Varol Yüksel

FETÖ'NÜN KAMUOYU TARAFINDAN GEÇ FARK EDİLMESİNİN SEBEPLERİ

Varol Yüksel

  • 2002

FETÖ’NÜN KAMUOYU TARAFINDAN GEÇ FARK EDİLMESİNİN SEBEPLERİ

FETÖ’nün gerçek yüzünün kamuoyu tarafından bu kadar geç anlaşılmasının, idrak edilmesinin sebepleri üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Anne ve babalarımızın 50-60’lı yaşlarda olan bizim kuşağa sağladığı maddi imkânlar ile;  şu an bizim evlatlarımıza sağladığımız imkânlar mukayese edildiğinde; çocuklarımızın bize göre çok çok daha iyi durumda oldukları inkâr edilemez bir hakikatdir. Genelde bizim kuşağın çocukluğu daha zor şartlar altında geçmiş, yoklukların hüküm sürdüğü, temel gıda maddelerine ulaşmanın bile uzun kuyruklarda beklemekle elde edilebildiği, imkânların daha sınırlı ve kısıtlı olduğu bir döneme rastlar.

Günümüz dünyasında insanların eğitime çok değer verdiği, eğitimi bu kadar önemsendiği ve çocuklarının istikbali için anne ve babaların aklına çocuklarını “okutmaktan” başka bir alternatifin gelmediği/getirtilmediği bir dönemi hep beraber yaşıyoruz.

Her anne ve baba kendi evladının kendisinden daha iyi şartlarda yaşamasını istemesinden daha tabi ne olabilir? Evladının kabiliyetini, öğrenme ve anlama seviyesini hesaba katmayan ve bir şekilde göz ardı eden anne ve babalar; kendilerinin her nasılsa gerçekleştiremedikleri düşüncelerini, hayallerini kendi çocukları üzerinde gerçekleştirmeyi ısrarla istemişlerdir. Hatta; “başkalarının çocuğu okuyor da benim çocuğumun neden okumasın, onlardan neyi eksik”, “benim çocuğum da doktor olsun”, “benim yavrum da mühendis olsun” gibi söylemlerle bir çözüm bulma arayışına girmeyen aile hemen hemen yok gibidir.

Anne ve babaların; “ben çocukluğumda çok sıkıntı çektim, benim yavrum sıkıntı çekmesin” anlayışıyla yetiştirilen ve “benim yavrum her şeyin en iyisine layıktır” düşüncesiyle egosu sürekli olarak şişirilen bu çocuklar bir süre sonra anne ve babasına itaat etmemeye, tavsiye ve ikazlarına uymamaya ve hatta karşı gelmeye başladılar. Bütün maddi ihtiyaçları anne ve babaları tarafından kolaylıkla karşılanan çocuklarımız doyumsuz olması ve hiçbir şeyden mutlu olmamaları haline bürünmeleri kaçınılmaz bir son olarak karşımıza çıktı.

Gençlerin; bir taraftan ergenlik döneminin getirdiği sıkıntılarla boğuşması, karşı cinse duyulan ilginin artması, diğer taraftan şahsiyetin oturma aşamasında olması, kimlik arayışının sürmesi, bir gruba ait olma ihtiyacının belirmesi gibi ihtiyaçların ortaya çıktığı bu dönem gençliğin en zayıf olduğu dönemine rastlar.

Adeta bir dediği iki edilmeyen ve doyum noktasına ulaşan, maymun iştahlı hale gelen, her şeyden çabucak bıkan ve dikkatini toplayamama problemi yaşayan gençliğin maalesef derslerle de arası pekiyi değildir.

Kısaca tarif etmeye çalıştığım gençliğin içinde bulunduğu bu durum, anne ve babaların çocuklardan beklentilerinin en üst seviyede devam etmesi gibi hallerini sürdürmeleri; gençlik üzerinde sinsice planlar hazırlayan ve hain emelleri olan bazı güç odaklarının iştihasını kabartıyor, harekete geçmek için uygun şartların olgunlaşmasını bekliyorlardı

FETÖ; Sayın Cumhurbaşkanımızın tabanı “ibadetle meşgul” diye tarif ettiği, örgütün en alt tabakasında bulunan, kendilerini dine ve Allah’ın resulüne hizmet ettiğini zanneden güler yüzlü, tatlı dilli, saf “abi”lerini ve “abla”larını kamuoyunun karşısına ilk defa dershanelerle çıkarttılar.

Dershanelere gitmelerinden sonra çocuklarının okul derslerindeki kısmi başarıları gören, kendilerine, kardeşlerine, arkadaşlarına davranışlarında olumlu iyileşmeleri müşahede eden anne ve babalar bu durumdan çok memnun kaldılar. Çocuklarının devam ettiği dershanelerdeki öğrencilerin ülke genelinde dereceye girmeleri, birinciliklerin kimselere kaptırılmadıklarını görmeleri bu örgüte sempati duymalarını sağlayan ancak çok sonradan fark edilebilecek sahte ve suni oyunlardı.

Ülkenin en zeki çocuklarını türlü hilelerle, tezgâhlarla kendi dershanelerine toplayan ve başlangıçta başarılı olmaları için olağanüstü çaba sarf ettikleri çocukları, “en başarılılar” diye kamuoyuna ustalıkla pazarladılar. Daha sonraları FETÖ tarafından sınav sorularını hazırlayan elemanların ellerine geçirilmesini müteakip dershane hocaları öğrencilerle ilgilenmek yerine kendilerine biçilen rolü oynamak üzere; kâh gazetelerine/dergilerine abone bulmak için kâh himmet/ burs bulmak için kâh kurban bağışı toplamak için yollara düştüler.

FETÖ gazete ve televizyonlarında; eğitim için kendilerini feda eden, gece ve gündüz demeden çok az maaşlarla çalışan, öğrencilerinin evinde iftar yapmaktan yeni evlendiği eşiyle kendi evinde iftar yapmaya vakit bulamayan fedakâr öğretmenlerin, Boğaziçi Üniversitesi mezunu olmalarına, çok yüksek maaşlarla iş bulma imkânları olmalarına rağmen, adını ve sanını hiç duymadıkları ülkelerin alt yapısı hiç olmayan okullarında görev yapma teklifini gözünü kırpmadan ve tereddüt etmeden kabul ederek giden cefakâr öğretmenlerin hikâyeleri anlatılıp duruyordu.

Hele hele yurtdışında yeni okul açılışında karşılaşılan zorlukların gizli bir el tarafından aniden ve kolaylıkla halledilmesi, okul arsasının hiç beklenemedik bir tarzda adeta mucizevi bir şekilde bulunması, okulu yapacak hayırseverlerin umulmadık zamanda ortaya çıkması, eğitim izninin harika bir tarzda alınması, ülkenin en ileri gelenlerinin çocuklarını okula yazdırmak için birbirleriyle yarıştıkları gibi olaylar ballandıra ballandıra anlatılarak adeta gözümüze sokuluyordu. Bütün bu anlatılanlar muhatap kitleye; “ilahi kudretin daima yanlarında oldukları” izlenimi vermek adına tezgâhlanan senaryonun parçasıydılar.

Bütün bu faaliyetlerin; din-i İslam’ı mubine hizmet maksadıyla yapıldığını,  ilah-i Kelimetullah'ın sair ülke insanlarına ulaştırılmak adına cihad ruhuyla yapılan gayretlerden olduğunu zanneden saf ve masum Anadolu insanı himmetini cemaatten hiç esirgemedi. Yemedi, içmedi, giymedi önce talebeleri dedi, hizmet dedi, başka bir şey demedi, hep talebeyi düşündü, bütün himmetini ve mesaisini buraya hasretti.

Dinlerarası diyalog safsataları, “la ilahe illallah demek cennete girmeye yeter, Muhammedîn resulullah demeye gerek yoktur” saçmalıkları, “başörtüsü fürüattır” hezeyanları, “Cebrail parti kursa, bana gel dese kabul etmeyeceğim” gibi fikr-i perişaniyeti kabul etmekte bir hayli zorlanan fakat her seferinde ya hüsn-ü zan etmeye devam etme durumunda kalan/bırakılan ya da camianın güçlü propagandası altında kalan kamuoyu başlangıçta olaylara bir anlam vermek de çok zorlandı.

Üst aklın yönlendirmesiyle hareket eden FETÖ’nün suni olarak oluşturulan sihirli dünyası özellikle 17 ve 25 Aralık darbe teşebbüsüyle bütün açıklığıyla iyice günyüzüne çıktı. Zira toplumsal olaylarda daima çekingen davranan, toplumsal olaylarda fikrini belirtmekten daima imtina eden, milletin milli ve dini değerleriyle oynanırken daima çekingen kalan, Anavatan hükümetleri döneminde ve özellikle 28 Şubat sürecinde ayyuka çıkan yolsuzluk olaylarında adeta dut yemiş bülbül gibi derin bir sessizliğe bürünen FETÖ’ye ne olmuştu da suni bir şekilde oluşturulan ve zorlama bir şekilde birleştirilen sözde yolsuzluk dosyalarına balıklama atlamıştı. Feto’nun binde birini tanımadığını söylediği hakim ve savcıların başrolünü oynadığı ve alçakça tezgâhlanan darbe teşebbüsü; Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın basiretli irade ve idaresiyle akim kalmış ve ülke akıbeti felaket olan bir uçuruma düşmekten son anda kurtarılmıştı.

17 ve 25 Aralık sürecine kadar, alçak ve hain FETÖ örgütünü bir şekilde fark edemeyerek hüsn-ü zan besleyenler bir derece masum sayılabilirler. Üst aklın yönlendirmesiyle, her türlü hile ve desise ile bezenmiş, şeytanın dahi aklına gelmeyecek düzmece belgelerin üretildiği bir ortamın etkisinde kalmış, bu kadar güçlü şekilde yönetilen propagandanın etkisinden kurtulamamış olanlar olabilir. Ancak 17/25 Aralık süreci bir turnusol kâğıdı vazifesi görmüştür. Bu tarihte sonra FETÖ’ye sempati duyulması hoş görülebilecek bir husus asla değildir. 17/25 Aralık; kişinin nerede durduğu hususunun net olarak belli edilmesi gerektiği son duraktır. Hele hele 15 Temmuz darbe kalkışmasından sonra hala FETÖ’ye yakın duranları, destekleyenleri tarif etmek için en basit ifadesiyle “vatan haini” yaftası yeterlidir ve onlar “zavallı” damgasını yemekten kurtulamayacak cehennem ehilleridir.

Ülkemizde, FETÖ’nün üst aklın emrinde olduğunu ve maşa olarak kullanıldığını ve meş’um darbe teşebbüsüyle ülkemizi; Suriye’de olduğu gibi bir iç savaşa sokma gayretinde olduğunun hala farkına varamayan ne kadar safderun Müslümân var yâ Rabbi!

Memleketimizin en mahrem kılcal damarlarına ustalıkla sızmış, dış kaynaklı bir terör örgütün elemanı olduğu halde olayları analiz etme imkân ve kabiliyetinden yoksun kalan veya kasıtlı olarak yoksun bırakılan, hala kendisini dine hizmet ediyor zanneden ve namâz kılan mensûblarını göstererek, háinâne olan emellerini ve amellerini de görmezden gelmeye çalışıyor olmaları tam bir aklı tutulmasıdır. Bu örgütün zarar verdiği insânların hak ve hukuklarını hiçe sayıyor, şehitlerin ruhunu incitiyor, gazilerimizi rencide ediyor ve nihayet inanç ve merhamet istismârı yapıyor.

Bedîüzzamân Hazretleri böyleleri için bakın ne diyor:

"Geçen Ramazan-ı Şerif'te, Ehl-i Sünnet'in selâmet ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik aşikâre kabulleri görünmemesine hususî iki sebeb ihtar edildi:

Birincisi: Bu asrın acib bir hâssasıdır. {(Haşiye): Yani elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder.} Bu asırdaki ehl-i İslâm'ın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli cânileri de âlîcenabane afvetmesi; ve bir tek haseneyi ve binler seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan bir tek haseneyi görse, ona bir nevi tarafdar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler. Evet elması bildiği (âhiret ve iman gibi) halde, yalnız zaruret-i kat'iyye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer'iye var. Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya heves ile veya tama' ve hafif bir korku ile tercih edilse; eblehane bir cehalet ve hasarettir, tokada müstehak eder. Hem âlîcenabane afvetmek ise, yalnız kendine karşı cinayetini afvedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen cânilere afuvkârane bakmağa hakkı yoktur, zulme şerik olur. (Kastamonu Lahikası ( 25 )

SÖZÜN ÖZÜ: İslamiyet’e asırlar boyunca bayraktarlık yapmış bu aziz milletin birlik ve beraberliğine kasteden, vatan haini bu dehşetli cânîleri kimsenin álîcenâbâne afv etmeye hakkı ve hukuku yoktur ve olamaz.

Kim suç işlemişse cezâsını sonuna kadar çekmelidir. Özellikle darbe teşebbüsünde bulunanlar en şiddetli şekilde cezalandırılmalıdırlar ki; ders olsun ve bir daha böyle alçakça bir fiile teşebbüs etme cesaretini kimse kendisinde bulamasın.

Her ne sebeple olursa olsun ve her kim olursa olsun, üst aklın emir ve komutasında olan, ülkesinin milli ve manevi değerlerini hiçe sayarak gizli fesat komiteleri adına çalışan FETÖ'ye arka çıkarsa, destek vermeye devam ederse, yaptıklarını masum göstermeye çalışırsa ve yapılanlar bir tiyatrodan ibarettir safsatasını yaymaya çalışırsa; aynı ihânet şebekesine dâhildir demektir.

Allah’ım, aklımızı, fikrimizi ve kalbimizi muhafaza et. Dahili ve harici düşmanların şerlerinden ülkemizi, milletimizi ve tüm Müslümanları koru. Zira biz, ayakta kalırsak tüm İslam Alemi de ayakta kalacak demektir.

Yazarın Diğer Yazıları