak görüyorsunuz. Bunu anlamak mümkün değildir.

Samimi İslam inancı; İlmi emreder, teknolojinin nerede bulunursa alınmasını ister, insanlara insanca muamele yapılmasını emreder. Herkesin dinine ve inancına saygılı davranmayı, inancını başkasına dayatmamayı emreder. Kendi inancında olanında olmayanın da hakkına ve hukukuna riayeti emreder. Demokrasi ve Cumhuriyete karşı değildir. Devletine, Milletine ve Dinine saldıranlarla girdiği mücadele sonunda iki güzelden birine sahip olacağına inanır. Biri Şehitlik diğeri de gaziliktir. Hal böyle iken İslam’ı, gerici, zararlı göstermek ancak İslam’ı bilmemenin sonucudur. Öğrenmek kişiye farzdır. Devlet buna yardımcı olmalıdır.

İNANÇLI PERSONELE BASKI DÖNEMİ;

Sayın Genelkurmay Başkanım,

TSK Personeli üzerindeki din karşıtı baskı benim gözetleyebildiğim kadarıyla, zatı alinizin Kara Kuvvetleri Komutanı olmanız ile başladı. Uygulamaları sıralamak gerekirse;

Kara Kuvvetleri Komutanı olduğunuz yıl;

Önce Askeri okullarda eşlerinin başı kapalı ve dindar olanlar tespit edildi.

Sonra, atama döneminde, bu personel bütün askeri okullardan kıtalar pasif görevlere tayin edildi.

Aynı şekilde sınıf okullarında da benzer nitelikteki personel bu eğitim müesseselerinden uzaklaştırıldı.

Genelkurmay Başkanı olmanızı müteakip;

TSK birlik ve karargâhlarında samimi İslam inancına bağlı veya eşinin başı kapalı subay ve astsubaylar tespit edildi. (Nasıl tespit edildiğini bilmiyorum. Ancak üçüncü kategori Müslümanların oluşturduğu bir teşkilat tarafından emir-komuta zinciri dışında tespit edildiğini zannediyorum)

1994 yılının Aralık ayında toplanan Yüksek Askeri Şûrada bu personelin durumu görüşüldü. Haklarında işlem yapılmak üzere, isim listeleri gayrı resmi olarak birlik komutanlıklarına yayınlandı. Özlük hakları kısıtlandı. Harp Akademileri, Lisan Okulları, dış ve iç kurslarda öğrenim hakları ellerinden alındı.

Subay ve Astsubayların resmi elbise ile camiye ve cemaate katılıp namaza durmaları yasaklandı. Şehit cenazelerinde bile cenaze namazı kılınırken askerler protokol yerinde bekletildi.

Benim görev yerim değiştirildi. Yerime özel olarak görevlendirildiğini belirten bir general (Tuğg. D.S.) atandı. Bu general tarafından tugayda İslam’a ait ne varsa ayakaltına alındı. Bu tutum ayyuka çıktı. Fakat hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Bilakis destek gördü. %99’u Müslüman olan ülkemizde, bu generalin inançlı personeline yaptığı zulmün benzeri Bosna’da Sırplar tarafından Boşnaklara yapılmamıştır.

Kışla camileri subay ve astsubaylara yasaklandı. Minarelerinin yıkılmasına teşebbüs edildi. Mesai saatlerinde camiye gitmek, namaz vakitleri dışında camiyi açmak, kışlada cami dışında namaz kılmak yasaklandı.

Eşlerinin başı örtülü subaylara örgüt üyesi muamelesi yapıldı. Kantinlerden, orduevi, gazino ve kamplardan yararlanmaları yasaklandı.

Subay ve astsubaylar eşleri ile birlikte toplantı ve eğlencelere katılmaya zorlandı. Katılmayanlar hakkında işlem yapıldı. Bu toplantılar inançlı personeli tespit etmek için kullanıldı.

Kapalı hanımlar ve sakallı beyler askeri lojmanlar dahil askeri mahallere sokulmadı.

Eşinin başı kapalı olan uzman personelinde sözleşmeleri iptal edilmeye başlandı.

Bazı kışlalarda oruç tutmak yasaklandı. Oruç tutmayı kolaylaştıracak tedbirler alınmadı.

Bazı kışlalarda namaz kılan erbaş ve erleri tespit için asker çocuklarından istifade edildi.

Bazı kışlalarda mesai ve namaz vakti çakışması ve cami dışında namaz kılma yasağı nedeniyle erbaş ve erler ya dolap arkalarında ya da arazide tümsek gerilerinde namaz kılma durumunda bırakıldı. Yakalananlar cezalandırıldı.

Harp Akademileri gibi eğitim müesseselerinde baskı daha da ağırlaştırıldı. Eşler arasında konuşmalarda “Allah” adının söylenmesi, “inşallah”, “elhamdülillah”, “Allah’a şükür” gibi İslam’i sözlerin söylenmesinden endişe edilen bir ortam yaratıldı.

Bazı kışlalara erzak taşıyan kamyonlar, üzerinde “Allah Korusun” yazısı bulunduğu için kışlaya sokulmadı.

Eşinin başı kapalı veya kendisi alkol almayan personele, kendisin alkol alması ve eşinin başını açması için baskı yapıldı. General rütbesindeki komutanlar arasında, kapalı subay ve astsubay eşlerinin başı açtırmak övünç ve takdir vesilesi yapıldı.

Bazı komutan eşleri tarafından, subay ve astsubayların kapalı eşlerine hayatı zindan edecek tarzda baskılar yapıldı.

Kritik görevlere kıt’a komutanlıklarına belirli ideolojiyi benimseyen personel atandı.

Şeriatçı basın olarak nitelendirilerek, sağ görüşlü televizyon yayını, gazete dergilerin kışla, lojman ve kantinlere sokulması yasaklandı.

Döneminizde TSK tarihinin en büyük din karşıtı baskıya maruz kaldı. Zannederim tarihinin en büyük tasfiyesini de yaşadı. %99’u Müslüman olan bir milletin ordusuna bu uygulamalar reva mıdır? Bulunduğunuz makam herkese nasip olmaz. Ancak çok büyük sorumluluğu vardır. Dünya hayatı imtihan yeridir. Rütbeler ve makamlar gidici, ömür biticidir.

Bir gün emri hak geldiğinde hepimiz dünyamızı değiştireceğiz. Sırtımız kara toprağa getirilip mezar kapakları üzerimize kapandığı ve yaratanın huzuruna çıkarıldığımı zaman bütün mazeretler silinecek. Gerçek niyet ve icraatımızla baş başa kalacağız. İslam tarihi ve yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in hemen her suresinde; her peygamberin ümmetinden inananlara zulüm edenlerden ve bunlara verilecek azaptan bahseder. Dinimizin gereklerini eksiksiz bilmemiz hepimizin birinci görevlerindendir. İslam fıkhını bilmemek büyük yanlışlıklar yaptırır. Dinimiz vecibelerini yerine getirirsek bize kim ne diyebilir? Kime ne zararımız olur? İnanın bu millet sizi göklere çıkarır.

Siz veya Şûra üyelerimiz bir gün bir Cuma namazına gitseniz, camide ve cemaatle görülseniz dünyanızı ve ahiretinizi beraber kazanırsınız zannediyorum. Laikliğe neden aykırı olsun? Öbür dünyada herkes kendi hesabını vermekten sorumludur. İbadet yapmayı ancak din düşmanları laikliğe aykırı görür.

YANLIŞ UYGULAMALAR MİLLETİMİZİ ÜZÜYOR

TSK’ndeki yanlış uygulamalar sonucunda, Müslüman halkımız maalesef subayları ve generalleri dinsiz biliyor. Bu töhmet bile insanın helak olması için yeterlidir. Eğer milletimiz generalini, subayını ve astsubayını camide ve cemaatle birlikte görsün, ülkemizde yaşadığımız kargaşanın ve sorunların büyük kısmı sona erecektir. TSK olarak yanlış davranışlarımız aydın bildiğimiz bir kısım din düşmanı çevrelerin Atatürkçülük ve laiklik maskesi arkasına sığınarak, milletin evlatlarına zulüm etmesi için cesaret veriyor. İnsanımızın kafası karışıyor. Neden nüfusun çoğunluğunu oluşturan temiz inançlı insanımızın yüzünü güldürecek davranışlardan kaçınıp da dinimize düşman unsurları sevindiren ve cesaretlendiren hareketleri yapıyoruz anlayamıyorum.

Memleketimizde şer odağı tüm güçleri ile etkisini sürdürüyor. Amacı, memleketimizin manevi İslam’i değerlerini yok etmektir. İslam’a ait olduğunu bildiğimiz her şeye saldırmaktır. Şer odağının gazeteleri var, televizyonları var, meslek kuruluşları var, yasamada, yargıda, icrada çöreklenmiştir. Zaman zaman iktidar bile olur. İslam’i en küçük hareket karşında dahi birleşirler ve açıktan saldırırlar. Her türlü görüşe müsamahalıdırlar. Ancak İslam’i değerlere ve Müslümanlara tahammül edemezler. Azınlıktırlar. Ama sesleri çok çıkar. Her tarafta çöreklenip güç temin etmiş olan şer odağının TSK içinde kadrolaşmadığını kabul etmek zordur.

Asker ocağı Peygamber ocağıdır. Şer güçlerin kontrolüne terk edilmemelidir. İslam’a karşı oluşturulan şer odaklı yaygaraya komutanlar itibar etmemelidir. Milletin inancı kendisine düşman olmaz. İnancından sıyrılıp TSK milletine tehdit haline getirilmemelidir.

Ortalıkta görünen ve her gün laiklik elden gidiyor diyerek İslam inancını devlet için tehdit gibi gösterme çabası içinde olanları milletin çoğunluğu zannetmeyin. Millet esas itibarı ile hiçbir zorlama olmadan, dünya menfaati de beklemeden her gün camilerden saf tutan on milyonlardır. Onu, sabahın alaca karanlığında, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinde huşu içinde sessizce camilere koşarken görürsünüz. Çalışan; O’dur. Üreten; O’dur. Savaşan; O’dur. Devleti sırtında taşıyan; O’dur. TSK’nin de hakkın, halkın ve milletin temiz inancının yanında olması en doğru olan değil midir?

TSK milletimiz ve devletimiz için inanılan ve güvenilen tek güçtür. Bu itibarını muhafazası milletin bütün değerlerine sahip çıkması ile mümkündür. Silahlı Kuvvetlerimizin şer odaklarına omuz vermek yerine hayır odaklarına şefkat ile davranması, devletin bütün taşlarının yerli yerine oturmasını sağlayacak ve ülkemizdeki mevcut kargaşa ve istikrarsızlık kısa sürede sona erecektir.

Mevcut uygulamaların, TSK personelinin niteliğini bozma tehlikesi mevcuttur. Bunun başlıca sebebi inanç bunalımıdır. TSK'nin; iş yapması için takip ve kontrolü gereken her şeyi maddi çıkarı ile ölçen, halinden hiç memnun olmayan, fırsat buldukça vazifeden kaçan, dedi kodu yapan, ileri yaşlarda çok sayıda alkol bağımlısı bulunan, manevi boşluk ve psikolojik bunalım içinde bocalayan, mesleğine ilgisiz, inandıklarını savunamayan, düşüncesi ile icraatı birbirini tutmayan, büyüğe hürmet, küçüğe şefkat gösterenlerin azaldığı samimiyetsiz ve birbirine yabancılaşan insanların çoğaldığı bir kuruluş haline gelmesi istenmiyorsa inanç bunalımına çözüm bulunmalıdır.

ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER:

Sayın Genelkurmay Başkanım,

Barışta Türk Silahlı Kuvvetlerinin Komutanısınız, Yüksek Askeri Şûra ve Milli Güvenlik Kurulunun çok önemli bir üyesisiniz. Türk Silahlı Kuvvetlerinde ve Ülkede alınan karar ve uygulamalarda etkilisiniz. Bu nedenle bu günkü uygulamalardaki her aksaklık ve haksızlıktan dolayı üzerinizde büyük vebal vardır.

Çevrenizde, millet hayrına olmayan şeyleri size güzel gösteren yanlış insanların olabileceğini, mahiyetinizde doğruları söyleyemeyenlerin bulunduğunu unutmamalısınız. Yanlışın neresinden dönülürse kârdır. Milli değerler içinde “din” çok önemli bir faktördür. Tamamımızın benimsediği İslam dinini ve bunun esaslarını geleceğimiz için bir tehdit olarak görmek yerine, istikbalimizin garantisi olarak görmek daha doğru ve gerçekçi olur. Her şeyi bilemezsiniz. Dinimizin ayrıntılarına vakıf olamayabilirsiniz. Ömrünüzü Silahlı Kuvvetlere hasretmenize rağmen, geniş bir karargâhınız ve her alanda müşavirleriniz yok mu? Türk ve İslam Kültürü ile yoğrulmuş, kendini her alanda yetiştirmiş değerli din alimlerimiz var. Bu değerli insanlardan Silahlı Kuvvetlerde yararlanmak uygun olmaz mı? Bunlardan birisini kendinize müşavir alsanız, din adına yapılan büyük yanlışlıklardan sakınmış olursunuz.

Milletimizin laik-antilaik şeklinde kamplaşıp bölünmesinin önlenmesi, sosyal kargaşaya son verilmesi, Millî birlik ve beraberliğin temin edilmesi, Ordu-Millet kaynaşmasının sağlanmasını istiyorsanız; TSK’ndeki İslâmiyet ile ilgili uygulamalar tüm boyutları ile yeniden değerlendirilmeli ve acilen aşağıdaki tedbirler alınmalıdır.

TSK Kuvvet ve Birliklerinde inançların yaşanmasını kısıtlayan yasaklar ve tedbirler kaldırılmalıdır. Laikliğin gerçek uygulamasına örnek olunmalıdır.

TSK mensuplarının dinî inanç ve eşlerinin giyim-kuşamından dolayı baskı altına alınıp, Silahlı Kuvvetlerden atılması işlemlerine son verilmelidir.

Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları Karargâhlarında din âlimlerinin istihdam edileceği dinî müşavirlik kadroları tesis edilmelidir.

Ordudan ihraç işlemleri Yüksek Askerî Şûra gündeminden çıkarılarak, Kuvvet Komutanlıkları yetkisine bırakılmalı ve bu işlemlerin mağdurlarına yargı yolu açık tutulmalıdır.

TSK bünyesindeki İslâm karşıtı örgütlenme tespit edilip dağıtılmalıdır.

Bütün Askerî Okullarda İslâm Dini ve gerekirse ülkemizde yaşanan diğer dinler, yoğun bir şekilde tedris edilmelidir.

Millî, dinî ve vicdanî bir görev bildiğim bu samimî duygu ve düşüncelerimi hiçbir art niyet gözetmeden, şahsî bir çıkar hesabı gütmeden; sadece yanlış ve haksız bulduğum ve çok zararlı gördüğüm bir uygulama karşısında, Allah’ın (cc) rızası için yazıyorum. Tarihî bir görev yaptığım inancındayım. Yanlış ve haksız uygulamalar karşısında neden sessiz kaldığım hususunda hesaba çekildiğimde, yetki sahiplerini gerektiği şekilde uyardığım hususunda, Huzur-u İlâhî’de, bu mektubun ve muhataplarının şahitliklerini umuyorum. Yüksek Askerî Şûra toplantısına katılan bazı saygıdeğer büyüklerime de birer suret gönderiyorum. Umarım ki bu mektubum konu üzerinde yeniden düşünmeye sevk eder. İçerik ile ilgili olarak üzerime düşecek her türlü görevi yapmaya hazır olduğumu ve konunun ehemmiyetini saygı ile arz ederim. 03 Ocak 1997

                                                                                                                            Adnan Tanrıverdi

                                                                                                                             (Emekli General)

 

Yazarın Diğer Yazıları