
Ölümler istatistik verileri değildir!
Cemal İncesoyluer
- 1141
Hatırlıyor musunuz, Bodrum sahiline vuran 3 yaşındaki Aylan’ın o mahut cesedini.
İçimiz acımış, gözyaşlarımızı tutamamıştık.
Boğazımıza düğümlenen, bir türlü dilimizi döndürüp çıkamayan cümleler, adeta “sözün bittiği yer” olmuştu.
O fotoğraf, aslında Aylan’ın değil, insanlığın sahile vurmasıydı. Aylan’ın sahile vuran minik bedeni, bütün dünyayı ayağa kaldırmıştı.
Gel görelim ki, nice acıyı, nice katliamı, nice vahşeti unutma gibi bir hafızaya sahibiz.
Dünyada baş döndürücü olayları okuyamıyoruz, anlayamıyoruz, eskilerin deyişiyle vehmedemiyoruz. Yanı başımızda yaşanan savaş, ülkemizin Doğu ve Güneydoğusunda ki terör mücadelesi, metropol kentlerdeki “canlı bomba” maharetiyle gerçekleşen saldırılar, bizi kaygılandırsa da, çabuk unutuyoruz.
Kifayetsiz siyasetçilerin maksatlı, kurgulu ve yönlendirmeli açıklamaları nedeniyle; artık bu ülkede tasa da ve kıvançta ortak bir noktada buluşamıyoruz.
Keskin bir ayrışma, kamplaşma ve ötekileştirme retorikleriyle, Türkiye üzerinde asırlardır hep hesabı olmuş güçlerin, emperyalist ülkelerin ve dünyayı yöneten tröstlerin gündeminde savruluyoruz.
Gezi Parkı kalkışması böyleydi. Suruç ve Ankara Garındaki katliam ve sonrasında yapılan açıklamalar, ülke kaosuna katkı sağlayan politikalar, Türkiye’nin iç savaşa sürüklenmesine yönelik denemelere su taşıyan medyanın ahlaksız algısına tanık olmuştuk.
Öylesine önyargılı, düşmanca tavırların anaforuna kendisini kaptıranlar; bu ülkede yaşanan her bir acıda ortak bir dil ve tavır yerine, kin ve öfkenin tutsağı tutumunu benimsediler.
Fransa’nın Paris’in de 7 yerde eş zamanlı patlayan bombalar, 132 kişinin hayatını kaybetmesine, 95’i ağır 250 kişinin yaralanmasına ilişkin bir bilançoyu istatistik veri olarak, bütün dünya medyası kamuoyuna duyurdu. 2 milyondan fazla mülteciye kapısını açan, onlara sıcak yemek ikram eden Türkiye’nin yöneticilerine, muhalif siyasilerin getirdiği eleştiri, tam da sözün bittiği başka bir yerdir.
G20 zirvesinde katılımcı ülkelerin liderlerinin eşlerine bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan şunları söylüyordu: Mülteciler, istatistik verileri değildir. Onların her biri, bizler gibi kadındır, çocuktur, insandır. Umutları, gelecek planları, duyguları olan insanlardır…
Suriye ve Irak ile ilgili Türkiye’nin tezlerini, o masada bulunma çabalarını, siyaset üretme keyfiyetini anlayamayan yerli politikacılar, karşımıza Gazi Mustafa Kemal’in, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” vecizesini öne sürüyorlar.
Ne Sevr’i, ne Lozan’ı nede Hatay’ı bilmeden, bu sözün derinliğini anlamaları mümkün değil.
Hatay’ı misak-ı milli sınırlara katmak için savaş ve resmi militanları konuşlandırmayı dahi göze alan Gazi Mustafa Kemal’in bu sözünü nasıl yorumlarlar? Lozan’ı ve özellikle misak-ı milli sınırlar içerisinde kabul edilen Kerkük-Musul’un neden Türkiye’nin bir parçası olmadığına dair bir fikirleri var mı?
DEAŞ/IŞİD’in doğuşu, bir Arap Baharı sonucu değildir.
Mehmet Barlas köşe yazısında konuya ilişkin çok önemli tespitler yapıyor ve diyor ki: 1948'den bu yana Ortadoğu'nun en problemli konusu "Filistin Sorunu" değil mi? Eğer El Kaide gibi terörizme simge olmuş bir örgüt, dünyanın bütün ülkelerini tehdit eder hale geldiyse, bunun ana nedeni Filistin'deki çözümsüzlüktür... Ama bu konuda bir tutum değişikliği hala yok. Obama ile Netanyahu arasındaki gerginliğe bakmayın... Bu yıl da İsrail en fazla Amerikan askeri yardımı alan ülke konumunda. Ve yine İsrail Gazze'yi canı sıkıldığı zaman bombalayabiliyor... Gazzeliler, Hitler Almanya'sında Yahudilere yapıldığı gibi, kuşatılmış bir getto hayatına mahkum edilmiş durumdalar. Terörizmi tırmandıran nedenler arasında özellikle süper devletlerin kendi hatalarını gecikerek görmeleri gibi bir durum da var... Örneğin Amerika Irak'ı işgal ettikten sonra yönetime getirdiği Şii Maliki'nin Iraklı Sünnilere karşı uyguladığı baskı politikasının sonuçlarını o anda görebilseydi, IŞİD Iraklı Sünnilerden bu desteği bulabilir miydi? Saddam'ın askerleri IŞİD'e katılır mıydı?”
Barlas’ın yerinde sorduğu bu soruya mantıklı ve ayağı yere basan bir cevabı olan var mı?
Dünkü yazımda da ifade ettiğim gibi, Şii-Sünni kamplaşmasından kim yarar sağlayabilir?
Irak’ın önceki başbakanı Şii Malikinin Sünnilere yönelik baskı politikalarının ürünü olan DEAŞ/IŞİD, bir anlamda terör gettosunun da yolunu açtı.
Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Arap Yarımadası coğrafyasında bitmeyen savaşın en temel sebebi elbette yer altı kaynaklarıdır. BM’nin 5 büyükleri tabir edilen ülkeler, aynı zamanda emperyalist ideolojinin de temsilcileridir. Sömürgeciliği devletlerinin olmazsa olmazı haline getiren bir zihniyet ile asırlardır varlıklarını sürdürüyorlar.
İşte DEAŞ/IŞİD’te bu ülkelerinin Frankenstein(Frankeştayn) olarak rol alıyor.
Bir bumerang gibi kendilerini de vurmaları şaşılacak bir şey değil. Tıpkı, Afganistan’da ABD’nin türettiği El Kaide’nin İkiz Kuleleri vurması gibi, bu “örgüt devlet”, artık kendisine tehdit unsuru olarak gördüğü AB ülkelerini ve Türkiye’yi de vuracaktır. Teröristlerle ilgili “benim-senin” ayrımının ne kadar yanlış ve hastalıklı bir anlayış olduğu da ortaya çıkmıştır.
G20 zirvesinde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, özellikle terör konusundaki uyarısı ve Türkiye’nin tezini bir kez daha tekrarlaması, belki de zirveye katılan ülkelerin son idrak fasılasıdır.
Aksi takdirde, terörün dini, imanı, ırkı ve merhametinin olmadığını başka acı tecrübelerle öğrenecekler.