Varol Yüksel

MEHDİ, MESİH, DECCAL KAVRAMLARINA FETULLAH GÜLEN'İN YÜKLEDİĞİ ÇARPIK ANLAM ve MENSUPLARININ TUTUMU-(3)

Varol Yüksel

  • 2416

MEHDİ, MESİH, DECCAL KAVRAMLARINA FETULLAH GÜLEN’İN YÜKLEDİĞİ ÇARPIK ANLAM ve MENSUPLARININ TUTUMU-(3)

FG’NİN BU KAVRAMLARA YÜKLEDİĞİ ÇARPIK ANLAMLAR

Fetullah Gülen küçüklüğünden beri kendisinin: “beklenen salih zat” yani “mehdi” olduğuna sadece kendisi inanmakla kalmamış etrafındaki insanlara ve müntesiplerinin de inanmalarını sağlamak için çeşitli tezgâhlar hazırlamaktan geri durmamıştır.

*En güvendiği ve sürekli teşrik-i mesaide bulundukları dava arkadaşlarını önceden kurduğu dinleme düzenekleri ile dinlemiş, yanlarına geldiklerinde sanki içlerinden geçenleri okuyormuşçasına yüzlerine karşı söyleyerek sözde keramet gösterdiği imajını vererek, beklenen salih zatın kendisi olduğu yolunda kafalarda istifham kalmamasını sağlamaya çalışmıştır.

* “Her perşembe peygamber efendimizle görüşme yaptığı” hususu bu konuyu pekiştirmek adına uydurulan bir safsatadan başka bir şey değildir.

*“Türkiye’nin idaresinin bundan böyle kendisine bırakıldığı” yalanı ise akıllara seza bir söylemdir.

Latif ERDOĞAN’ın “Şeytanın Gülen Yüzü” kitabından konu ile alakalı anekdotlar ana hatlarıyla şöyledir.

* “İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani gibi zatlar bugün yaşasalardı, bana itaat etmekten başka çareleri yoktur” gibi söylemleri,

*Tasavvuf aleyhinde yaptığı konuşmalar üzerine kendisine yöneltilen; “İmam-ı Gazali, o zaman niçin son döneminde tasavvufa meyletmiş” diye sorulan soruya; “nefsine güvenememiş, bana sorsaydı kesinlikle girme derdim” şeklinde enaniyet kokan ifadeleri,

* 17 yaşında girdiği vaizlik imtihanında, heyet tarafından sorulan Nur suresinin 55. ayetinden “kendisinin vazifeli olduğu” manasını çıkarması,

*Altunizade’deki FEM binasının son katındaki odasında; “şimdi ben Allah’la konuşuyorum desem, bazıları bana deli” derler ifadesi,

*“Allah benimle konuştu. Doğru, ben kâinatı Muhammed’in hatırına yarattım; ama senin hatırına devam ettiriyorum…” şeklindeki hezeyanları,

* “Ben öfkelendiğim zaman, dışarıda rüzgâr olur, fırtına olur, deprem olur” sözleri,

*Talebelerinden bir kısmı kiliseye giderek papaza; Hz. İsa’yı bekleyip beklemediklerini” sormuşlar. Papaz beklediklerini söylemiş. Bu olay FG’ne aktarıldığında papaza; “geldi deseydiniz” diye cevap vermesi,

*FG bir vaaz kasetinde; “şimdi size gördüğüm ve müşahede ettiğim bir vakıayı anlatacağım” deyip sahabe hayatından bir hadiseyi anlatıyor. Bu nasıl oluyor diye kendisine sorulduğunda; “belki o zaman görmüşümdür” diye cevaplandırması, 

*FG bir gün arkadaşlarıyla sohbet ederken; “İsa (as) güzel konuşurmuş, ben de güzel konuşuyorum değil mi” sözleri,

*FG bir gün arkadaşlarıyla sohbet ederken; “ …benim yeğenim de yok, benim annem de yok, babam da yok. Benim gelip vazife yapmam lazımdı, geldim vazifemi yapıyorum” beyanları,

*Talebelerinden birisinin; “İsa (as) nereye gelecek, biz onu görecek miyiz?” şeklindeki soruya; “Mesela, İzmir’e gelir, vazife yapar gider, herkes onu bilmez ama senle ben göreceğiz”

*Talebelerinden birisine; “Kur’an-ı Kerimdeki şu ayetler ve şu hadisler bana bakıyor” diye göstermesi,

* FG bir sohbetinde; “ İsa (as)’ın 3 vasfı var. Birinci vasfı vaiz olacak, diğer 2 vasfı da ben de mahfuz” diye söylemesi

* Bediüzzaman’ın talebelerinden Mehmet Feyzi Kul’un, FG’ye yazdığı mektupta; “Mehmet Tabanca ve arkadaşları senin İsa (as) olduğunu iddia ediyorlar” diye menfi tarzda yazılan mektubuna cevaben; “zaten mehdinin bazı talebeleri, İsa (as)’a karşı çıkacaklar” gibi söylemleriyle ta küçük yaşlarından beri kendisini Hz. İsa/Mesih olarak görmesi ve etrafını da buna inandırmaya çalıştığını görmekteyiz.

Küresel güç odaklarının yazdığı senaryoya göre işler tam istedikleri gibi gitmektedir. FG; “beklenen salih zat” yani “mehdi” olduğuna hem kendisini inandırmıştır hem de buna tereddütsüz inanan büyük halk kitlelerinin oluşmasını sağlamıştır.

Humeyni’nin İran’a bir kurtarıcı gibi gelmesini sağlayan güçler hangi güçlerse bu sefer aynı güçler; benzer senaryoyla, Türkiye’de zemin ve şartlar hazır hale getirildiğinde FG’nin “halife” unvanıyla Türkiye’ye bir kurtarıcı olarak gelmesi sağlanacaktı. Nitekim Ankara’da halifeye yakışır tarzda bir saray yaptırıldığı hususu medyada geniş bir şekilde yer bulmuştu.

Şimdi oyunun en önemli safhasına yani “Mehdi”nin karşısına bir “Deccal”ın çıkarılması aşamasına gelmiş bulunulmaktadır. FG’ye; “Mehdi’yi oynama rolü verenler tarafından “deccal” rolü oynayacak bir figür bulunmakta gecikilmeyecektir. Bu rolü yükleyecekleri şahıs elbette ki: Recep Tayyip ERDOĞAN olacaktır. Zira iktidara geldiği 2002 yılından beri ortaya koyduğu icraatlarla Türkiye’nin tek başına ayağa kalkması ve küresel arenada hak ettiği yeri alma mücadelesi yapan Tayyip beyin şer odakları tarafından hedef tahtasına oturtulması gecikilmeyecektir. Süper güçlerin; “ne yapacağı kestirilemeyen liderlerden hoşlanmadıkları” bütün dünyanın bildiği bir hakikattir. Dünyanın en büyük ekonomilerinden birisi olma yolunda emin adımlarla yürüyen, büyümesi durdurulamayan, onca kumpası başarıyla atlatan ve bunlardan beklenenin aksine güçlenerek çıkan, diğer ülkelere örnek model olması engellenemeyen ve kendi denetim ve kontrolleri altına girmeyen bu şanlı lidere tahammülleri kalmamıştı.

Hâlbuki Tayyip beyin değil “deccal” sıfatı ile anılması tarihin şeref sayfaları arasında “İslam kahramanı” olarak yerini aldığını bütün cümle alem biliyordu.

Şöyle maziye doğru dönüp baktığımızda; en başta kendimden söz etmeliyim. Tayyip Bey; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemlerde YAŞ. Kararları ile TSK’lerinden dindar olmaları ile ilişikleri kesilen benim de aralarında olduğum hiçbir subay veya astsubaya “hangi cemaattensin” veya “hangi tarikata mensubusun” veyahut ta “hangi partiye oy verdin” gibi hiçbir sual sormadan doğrudan işe almıştır. Tayyip beyin mazlum ve mağdurlara yardım etmekte ki tek ölçüsü dindar olmalarıydı ve bu elbette ki yeterliydi.

Yıllardın kangren haline gelmiş bulunan başörtüsü ile üniversitelerde eğitimlerine devam etmeleri meselesi kolaylıkla çözülmüştür. İmam Hatip Liselerinde okuyan öğrencilerin üniversiteye girişlerinde uygulanan katsayı meselesi halledilmiştir. II. Abdülhamid döneminden sonra ilk defa bu çapta tarihi eserlerlerin ihyası gerçekleştirilmiştir. İslami cemaatler ve tarikatler cumhuriyet tarihi boyunca kendilerini bu kadar rahat hissettikleri bir dönem asla olmamıştır. Dindar kamu görevlilerinin Cuma namazına gitmelerinde büyük kolaylıklar getirilmiştir. Kamu kurum ve kuruluşlarında ibadet etmek isteyenler için mescidler yapılmıştır. Bunun en güzel örneklerini TBMM’nde ve Beştepe Külliyesinde görmek mümkün. Risale-i Nur’ların ilk defa Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılması gerçekleştirilmiştir.

Türkiye’de devrim manasında gerçekleştirilen düzenlemeleri yapması, dindarları ötekileştiren, ikinci sınıf insan muamelesi yapan anlayışı kaldırması, dini hizmetlere can suyu manasına gelen her türlü maddi ve manevi desteği sağlaması ve saymakla bitiremeyeceğimiz bunca güzellikleri görmezden gelmek en hafif tabiriyle nankörlük olur.

 *FG; “1960’ta ihtilal olduğu zaman hiç hazmedemedim..…. Beni Genelkurmaya versinler, kafamda sabotaj yapmak vardı. Genelkurmayı havaya uçurmak, bu adamlardan ne pahasına olursa olsun intikam almak istiyordum. Hiçbir partici benim kadar intikam hissiyle gerilmemiştir yani. Partici falan değildim. Dine karşı bu kadar iyilik yapan kimselere yapılan namertliği hazmedememiştim” diye ifade etmektedir.

*FG; 1960 yılında Adnan Menderes’e karşı yapılan ihtilali “hazmedemediğini” söylemekte ne kadar haklıysa; halkın özgür iradesiyle sandıktan çıkan meşru hükümeti alaşağı etmeye ve devirmeye yönelik giriştiği darbe teşebbüslerinde de o derece haksızdır.

*FG, 1960’lı yıllarda; Genelkurmaya sabotaj yapmak ve Genelkurmayı havaya uçurmak” fikrini 15 Temmuz’da kısmen de olsa gerçekleştirmeye muvaffak olmuşsa da, Allah’ın izni ile dış güçlerin desteğinde başlattığı darbe teşebbüsü akim kalmıştır. 

*Adnan Menderes’in dine yaptığı hizmetler son derece sınırlı olmasına rağmen; “Dine karşı bu kadar iyilik yapan kimselere yapılan namertliği hazmedemediğini” ifade eden FG’nin; Tayyip bey döneminde dine ve dini müesseselere yapılan onca hizmeti görmemezlikten gelmesi anlaşılır gibi değildir. Adnan Menderes ile Tayip Bey’in dine yaptığı hizmetlerin mukayese edilmesi son derece abestir. 

*SÖZÜN ÖZÜ: FG’nin; “Mehdi”, “beklenen salih zat” veya “İsa/Mesih” olduğu konusunda ısrarla yapılan bu çalışmalar neticesinde cemaat mensuplarının bu konuya tam olarak inanmaları temin edilmiştir.

Hal böyle olunca: "Kıyamet gününe kadar, Müslümanlardan bir cemaat, hak için cihada muzaffer olarak devam edecektir" hadisi şerifinde de belirtildiği gibi; FG’nin beklenen zat olduğuna inanlara göre; Mehdi’ye yani FG’ye tabi olanlar eninde sonunda muzaffer olacaklardır. Bu sebeple hak için cihad yaptıklarına inandırılan FETÖ mensuplarının 15 Temmuz darbe gecesinde ortaya çıkarak deccale karşı mücadele başlatmaları, halka silah çevirerek ateş açmalarında garipsenecek bir şey değildir. Bu uğurda hapishanelere girmeleri veya ölmeleri onlara sadece şeref kazandıracak ve manevi derecelerinin yükseltilmesini sağlayacak hususlardır.

Bu sebeple FG’nin; “Deccal'in geçici olarak başarılı olmasına kanıp üzülmeyin varsın ahmaklar kendilerinin başarılı olduğunu sanarak aldansınlar”  sözü onları mutlu etmeye yetmektedir zira eninde sonunda muzaffer olacak FG’den başkası asla olamayacaktır.

Bu anlayış devam ettiği sürece FETÖ müntesiplerinin FG’ye sadakatle bağlılıkları sürmeye devam edecektir. Bu büyülü rüyanın sona ermesi kısa vadede “FG’nin ölümü” ile uzun vadede ise Diyanet İşleri Başkanlığının; “Doğru İslamiyet’i halka nasıl anlatabiliriz?” sorusunun cevabını çok ciddi bir şekilde bulması ve halka bıkmadan usanmadan anlatarak halkı bilinçlendirmeyle olabilecektir.

FG’nin gerçek mahiyetinin halka anlatılmasında çok ama çok geç kalan Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bundan sonra beklenen; daha şimdiden FETÖ’nün yerini almaya hazırlandığı anlaşılan bu ve buna benzer oluşumlara en başından gereken cevabı vererek “yılanın başının küçükken ezilmesi” anlayışının benimsenerek kararlı bir tutum sergilemesidir. Yoksa aynı filmin izlenmesi kaçınılmaz olacaktır. 

Einstein’ın güzel bir sözünü hatırlatarak konuyu bitirelim: “bir olayı meydana getiren sebepleri değiştirmeden farklı netice almayı beklemek aptallara mahsustur”

 

Yazarın Diğer Yazıları