Varol Yüksel

FETÖ GİBİ YAPILARIN OLUŞMAMASI İÇİN NE YAPMALI?

Varol Yüksel

  • 1928

İSKİ Genel Müdürlüğünde görev yaptığım yıllarda; İSKİ yaptığı çok güzel çalışmalarla, İstanbul gibi devasa bir şehrin kesintisiz ve içilebilir nitelikte su temini gayesiyle barajların, su arıtma tesislerinin inşası, atık suyun uzaklaştırılması ve arıtılması,  su havzalarının muhafaza altına alınması, kaçak su kullanımının asgari seviyeye indirilmesi gibi hususlarda çok ciddi çalışmalar yapmış ve bu konularda imrenilecek mesafeler almıştı.

Diğer büyükşehir belediyelerinin su ve kanalizasyon idareleri tarafından yaptığı güzel çalışmalar yakından izleniyor ve örnek alınıyordu.

2005 yılında, bu güzel gelişmeleri gören ancak yaptıklarıyla yetinmeyen dönemin İSKİ idarecilerini; İSKİ'yi dünyadaki gelişmiş ülkelerin su ve kanalizasyon idareleri ile mukayese etmeye, İSKi'nin ulaştığı noktanın hangi seviyelerde olduğunu belirlemeye, güçlü ve zayıf yanlarını ortaya koymaya yönelik bir benchmarking (karşılaştırma-mukayese) çalışması yapmaya yöneltti.

Bu kapsamda; New York, Paris, Berlin, Londra, Tokyo gibi 10 gelişmiş şehrin su ve kanalizasyon idarelerinin çalışmalarını yerinde görmek ve tespitlerde bulunmak maksadıyla çalışma grupları oluşturuldu.

Bendenize de Tokyo'ya giden heyet içinde yer almak nasip oldu. Orada yaşanılan ve örnek alınması gereken birçok hadiseye şahit oldum. Japon'ların; çalışkanlıkları, ciddiyetleri, çalışma anlayışları, disiplinli yaşam tarzları, tevazuları, sade yaşam biçimini seçen anlayışları gibi konuları yerinde bizatihi müşahede ederek tanıklık etmek bir başka güzellikti bizim için...

Japon heyeti; mükemmel bir şekilde işlettikleri bir atık su arıtma tesisinin iş akışını bize ayrıntılarıyla gezdirerek anlattılar. Kanalizasyon kanalları ile bu tesise ulaştırılan atıkların sisteme alındıkları ilk noktadan, çeşitli arıtma işlemlerinden ve aşamalarından geçtikten sonra tamamen atıklardan ve bakterilerden ayrıştırılmış ve içilebilir hale getirilmiş olduklarını belirttikleri son noktaya kadar her bir aşamasını bize ayrıntılı bir şekilde anlatarak gezdirdiler.

Heyet başkanımız; atıkların arıtılma aşamasının tamamlandığı son işlem noktasından alınan, tamamen berrak hale getirilen ve bir bardak içerisinde kendisine gösterilen suyu afiyetle içti. Heyet başkanımız; kendisini büyük bir hararetle alkışlayan Japon heyetine dönerek: “ben bilime ve Japonlara güveniyorum” diyerek mukabelede bulununca alkışın dozajı birkaç kat daha artmıştı.

Tokyo su ve kanalizasyon idaresinde yapılan inceleme ve çalışmaların bu bölümünde; "kaçak su kullananlar ile nasıl mücadele ettiklerini", "su kullanımından kaynaklanan kayıp ve kaçak oranlarının hangi seviyelerde olduğunun" tespitini öğrenmek gayesiyle sorularımızı sormuş ve cevaplarını dinlemeye hazırlanırken, Japon idarecilerin birbirlerine şaşkın ifadelerle bakıştıklarını müşahede ettik.

Soruyu doğru anlayıp anlamadıklarından emin olmak için tercümana soruyu bir kez daha teyit ettirdikten ve şaşkınlıkları geçtikten sonra; "Tokyo’da kayıp oranının sadece % 4 seviyesinde” olduğunu belirttiler. Bu kaybın sebebi olarak da: sıcak havalarda barajlarda toplanan suyun buharlaşması, park ve bahçelerin sulanmasında harcanan suyu, eski depo ve isale hattındaki borulardaki sızmalardan kaynaklandığı" ifade ettiler. İstanbul’da tüm çalışmalara rağmen bir türlü % 25 seviyelerinden aşağıya düşürülemeyen kayıp kaçak oranı ile bize ifade edilen %4 kayıp kaçak oranını duymak, bizim için inanılmaz derecede şaşırtıcıydı.

Peki, usulsüz olarak su kullananlar yani suyunuzu kaçak olarak kullananların oranı nedir? diye sorduğumuzda şaşkınlıkları daha da arttı. Hepimizi hayrete düşüren: "Bir Japon asla ve asla kaçak su kullanmaz, kaçak su kullanmak gibi bir düşünce de aklına asla gelmez" diye cevap verdiler.

Şimdi hayret etme sırası bize gelmişti. Bu cevap karşısında hayret etmekten ve onları hararetle tebrik etmekten kendimizi alamamıştık.

Pek tabi olarak Japon yetkililerin: “İstanbul’da kayıp kaçak oranı nedir?” diye sormalarının önüne geçmek ve bu sayede oluşacak mahcubiyeti yaşamamak için hemen konu haricine çıkarak başka sorularla konuyu değiştirme ihtiyacı hasıl olmuştu. Yoksa aynı sorular bize sorulsaydı halimizi nasıl anlatabilirdik ki?

İstanbul'da kayıp kaçak oranının % 25'ler seviyesinde olduğunu, kaçak su kullanmak için akla ve hayale gelmeyen, insan havsalasına sığmayan teknik ve usullerin geliştirildiğini ve bu yolla kaçak su kullanıldığını nasıl ifade edebilirdik ki?

Japonya’da yaşanan ve ne yazık ki bize çok çarpıcı gelen ama aslında olması gereken bu misali; şu günlerde milletçe yaşamakta olduğumuz meş’um 15 Temmuz darbe girişimi ile arasında bir bağlantı kurarak hayatımıza şu şekilde tatbik etmeliyiz diye düşünüyorum.

Türkiye’de yaşayan mevki ve makamı ne olursa olsun, hangi dine, hangi mezhebe, hangi ırka, hangi mesleğe veya hangi statüye sahip olursa olsun; milletin hür iradesiyle sandıkta tecelli eden meşru hükümeti devirmeyi, imkân ve kabiliyetlerini darbe için zemin hazırlamakta kullanmayı, düşmanlara karşı milletini savunması için kendisine emanet edilen silahları, tankları, topları ve uçakları asla milletine çevrilmeyeceğini, hiçbir şart ve ahval altında dahi darbe yapma ihtimalini aklının ucundan bile geçirmeyen inançlı ve kararlı nesiller yetiştirmeliyiz.

Türkiye’de yaşayan ve dininin gereklerini samimi bir şeklide yaşamak isteyen dindarlar; kendilerine din diye sunulan veya anlatılan hususları akıl ve mantık süzgecinden geçirerek sorgulamayı kesinlikle ve kesinlikle bir alışkanlık haline getirmelidirler.

Zira Bediüzzamanın ifadesiyle; “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz. (Münazarat. S, 48-49)

Yani demem o ki dostlar; işte millet olarak asıl gelmemiz gereken seviye bu olmalı: Asla bilerek yanlış yapmaya tevessül etmeyecek ve hatta bunu aklına dahi getirmeyecek, kendisine sunulan her bilgiyi araştıran ve sorgulayan, dava sahibi, miletinin milli ve manevi değerleriyle bezenmiş, ideal sahibi bir gençlik yetiştirme azim ve iradesini ortaya koymalıyız.

Bu manada yetiştirilen bir gençlik; kendisini “zombi” haline getiren, aklını, fikrini ve düşüncesini şeyhinin cebine koymayı marifet sayan, sorgulamayı bir kenara koyan ve eleştirisel bakış açısını devre dışı bırakan, efendisi ne söylemişse bunda bir hikmet arayan, rüyalarla amel etmeyi alışkanlık haline getiren, uydurulan keramet hikâyelerine kolayca inanan, ilme ve dinin temel akidelerine tamamen ters olduğu aşikâr olan talimatları tereddütsüz uygulamaya koyan…… FETÖ gibi bir yapının esiri olur muydu?

“Doğru İslamiyete” ve “İslamiyete layık Doğruluğu” yaşamaya her zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz dönemlerde yaşıyoruz…

Yazarın Diğer Yazıları