Varol Yüksel

YAŞ KARARLARI ve FETÖ İLİŞKİSİ

Varol Yüksel

  • 4961

1979 yılında İran'da Şah dönemi sona erip sözde İslam devriminin acı, gözyaşı ve kanla gerçekleşmesinden sonra Humeyni bir kurtarıcı olarak İrana gelmişti.

Bu olay bütün dünyada büyük yankı uyandırmıştı. Özellikle de; sinsiliği, hücre faaliyeti ile işlerin yürütülmesi, yurt dışından emir komuta edilmesi ve nihayetinde kurtarıcı rolüyle ülkeye gelinmesi vb. hususları içinde barındırması sebebiyle ; FETÖ için "rol model olma" özelliği taşıyordu.

 
İran devriminin böyle sinsi ve kanlı bir şekilde gerçekleştirilmesi; laik kesimin düşünce dünyasına; her bir samimi dindar müslümanı şüpheli görme, Türkiyede İslami devrimi getirmek için çalışan, gizli ajandası olan ve yapılan bu çalışmalar neticesinde Türkiyenin bir gün İranlaştırılacağı fikri adeta beyinlere kazınıyordu. 

Olayları derinliğine inceleme ve analiz etme kabiliyetinden yoksun olan ve medyanın yoğun propagandasının ve  yönlendirmesinin etkisi altında kalan halk tabakasının bundan etkilenmemesi de pek tabiki mümkün değildi.

Bu yıllarda bütün dünyadaki insanlar; dine önem vermeye, dine samimi olarak yönelmeye başlamış, dolayısıyla din bütün dünyada yükselen bir değer haline gelmişti.

Zaten dinine bağlı olan bu aziz milletin evladlarında da dinini yeniden öğrenme, yeniden dinini yaşama, dini esasları yeniden hayatının bütüne sokma gayretinde olanların sayısında gözle görülür artış olmuştu.

Tabiki bu durumdan rahatsız olanlar da yok değildi. Dini ve dindarları daima potansiyel bir tehlike olarak gören, dine mesafeli olan laik, seküler yapı; halkın dindarlaşmasının önüne geçerek bir takım tedbirleri almak da gecikmeyecekti. 

28 Şubat sürecinin öncesinde İranlı bir generalin: "başlangıçta biz de dindarların isteklerini masum zannettik, müsamahalı davrandık, ne kadar yanıldığımızı anladığımızda iş işten geçmişti, şimdiden tedbir almalısınız?" şeklindeki ikazları laik yapıyı harekete geçirmekte kilometre taşlarından birisi olarak tarihteki yerini alacaktı.

1990'lı yıllarda TSK'lerinde ibadetlerini yerine getirmeye çalışan dindar subay ve astsubaylar pek yadırganmıyordu. Hatta dindar personelin emin olma vasıfları göz önüne alınarak; maddi konuların ön planda olduğu görevlere, milli hassasiyetlerin yüksek olduğu gizlilik içeren görevlere dindar personelin getirilmesine özel gayret gösteriliyordu. 

28 Şubatının öncesinde de; TSKlerinde görev yapan dindar subay ve astsubayların eşleri/kızları dinimizin emri gereği başörtüsü kullanıyorlardı. Eşlerimiz/kızlarımız; başörtüsünü dinin bir emri olarak yerine getiriyorlar, başörtüsünü siyasal bir simge olarak kullanmayı akıllarından bile geçirmiyorlardı. 

Ancak başörtüsünü siyasal bir simge olarak algılayan ve böyle olduğu hususunu kamuoyuna sürekli olarak dikte eden bu sapık anlayışın hedefi başörtüsünün çıkarılmasıydı. 

28 Şubat baskıcı rejiminin ilk uygulaması özellikle Milli Eğitimde görevli başörtülü öğretmenler ile dindar subay ve astsubayların eş ve kızlarının başörtüsünü takmamalarının temin edilmesi yönündeydi.

Bu süreçte komutanlar; dindar personeli sigaya çekiyor, suret-i haktan gözükerek; başarılı, disiplinli ve örnek personel olduklarından sözediyor, çalışmalarından çok memnun olduklarını belirtiyor ancak eşinin başörtüsü sebebiyle, bu şekilde göreve devam etmelerinin mümkün olmadıklarını belirtiyorlardı.

Komutanlar; dindar personelinin önüne 3 alternatif sunuyor: "ya eşinin başını aç, ya eşini boşa ya da seni ordudan atacağız" diyerek, birbirinden beter üç şıktan birini seçmeye zorluyorlardı. 

Bu şıklardan birisini tercih etmek zorunda bırakalan arkadaşlarımızdan bir kısmı; eşi ile anlaşarak mahkeme kararıyla eşinden resmen boşanmayı bir çözüm yolu olarak görmek zorunda bırakıldılar. 

 
Bir kısmı; istemeyerek de olsa, içi kan ağlasa da eşinin başını açtırmak durumunda kaldı. 
 
Büyük bir kısım da; "ne yaparsanız yapın, bizi böyle kabul ediyorsanız, görevimize devam ederiz, yok kabul etmiyorsanız siz bilirsiniz, rızkımızı veren Allahımızdır" diyerek canı gibi sevdiği ordularından atılmayı göze aldılar.

1995 yılı Aralık ayında yapılan Yüksek Askeri Şura'dan önce yapılan tasfiyelerde sözde "disiplinsizlik" özde ise "dindar" olduklarından dolayı ilişikleri kesilen subay ve astsubaylar arasında FETÖ'ne mensup personelin de bulunması mümkündür. Çünkü bu tarihten önce bu örgüt mensubu subay ve astsubayların eşlerine başörtüsünü çıkarma yolunda bir talimat gelmemişti.


FETÖ'ne mensup subay ve astsubayların TSK' lerinden dindar olmaları hasebiyle ayrıldıkları son tarih 1995 yılı Aralık ayında yapılan Yüksek Askeri Şuraya kadar olan dönemdir. 
 
1995 yılı Yüksek Askeri Şuranın hemen öncesinde FETÖ; örgütüne bağlı subay ve astsubaylara gönderdiği talimat ile; "subay ve astsubayların açıktan namaz kılmamaları, eşlerinin başörtülerini derhal açmaları" istemiştir. 
 
Bu kesin talimattan sonra başörtülü olan subay ve astsubayların eşleri başlarını derhal açarak emri uygulamışlardır. 
 
O dönemde hakim olan  anlayış: "başörtüsünü çıkarmayı yeterli gördüklerinden" FETÖ mensupları ordudan atılmaktan kurtulmuşlardır. 

Bu tarihten sonra TSK'lerinden ilişiği kesilen hiç bir FETÖ' ne mensup subay ve astsubay olmamıştır. Çünkü, bu tarihten sonra oruç tutmamalarında hatta gerektiğinde içki içmelerinde bir mahzur olmadığı yönünde talimatlar dahi gelmiştir. 

 
Bu tutum değişikliği ile bu personelin  yaşam tarzlarında ve söylemlerinde dindar olduklarına dair hiç bir emareye rastlanmaz olmuştur. 
 
Dolayısıyla dini hassasiyetleri olmayan personelden hiç bir farkları kalmayan FETÖ'ne bağlı subay ve astsubayların; TSK'lerinden ilişiklerinin kesilmeleri için sebep kalmamış oluyordu. 
 
FETÖ' nün benimsedikleri bu yeni hareket tarzları; samimi dindar subay ve astsubayları çok zor durumda bırakmıştır. Yaşam tarzını değiştirmeyen, eşinin başörtüsünü çıkarttırmayan personel komutanları nezdinde: " radikal", " siyasal İslamcı" veya" militan" vb. sıfatlarla itham edilir hale gelmişlerdir. 
 
Bu ithamlara maruz kalan personelin kendilerini ifade etmeleri maalesef daha bir zor duruma geliyordu. Komutanlar; "Bakın onlarda dindardı, eşleri başlarını açtı diye müslümanlıktan mı çıktılar sanki, biz bu arkadaşlarımızı kazandık, sizi ne zaman kazanacağız" vb. sözlerle mobing uygulamaya, taciz etmemeğe başlamışlardır. 

Bu olay; aynı tarihlerde üniversitelerde eğitim hayatına başörtülü olarak devam etme mücadelesi yapan kızlarımız da Fetullah Gülenin: "başörtüsü füruattır" sözü ile haklı mücadelelerinde yalnız bırakılmaları, adeta kol ve kanatlarının kırılır hale getirilmeleri olayı ile tam olarak benzer özellikler taşır ve cepheyi zayıflaştırmaya yöneliktir.

Bu tarihten sonra yapılan Yüksek Askeri Şuralarda; TSK'lerinden ilişikleri kesilen personel arasında artık FETÖ' ne mensup personele rastlanmaz. Bundan sonraki dönemlerde samimi dindar personelin süratle tasfiyesi sağlanmıştır. Zira yaşam tarzını tamamen değiştiren, saklanan, gizlenen FETÖ' ne mensup personelin artık tespit edebilme imkanı kalmamıştır. 

 
Bunu; cumhurbaşkanımızın, genelkurmay başkanımızın, milli savunma bakanımızın emir subaylığına örgüt mensuplarının nasıl ustalıkla sızdırılmasının başarılmasından da kolaylıkla anlayabiliriz.

"Hedefe giden her yol meşrudur" anlayışını benimseyen, yaşam tarzlarını değiştirerek, dindar olma vasıflarını tamamen kaybeden bu örgüt mensupları; kendilerini koruma altına almakla kalmamışlar, samimi dindar personelin tasfiye edilmesi işlemlerinde de aktif rol oynamışlardır.   

 
Bu sayede; darbenin gerçekleştirileceği o meş'um günde ( o günün şimdilik 15 Temmuz olduğu anlaşılıyor) kendi hedeflerine ulaşmada en büyük engel olarak gördükleri, emir verildiğinde silahını millete asla çevirmeyecek, vatanına gönülden bağlı, vatanperver, milliyetçi ve samimi dindar personelin tasfiye edilmesi için ihbar sürecine çok büyük katkı sağlamışlardır. 
 
İhbarda bulunmak suretiyle; hem kendilerinin dindar olmadıkları izlenimini  vermek suretiyle "bize güvenebilirsiniz" imajını vermek istemişler, hem konumlarını sağlama almaya çalışmışlar, hem de vatansever milliyetçiler ile, samimi dindarların ordudan tasfiyeleri sağlanmıştır. 
 
6191 sayılı kanun ile; YAŞ. Kararları ile tasfiye edilen samimi dindar subay ve astsubayların TSK'lerindeki görevlerine dönme yönündeki beklentileri ne yazıkki akim kalmıştır. 
 
TSK'lerinin en etkin kadrolarında yer alan FETÖ mensuplarının; tasfiye edilen personelin TSK'lerindeki aktif göreve dönüş yolununun kapatılmasında da etkin rol oynadıklarını kesinlikle biliyoruz. 
 
Bütün bunlara rağmen; Aziz Türk Milleti asla endişe etmesin. 
 
Adaleti Savunanlar Derneğinin vatan ve millet aşkı ile yanan, tam ehliyetli, donanımlı, üstün nitelikleriyle bezenmiş tüm mensupları, TSK'lerinde oluşan kadro boşluğunu doldurmaya hazırdır. 
 
Biz gücümüzü; aziz milletimizden ve milletimizin milli ve manevi değerlerinden alıyoruz.   
 
Vatan ve millete hizmete hazır olduğumuzu en yüksek gür sesle haykırıyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları