Muammer Sabri

Bozkürtler: Saklı Kalmış tarihin izinde...

Muammer Sabri

  • 11

Kimi zaman tarihin tozlu raflarında saklı kalmış hikâyeler, yıllar sonra bir belgede, bir fotoğrafta ya da bir anının tozlu sayfasında kendini gösterir. “Bozkürt: Ülkücü Kürtlerin Saklı Kalmış Hikâyesi” işte tam da böyle bir keşif. Araştırmacı yazar Ahmet Dinç’in kaleminden çıkan eser, Türkiye’nin yakın siyasi geçmişinde çoğu kez göz ardı edilmiş bir topluluk üzerine ışık tutuyor: Ülkücü hareketin Kürt ve Zaza kökenli mensupları.

Şimdi hafızayı tazeleyelim. 1960’lar, Türkiye’nin siyasi ikliminin şekillendiği, ideolojilerin sert rüzgârlarla savrulduğu yıllardı. Alparslan Türkeş’in liderliğinde kurulan Milliyetçi Hareket Partisi, sadece bir siyasi örgüt değil; aynı zamanda bir kimlik ve bağlılık laboratuvarı işlevi gördü. Ve işte bu laboratuvarın içerisine Kürt ve Zaza kökenli gençler de dâhil oldu. Soruyorum size: Bir zamanlar “kimlik” kavramı bu kadar keskin çizgilerle ayrılırken, Kürt bir genç, Türkeş’in fikirleriyle nasıl bütünleşti? İşte Dinç’in derin kazısı burada devreye giriyor. Belgeler, arşiv taramaları ve yüzlerce röportaj, bu sorunun cevabını gün yüzüne çıkarıyor.

Bozkürtlerin ortaya çıkışı, yalnızca bir siyasi tercih değil, aynı zamanda bir “çimento işlevi”ydi. İki halk arasında köprü kurmak, geçmişin yaralarını onarmak ve PKK sonrası dönemde yeni bir ortak gelecek kurgusunu mümkün kılmak… Dinç’in önsözüne bakın: 27 Şubat 2025. Tarih tesadüf değil. Öcalan’ın İmralı’dan silah bırakma çağrısını açıkladığı gün. Yani bir dönemin kapanışını ve diğerinin hazırlığını belgeleyen bir zaman damgası. “Bozkürtler artık çekildikleri köşelerden çıkmalı,” diyor Dinç. Ve işin ilginci, bu çıkış yalnızca siyasi değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir hamle.

Bir kahve eşliğinde sohbet ediyormuş gibi düşünün: Alparslan Türkeş’in Kürtlere ve Alevilere yönelik çıkardığı gazeteler, Kürt ve Zaza kökenlilerin milliyetçi düşünceyle tanışmasının ilk belgeleri. O sayfalarda sadece politik mesaj yok; aynı zamanda kimlik inşası ve aidiyetin ince işçiliği var. Ve işte bu gençler, 12 Eylül öncesi ve sonrası dönemde Ülkücü Hareket’in farklı kollarında görev alarak, bir nevi tarih yazıyor.

Dersim isyanından, Diyarbakır mitinglerine kadar uzanan çizgide Bozkürtlerin hikâyesi, politik bir laboratuvar kadar karmaşık. Mesela, 1975 yılında Başbakan Yardımcısı Türkeş’in Diyarbakır’da tankın üzerine çıkarak yaptığı konuşma… Sadece bir miting değil; bir sembol, bir mesaj. Ve Dinç’in belgeleri gösteriyor ki, bu hareketin içinde yetişmiş Kürt ve Zaza kökenliler, hem ideolojik hem de toplumsal bir rol üstlenmiş. Kahvelik bir anekdot gibi görünse de, bu tankın üstü bir kuşatılmış tarih sahnesi.

Elbette iş sadece sembollerle sınırlı değil. “Bozkürtler” terimi, zaman içinde bir kimlik ve bir misyon haline gelmiş. Siyasi partilerdeki varlıkları, toplumsal olaylara müdahaleleri ve PKK propagandasına karşı verdikleri mücadele, onların Türk-Kürt ilişkilerinde birer “koruma seti” işlevi görmesini sağlamış. Bu noktada hafıza tazelemek gerek: 1980’ler sonrası, Türkiye’nin bölünme riskiyle karşı karşıya kaldığı yıllar. Bozkürtler, hem sahada hem de ideolojik alanda, Türkiye’nin bütünlüğüne katkıda bulunmuş.

Dinç’in araştırması sadece siyasetle sınırlı değil. Kimlik, kültür ve ideoloji kesişiminde saklı kalan hikâyeleri de gün yüzüne çıkarıyor. Ziya Gökalp’in Kürt kökeni, Türk milliyetçiliği ile Kürt kimliği arasındaki ilişkiyi anlamak için kritik bir veri. Gökalp’in Kürtçeyi konuşabilmesi ve yazabilmesi, onun fikirlerinin derinliğini ve Bozkürtlerin ideolojik mirasını açıklamakta önemli bir rol oynuyor. Ve işte tam bu noktada yazar, belgelerle hikâyeyi destekleyip, okuru hem düşündürüyor hem de hafifçe gülümsetiyor; çünkü tarih çoğu zaman ciddiyetle değil, ironik tesadüflerle doludur.

Biraz da günümüze bakalım. Devlet Bahçeli dönemi, Bozkürtler açısından yeni bir sayfa açtı. MHP’nin Kürt açılımı projeleri, onların siyasi ve toplumsal varlığını görünür kıldı. Siyasetteki görevleri, toplumsal bilgilendirme çalışmaları ve PKK karşıtı duruşları, hem ideolojik hem de pratiğe dönük bir miras oluşturdu. Ve ironik olan şu ki, bir zamanlar kimlik çatışmasının gölgesinde kalan Bozkürtler, artık iki taraf arasında bir köprü ve bir referans noktası hâline gelmiş durumda.

Dinç’in kitabı, tarihin “unutulmuş raflarını” karıştırmakla kalmıyor; aynı zamanda okura sorular sorduruyor. Mesela: “Bozkürtler, PKK sonrası dönemde Kürt gençlerine nasıl ışık olabilir?” veya “Türk milliyetçiliği içinde yer alan Kürtler, kimliklerini nasıl yeniden tanımlamışlardır?” İşte bu sorular, tarihî bir merak değil; bugüne dair bir yön gösterge.

Ve en nihayetinde, Bozkürtlerin hikâyesi, hafıza tazeleme ve kahvelik sohbetin birleştiği bir alanda okunmalı. Tam bir gazetecilik çalışması. Tam bir inceleme-araştırma eseri. Bir başka bakış açısıyla gazetecilik refleksiyle akademik formda hazırlanmış bir başucu kitabı…

Malum; tarih, yalnızca ciddi analizlerden ibaret değil; aynı zamanda insanı düşündüren, güldüren ve kendi hafızasını sorgulatan bir hikâye. Bozkürtler işte bu hikâyenin, görünmeyen ama etkili bir parçası.

Sonuç olarak, Bozkürtler sadece bir siyasi kimlik değil; iki halkın arasındaki sessiz çimento, geçmişin izlerini taşıyan bir köprü ve geleceğe ışık tutan bir referans noktası. Dinç’in derin kazısı, belgeleri ve röportajlarıyla bu hikâyeyi gün yüzüne çıkarıyor. 

Yazarın Diğer Yazıları