Varol Yüksel

ÇOCUKLARIMIZ VE CAMİLERİMİZ...

Varol Yüksel

  • 1284



- Haydi anneanne geç kalıyoruz diye içeriye doğru seslendi küçük Ahmet. 

Bugün kılınacak teravih namazı için abdestini alarak hazırlanmış fakat anneannesi bir türlü hazırlıklarını bitirememiş ve cami yoluna çıkamamışlardı. 

Küçük Ahmet sabırsızlanıyordu için için zira orada kendisini bekleyen arkadaşları ve Mehmet ağabeyi vardı. 

Arkadaşlarıyla teravih namazdan önce caminin avlusunda koşup oynuyorlar birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Hele Mehmet ağabeyleri ile namazdan sonra bir sohbetleri vardı ki tadına doyamıyorlardı. 

Üniversite talebesi olan Mehmet, teravih namazına gelen çocuklara namaz sonrası hergünü farklı olmak üzere minik hediyecikler alıyordu. 

Bu bazen çikolata, bazen tatlı, bazen şeker bazen minik oyuncak oluyordu. Çocuklar kendi aralarında bugünün hediyesinin ne olacağını tahmin etme konusunda birbiriyle yarışıyorlardı. 

Namazdan sonra çocuklar, Mehmet ağabeylerinin elinden minik hediyeleri almak için sıraya giriyorlardı.

Mehmet son derece şuurlu bir delikanlıydı, bu suretle çocuklara birşeyler verebilmenin heyecanını yaşamaktaydı. 

Mehmetin bu anlayış yüceliğini kavrayamayan bir ihtiyar amca büyük bir iş yapıyormuş zannıyla; Mehmet'in kulağına eğilerek kuyruğun yedinci sırasındaki çocuğun namaz kılmadan sıraya girdiğini dolayısıyla çikolatayı almayı haketmediğinden bahsederek; "Sakın ha, o çocuğa çikolata vermeyesin" diye ikaz ediyordu. 

Mehmet bu tatlı ikaza sadece tebessümle karşılık veriyor, aksine o çocuğa daha bir ihtimam göstererek saçlarını okşuyor ve yüzüne gülücükler konduruyordu. 

Çikolatanın sadece bir bahane olduğunu bu ihtiyar amca nereden bilecekti ki?

Çocukları camiye başlangıçta Mehmet ağabeylerinden hediye almak için  gitmişlerse de daha sonraları beraberce namaz kılmanın tadını almışlardı ve iftardan hemen sonra camiye gitmek için adeta sabırsızlanıyorlardı. 

Namazdan sonra minik hediyelerini alıyorlar ve Mehmet ağabeylerin şimdiye kadar hiç kimseden duymadıkları kısa fakat çok etkili olan minik sohbetini dikkatle dinliyorlardı. 

Allahtan ne kadar da güzel bahsediyordu? 

Herşeyi yaratan Allah'ın bizlere verdiği bu kadar güzel nimetlere karşı bizlerden istediği şeyleri hepsi ne kadar da güzel öğrenmişlerdi. 

Çocuklar öğrendikleri şeylerin tatbikini çikolatalarını yerlerken; "çikolatamı yerken Bismillah diyorum, ortasında onu bize veren Allah'ımıza düşünüyorum, bitirdiğimde de Elhamdülillah diyorum diye-zikir, fikir, şükür- dersini bizlere de hatırlatıyorlardı.                         

Çocuk heryerde çocuktu, böyle güzel hakikatleri öğrenmekle beraber fıtratları gereği bazen yaramazlık yapmaktan da geri kalmıyorlardı. 

O gün ne olmuşsa namazda biraz gürültü yapmışlar hatta namazda gülüşmeler de olmuştu. Bunun doğru olmadığını onlar da biliyorlardı ama ne yaparsınız ki onlar çocuktular ve aslında yaşlarının gereğini yapıyorlardı.  

Namazdan sonra yine hediyelerini almak için sıraya girmişlerdi ki o ihtiyar amca yine belirdi. 

- Bu çocuklara sahip olamayacaklarsa camiye niye getirirler ki? 

- Evde bıraksalar olmuyor mu? diye yine şikayette bulunuyor, kendi kendine söyleniyordu.

Halbuki bu çocukların camiye gelmeleriyle yarın bize sahip çıkacaklarını bu ihtiyar amca nerden bilecekti ki? 

Hem anne ve babasını geçen yıl trafik kazasında kaybeden Ahmet'in, anneannesinden başka kimsenin olmadığını ve evde nasıl tek başına kalacağını nereden bilecekti ki? 

Namaz sırasında arkada şakırdayan, kıkırdayan o küçük meleklerin geleceğimizi aydınlatacak fenerler olacağını nereden bilecekti ki? 

Çocuklarımızı camiye götürelim, onları camiye alıştıralım, biraz yaramazlık yapsalar da hoşgörelim, yoksa......?


 

Yazarın Diğer Yazıları