Geleceğimiz korku ve ümit (havf ve reca) sarkacında görünüyor
Nuri Gürgür
- 497
Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nde üç kritik göreve Hazine ve Maliye Bakanlığı’na Mehmet Şimşek’in, İçişlerine Ali Yerlikaya’nın, Dışişlerine Hakan Fidan’ın getirilmeleri, Cevdet Yılmaz’ın Cumhurbaşkanı Yardımcısı olması kamuoyunda genellikle olumlu karşılandı. Bu tercihler dış siyasette güneyimizdeki komşularımızla ilişkilerimizde son iki yıldır yaşanan “U” dönüşünün devam edeceği, benzerinin ekonomik ve idari konularda da tekrarlanacağı tarzında yorumlandı.
2018’de Başbakan Yardımcılığından kovulurcasına alınan, o tarihten sonra siyasetten uzak kalmaya çalışan Şimşek’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daveti üzerine tekrar bu alana dönebileceği son iki aydır konuşuluyordu. Seçimden sonra yaptıkları görüşmenin ardından Mehmet Şimşek ekonominin başına getirildi. Göreve başlarken yaptığı kısa açıklamada bir yandan son dönemde izlenen ekonomik politikayı eleştirirken diğer yandan neler yapılması gerektiğini birkaç cümlede ifade etti: “Yönetimde şeffaflık, tutarlılık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk temel ilkelerimiz olacaktır. Türkiye’nin rasyonel bir iktisadi anlayış zeminine dönmesi dışında seçeneği kalmamıştır. Attığımız her adım aldığımız her karar ülkemize duyulan ülkemize duyulan güveni ve istikrarı güçlendirmeye devam etmesi önem arz etmektedir.”
Piyasalar “rasyonalite” ye dönüş konusunda halen beklenti halinde; Şimşek’in düşündüklerini yapma imkânı bulacağından emin olmadığından ilk adımların gecikilmeden atılması büyük önem taşıyor. Önceki Bakan Nebati’nin “Epistemolojik kopuş, heterodoks sisteme dönüş-Türkiye modeli“ diyerek açıkladığı, Şimşek ve O’nun gibi düşünenlerin “irrasyonel” (akla aykırı) olarak buldukları, dünyada tüm Batılı ülkelerin yanı sıra Rusya ve Çin’in de uyguladığı ekonomik politikayı reddederek kendimize özgü bir sistemi tedavüle sokmanın, TCMB, TSMF, BDDK gibi önemli kurumları itaatten başka özelliği olmayan yöneticilerin ellerinde itibarsız kurumlara dönüştürmenin, Sayıştay’ı devreden çıkararak şeffaflığı ortadan kaldırmanın maliyeti ortada. Bu politikanın Nebati‘den önceki esas mimarı Berat Albayrak “yeni paradigma” dediği sistemi savunurken şöyle diyordu: “Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, yeni sistemin etkinliğinde avuçlarını yalayacakları şekilde demir bir yumrukla doları 5 liraya indirdik” (Mart 2019). Ama dolar beş ay içerisinde 12 lirayı geçince yazılı bir mesajla görevi bıraktığını açıklamak zorunda kaldı.
Bu sistem bir deli gömleği gibi uygulamaya sokulurken kağıt üzerinde çok parlak bir teori olarak görülüyor, hatta Çin’in ekonomik büyümesini sağlayan modele benzetiliyordu. Ülkemizde işçi ücretlerinin AB ülkelerinin çok altında olması, coğrafi konumumuz avantajımızdı. Faizi indirip kredi maliyetleri düşürülecek, böylelikle ihracatçı ve sanayici büyük çapta desteklenecek, üretim ve ihracat hızla tırmanacak, dolayısıyla enflasyon tek rakamlarda sabitlenecek, işsizlik azalacak, Türkiye uçuşa geçip küresel bir güç, oyun kurucu olacaktı.
Bizim yapamadığımızı halen Mısır yapmak yolunda. Orada işçi ücreti bizimkinin üçte birinden biraz fazla, devlet yatırım yapanlara kredi desteği ve her türlü kolaylığı sağlıyor. En önemlisi ABD Mısır’a İsrail’in de teşvikiyle bizden esirgediği “nitelikli sanayi bölgeleri” kurmasına izin veriyor. Buralarda imal edilen tekstil ürünleri ülkesine girerken gümrük almıyor. Oysa bizim tekstilcilerimiz ürünlerini ABD’ne yüzde otuz gümrük ödeyerek sokabiliyor. Bu durumda bazı imalatçılarımız Mısır’a giderek yatırım yapmaya başladı. Biz yıllardır piyasa ekonomisinin kurallarına uymak yerine “faiz sebep enflasyon sonuçtur” tezine uyan bir model oluşturmaya çalışırken AB ile aramızdaki Gümrük Birliği Antlaşması’nın aleyhimize olduğunu bir ara kendilerinin de kabul ettiği haksız rekabete yol açan hükümlerin düzeltilmesini sağlayamadık; üstelik sığınmacılarla ilgili Geri Kabul Antlaşması’nı imzaladık. Böylelikle milyonlarca sığınmacının barınağı olmayı kabullendik; vermeden almakta usta olan Avrupa’ya nefes aldırdık.
28 Mayıs’ta başlayan bu yeni dönemde başta Mehmet Şimşek olmak üzere Hakan Fidan ve Ali Yerlikaya ne yapabilirler, inisiyatif kullanmalarına, çalışma ekiplerini oluşturmalarına izin verilir mi bilemiyoruz. Ancak yapılan yanlışların rakamsal sonuçları ortada. TÜİK üzerinden tabloyu olumlu göstererek, medyanın desteğiyle bazılarını buna inandırmak mümkün olabiliyor. Fakat ülkenin geleceğiyle ilgili vaatleri devamlı tekrarlayarak toplumu ümide, beklentiye yönlendirmek sorunları çözmüyor. Türk ve İslam tarihinde aklın, liyakatin, istişarenin ve adaletin esas olduğu çok sayıda yönetim dönemleri olduğu gibi, sultana sadakatin, sorgusuz sualsiz itaatin yani kişiye biatın geçerli kılındığı, yapılanlara dinen meşruiyet fetvalarının bile verildiği dönemler de olmuştur. Bunların her birinin yol açtığı sonuçlar tarihin hafızasında duruyor. Fakat çoğu defa okunup ders alınmadığından yanlışların tekrarları kaçınılmaz hale geliyor.