Varol Yüksel

'İKTİDAR OLMA' ve 'MUKTEDİR OLMA' ARASINDAKİ İLİŞKİ ve FETÖ GERÇEGİ

Varol Yüksel

  • 1492

“İKTİDAR OLMA” ve “MUKTEDİR OLMA” ARASINDAKİ İLİŞKİ ve FETÖ GERÇEGİ

Fetullah Gülen cemaatinin hizmetlerini; Risale-i Nur hizmetinin, ana gövdesinden ayrılan ve Risale-i Nur ile hiç bağdaşmayan bir hizmet tarzı belirlemelerine rağmen bu gruba, başlangıçta “farklı bir yolla da olsa onlar da dine hizmet ediyorlar”, “gençleri sokaklarda avare avare dolaşmaktan kurtarıp dershaneleri vasıtasıyla namaza alıştırıyorlar”, “anne ve babalarına saygıda kusur etmeyen saygılı gençler yetiştiriyorlar”, “dünyanın dört bir yöresinde açtığı okullarda Türkçe’mizin tüm dünyada yaygınlaşmasında etkin rol oynuyorlar”, “şanlı bayrağımızın dalgalanmasını sağlıyorlar” gibi söylemlerle insanların akıl, fikir ve ruh dünyalarında tam karşılığını bulmamasına rağmen kısmen de olsa hüsn-ü zanda bulunuluyordu.

1995 yılı sonlarında TSK’lerinden tasfiye edilerek ayrıldıktan sonra 1996 yılında iSKİ’de çalışmaya başlayınca bir devlet kurumundaki işleyişi yakinen görme fırsatım oldu. Bu konuda elde ettiğim tecrübe ışığında kamuoyunun da aşağıda arz edeceğim şekilde düşündüğünü zannetmekteyim.

1994 yılında yapılan mahalli seçimlerden büyük bir zaferle çıkan ve İstanbul halkının büyük bir desteğini alarak işbaşına gelen Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştu. Başta İSKİ olmak üzere tüm birimlerin tepe yöneticileri değişmiş, vatanını ve milletini seven, samimi, gayretli ve imanlı kadrolar işbaşına geçmişti.

Bozulan ve verimli bir şekilde yürümeyen devlet çarkının yeniden düzenli olarak işlettirilmesinde üst yönetimin varlığı ve aldığı kararların isabetlilik oranının yüksekliği inkâr edilemez bir hakikattir. Verilen emir ve talimatları yürütmekle görevli olan ve vatandaşla birebir yüz yüze gelen alt kademede görev yapan özellikle memur seviyesindeki kadrolar hala malum zihniyetin elemanları ile öylesine dolu idi ki, sizin aldığınız en mükemmel kararların uygulaması bu elemanlar vasıtası ile mümkün olabiliyordu.

Bozuk zihniyetli bu elemanlar; mükemmelen hazırlanan talimatların bile bir boşluğunu bularak, eğip bükerek, esneterek yine bildiklerini okumaya ve düdüklerini öttürmeye devam ediyorlardı. Mesela en basitinden; su fatura bedelinin yüksek geldiğini düşünen ve itiraz etmeye yeltenen bir vatandaşı türlü yol ve yöntemlerle kafa kola alarak, su fatura bedelini istediği şekle sokup haksız kazanç elde etme yollarını hala diri tutuyorlardı.

Yani demem o ki; sadece üst kademedeki yöneticilerin değil, her kademedeki görevlilerin; liyakatli, namuslu, dürüst, imanlı, vatanını ve milletini seven elemanlardan oluşmasına büyük ihtiyaç vardı.

Devletin tüm kademelerinde nitelikli ve imanlı elemanlara ihtiyaç böylesine büyük bir seviyede olmasına rağmen bu konuda oluşan boşluğu doldurmaya yönelik olarak; planlı, programlı, kapsamlı, uzun vadeyi hesaplayan, ciddi bir çalışma yapılmamaktaydı. Böyle bir hedef; ne bir sivil toplum kuruluşunun gayeleri arasındaydı, ne bir siyasi partinin programında kendisine yer buluyordu ne de dini yapıların bünyelerinde yapılan çalışmalarda ortaya konuluyordu.

Kamuoyu, oluşan bu boşluğu;  hizmet hareketinin açmış olduğu dershaneler, okullar ve diğer eğitim kurumlarında yapılan çalışmalarla doldurulacağını düşünüyordu.

Hizmet hareketini; öncelikle devletin ihtiyaç duyduğu iyi yetişmiş imanlı kadroları yetiştirmeyi gaye edinmiş bir cemaat olarak algılıyor ve takdir ediyordu. Sadece takdir etmekle kalmıyor, tüm maddi ve manevi imkânlarını bu uğurda seferber etmekten kaçınmıyordu. Millet; sürekli olarak ikinci sınıf insan muamelesi görmekten ve ötekileştirilmekten usanmıştı. Uğruna canını feda etmeye hazır olduğu milli ve manevi değerlerinin aşağılanmasından ve tahkir edilmekten bıkmıştı. Bu yüzden milli ve manevi değerlerle bezenmiş bu gençliğin devlet kadrolarında işbaşına gelmesini canı gönülden arzu ediyordu. Bu uğurda yapılan çalışmalara destek vermek manasında; dönemin Başbakanı Tayyip bey feryat edercesine “ne istediler de vermedik” sözünü boşuna söylemiyordu.

Nasıl tek kanatlı kuş uçamazsa, bir kuşun uçması için iki kanata ihtiyaç varsa...

Siyaset kanat ile seçimlerle iş başına gelen hükümet ile devlet erkinde etkin hale gelinebiliyordu. Zira kendisine güvenen ve milletin milli ve manevi değerlerine samimi olarak sarılan bir siyasi partiyi iş başına getirmede bu aziz millet hiçbir zaman hata yapmıyordu ve hep sağduyulu davranıyordu. Yakın siyasi geçmişimiz bu hakikatin unutulmaz misalleriyle doludur.

Bu yüzden işbaşına gelmek yani hükümet olmak aslında çok da zor olmayan bir husustu. Asıl zor olan işbaşına geldikten sonra orada kalıcı olmayı başarabilmekti. Bu da ancak iyi yetişmiş, vatan, millet sevgisiyle yoğrulmuş, imanlı, işinde liyakat sahibi, davasına sadık, hasbi gençlerin devlet kadrolarında yer almasıyla mümkün olabilirdi.

Yoksa rahmetli Adnan Menderes'in beyan ettiği ve tarihe mal olan sözünde ifade ettiği gibi "iktidar olduk ama muktedir olamadık" durumuna tekrar düşülebilir ve ibret alınmayan tarih tekerrür eder dururdu.

Kamuoyu hadiseyi şöyle okudu: Siyasi kanatta; Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın kuracağı hükümette,

Manevi kanatta; Fetullah hocanın yetiştirdiği, kendi sahasında iyi yetişmiş dindar elemanlarla oluşan ekip işbaşına gelecek böylece kuşun iki kanatı tamamlanacak ve ittihad-ı İslam’ın gerçekleşmesi için lider ülke pozisyonundaki Türkiye'nin önündeki tüm engeller tek tek aşılacak ve uluslararası arenada Türkiye haklı yerini tekrar alacak, Türk dünyası için “ağabey” ve İslam ülkeleri için “lider” olma rolünü geçmişte yaptığı gibi üstlenecekti.

Kuşun iki kanadını temsil eden iki şahsın aynı zaman dilimine denk gelmesini Allah’ın büyük bir lütfu olarak görüyor ve başarılı olmaları için dualar ediliyordu.

Kamuoyu veya geniş halk kitlesi; bu gayenin tahakkuk etmesi adına; (sözde) hizmet hareketinin kusurlu veya şüpheli gördüğü bazı hallerini ya görmemezlikten gelerek ya da zorlamayla da olsa hayra tevil ederek hüsnü zannını muhafaza etmeye çalışıyordu.

Ancak “Yalanlar ömür boyu gizlenemez ve yalanların bir gün gün yüzüne çıkma huyu vardır” sözü burada da kendini göstermiş ve kamuoyu camianın gerçek yüzünü; Risale-i Nurların sadeleştirilmesi ve sahteleştirilmesinde, Mit müsteşarının tutuklanmasına yönelik olarak yapılan hareketlerde, gezi olaylarında verdiği destekte, meşru yollardan işbaşına gelmiş hükümetin alaşağı edilmesinde ciamalarına bağlı yargı ve emniyet güçlerinin haince kullanılmasında, 17/25 Aralık’ta haince tertip edilerek tezgâhlanan meş’um darbe teşebbüsünde, “terör örgütlerine silah temin ediyor” düşüncesini ön plana çıkararak Tayyip Beyin uluslararası arenada yargılanmasını temin etmeye yönelik olarak planlanan mit tırlarının durdurulması gibi hadiselerinde yakinen gördü.

Siyasete dizayn vermek adına yapılan hukuksuz dinlemeleri, seçilmiş hükümeti devirme gayretlerini, beddua seanslarını, önceki seçimlerde AK Parti haricindeki güçlü olan partinin desteklenmesi gayretlerini, en son yapılan seçimlerde HDP’ye verilen siyasi destek için kapı kapı dolaşarak yapılan hummalı çalışmaları, AK Partinin dışında oluşturulacak restorasyon hükümetinin kurulması için yaptığı olağanüstü gayretleri dehşetle izledi.  

15 Temmuzda alçakça tertiplenen ve uygulamaya konulan ancak başarılı olamayan darbe kalkışmasıyla; dış güçler tarafından kullanıldığı aşikarane ortaya çıkan, milli ve yerli olma özelliğini çoktan kaybeden, dış mihrakların ve istihbarat örgütlerinin güdümüne girerek oyuncağı olduğu açıkça ortaya çıkan bu alçak FETÖ yapısı; vatan, millet, din ve insaniyet namına izan sahibi insanlar tarafından şiddetle lanetlenmektedir.

Bu acı fakat derslerle dolu tecrübeyi de millet olarak yaşamamız gerekiyordu herhalde.

Bediüzzamanın ifadesiyle; “herşeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bigayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri, çirkin, müşevveştir. Fakat o zahiri perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var…” (18.söz)

15 Temmuz darbe kalkışması; zahiri bir takım maddi ve manevi sıkıntılara sebebiyet verdiyse de inşallah neticeleri itibarıyla güzel olacaktır. Milletimiz;  vatanı, ülkesi, dini, mukaddesatı, ezanı, bayrağı gibi milli ve manevi değerleri tehlikeye girdiğinde bir ve beraber olduğunu, tek vücud gibi hareket edebileceğini, dahili ayrılık ve kırgınlıkları bir tarafa bırakarak kenetlenebileceğini ve bu uğurda canını feda etmekte asla tereddüd etmediğini, şehitliği bu dünyada ulaşılabilecek en yüksek rütbe olduğuna olan inancını tüm dünyaya bir kez daha göstermiştir.

15 Temmuzdaki dik ve onurlu duruş; adeta bir milletin varoluş, diriliş ve yeniden ayağa kalkma meselesidir. Bu böyle biline…

Yazarın Diğer Yazıları