Kimi zaman tarihin tozlu raflarında saklı kalmış hikâyeler, yıllar sonra bir belgede, bir fotoğrafta ya da bir anının tozlu sayfasında kendini gösterir.
“Bozkürt: Ülkücü Kürtlerin Saklı Kalmış Hikâyesi” işte tam da böyle bir keşif.
Araştırmacı yazar Ahmet Dinç’in kaleminden çıkan bu eser, Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde çoğu kez görmezden gelinmiş bir topluluğa ışık tutuyor:
Ülkücü hareketin Kürt ve Zaza kökenli mensuplarına.
Bir hafıza kazısı: 1960’lardan bugüne
1960’lar… Türkiye’nin ideolojik rüzgârlarla savrulduğu, siyasetin sertleştiği yıllar.
Alparslan Türkeş liderliğinde kurulan Milliyetçi Hareket Partisi, yalnızca bir siyasi örgüt değil; aynı zamanda bir kimlik laboratuvarıydı.
Ve bu laboratuvarın içinde Kürt ve Zaza kökenli gençler de yer aldı.
Peki, o yıllarda kimlikler bu kadar keskinken, bir Kürt genci Türkeş’in fikirleriyle nasıl bütünleşti?
Dinç’in titiz arşiv taramaları, belgeleri ve röportajları bu sorunun peşine düşüyor.
“Bozkürt” kavramı: Bir kimlik, bir köprü
Bozkürtlerin ortaya çıkışı, sadece bir siyasi yönelim değil; aynı zamanda bir çimento işlevi gördü.
İki halk arasında köprü kurmak, geçmişin yaralarını onarmak ve PKK sonrası dönemde yeni bir ortak gelecek inşa etmek…
Yazarın önsözünde dikkat çekici bir tarih var: 27 Şubat 2025.
Öcalan’ın İmralı’dan silah bırakma çağrısını yaptığı gün.
Yani, bir dönemin kapanışını ve diğerinin hazırlığını belgeleyen simgesel bir tarih.
Dinç, “Bozkürtler artık çekildikleri köşelerden çıkmalı” diyor.
Ve bu çağrı, yalnızca siyasi değil; sosyal ve kültürel bir anlam taşıyor.
Türkeş’in gazeteleri, aidiyetin izleri
Bir kahve eşliğinde düşünün:
Türkeş’in Kürtlere ve Alevilere yönelik çıkardığı gazeteler…
O sayfalarda sadece politika değil; kimlik inşası ve aidiyetin ince işçiliği var.
Kürt ve Zaza kökenli gençler, bu sayfalarla milliyetçi düşünceyle tanıştı ve
12 Eylül öncesi-sonrası dönemde Ülkücü Hareket’in farklı kollarında tarih yazdı.
Tankın üstünde bir sembol
Dersim’den Diyarbakır’a uzanan çizgide Bozkürtlerin hikâyesi,
bir “politik laboratuvar” kadar karmaşık.
1975’te Başbakan Yardımcısı Türkeş’in Diyarbakır’da tankın üzerine çıkarak yaptığı konuşma...
Sadece bir miting değil, bir semboldü.
Ve Dinç’in belgeleri gösteriyor ki, bu hareketin içindeki Kürt ve Zaza kökenliler
hem ideolojik hem de toplumsal bir misyon üstlenmişti.
O tankın üstü, aslında kuşatılmış bir tarih sahnesiydi.
“Bozkürt” bir terimden fazlası
Zamanla “Bozkürt” sadece bir terim değil, bir kimlik ve misyon haline geldi.
Siyasi partilerdeki varlıkları, toplumsal olaylardaki etkileri ve PKK propagandasına karşı verdikleri mücadele,
onları Türk-Kürt ilişkilerinde birer “koruma seti”ne dönüştürdü.
1980’ler sonrası, Türkiye’nin bölünme riskiyle karşı karşıya kaldığı yıllarda
Bozkürtler hem sahada hem de ideolojik zeminde ülkenin bütünlüğü için çaba gösterdi.
Kimlik, kültür ve ideoloji üçgeninde
Dinç’in çalışması yalnızca siyaseti değil, kimlik ve kültürün kesişim noktalarını da açığa çıkarıyor.
Ziya Gökalp’in Kürt kökeni, Türk milliyetçiliğiyle Kürt kimliği arasındaki ilişkinin kritik bir verisi.
Gökalp’in Kürtçeyi konuşup yazabilmesi, hem fikirlerinin derinliğini hem de Bozkürtlerin ideolojik mirasını açıklıyor.
Tarih bazen ironik, bazen gülümsetici. Dinç, belgeleriyle bunu hissettiriyor.
Günümüze uzanan izler
Devlet Bahçeli dönemi, Bozkürtler açısından yeni bir sayfa açtı.
MHP’nin Kürt açılımı projeleri, onların varlığını daha görünür hale getirdi.
Siyasetteki görevleri, toplumsal bilgilendirme çalışmaları ve
PKK karşıtı duruşları, bu grubun hem ideolojik hem de pratik bir miras oluşturmasını sağladı.
Bir zamanlar kimlik çatışmasının gölgesinde kalan Bozkürtler,
bugün iki taraf arasında bir köprü ve referans noktası hâline geldi.
Bir başucu kitabı
“Bozkürtler” yalnızca tarihin unutulmuş raflarını karıştırmıyor;
aynı zamanda okura sorular sorduruyor:
“Bozkürtler, PKK sonrası dönemde Kürt gençlerine nasıl ışık olabilir?”
“Türk milliyetçiliği içinde yer alan Kürtler kimliklerini nasıl yeniden tanımlıyor?”
Bu sorular yalnızca tarihî değil; bugüne dair bir yön bulma çağrısı.
Sessiz bir çimento
Bozkürtlerin hikâyesi, bir hafıza tazeleme ve kahvelik sohbet tadında okunmalı.
Gazetecilik refleksiyle akademik titizliği birleştiren bu eser,
iki halkın arasındaki sessiz çimentoyu gözler önüne seriyor.
Sonuçta Bozkürtler, sadece bir siyasi kimlik değil;
geçmişin izlerini taşıyan bir köprü, geleceğe ışık tutan bir referans noktası.
Ahmet Dinç’in derin kazısı, belgeleri ve röportajlarıyla
bu saklı hikâyeyi nihayet gün yüzüne çıkarıyor.