SPOR HEYECANI yahut SPORTMENLİK
Selami Çekmegil
- 35933
G. ORWELL'den
Sunum ve Çeviri: M. Selami ÇEKMEGİL
95'lerde eski bir yazım diyordu ki: spor, yapan için büyük bir yarardır; tabii türüne göre... Spor’un, spor yapmayıp sadece seyreden halkıma da bir yaran(dost) olduğunu 26.04.1995 günü oynanan Türkiye – İsviçre milli maçından sonra biraz anlar gibi olmuştum.
O zaman bir çok alanda umut kırıklığı yaşayan halkım, heyecan gösterisi ihtiyacını giderebilmişti bu maçın arkasından... Azerbaycan’ı kurtarabildiği, Rusya’yı dizginleyip Çeçenistan’da ve Bosna’da katliamı durdurabildiği, Kıbrıs sorununu
kendi yararına çözebildiği, on milyon işsizin beş milyonuna istihdam imkanı açabildiği, terör olayını çözüp anaların gözyaşlarını dindirebildiği, kirlenen tabiatı ve çevreyi temizleyip erozyon problemini hallettiği, yolsuzlukları noktalayıp temiz bir yönetime kavuşabildiği, mahkemelerde biriken dosya sayısını gerçekçi bir hukuk düzeni ile tasfiye ederek yarıya düşürebildiği, yüksek tahsil yapmak isteyen çocuklarına üniversite kapasitesini ülke gerçeklerine uydurarak cevap verebildiği, hurafe odaklarını etkisizleştirip bilime yönelebildiği, iş barışını sağlayıp üretim patlaması yapabildiği vs. için sevinç nümayişi yapamayan halkım, Tıpkı şimdi -Hırvatistan–Türkiye maçında olduğu gibi- Milli Takımımızın İsviçre takımını yenmesine fit olup, gece yarısı sokaklara taşmış ve karnını doyurmak için bir simit bulamayan zavallı yavrular bile Takımımızın bu “milli” zaferiyle sokaklarda zıp zıp zıplamışlar; nara atmışlardı... Buna da şükürdü! Bosna-Hersek ızdırabımızı o zaman bu futbol zaferi ile unutturan şaşaalı sporcularımıza teşekkürler olsun!..
Ama işin başka bir yanı da varmış. Onu ben söylemiyorum. Büyük İngiliz düşünür George Orwell söylüyor. Halkım benim dilimden anlar ama seçkinci aydınlarımız ancak bir Batılı düşünürün görüşleri ile aydınlanabilirler. Ben bu çevirim ile muhtemelen onlara da hitap edebilmek için Orwell’i konuşturacağım.
Bakın, İngiltere’de oynanan bir maç sonrası Orwell neler yazmış:
Sportmenlik(*)
GeorgeORWELL
Çeviri: M. Selami ÇEKMEGİL
Dinamo futbol takımının kısa ziyareti sona erdiğine göre, düşünen bir çok kimsenin, Dinamocuların gelmesinden önce kendi aralarında neler söylediklerini kamuya açmak artık mümkündür. Demek istediğim sporun kötü duyguların başarılı bir nedeni olduğu,; Böyle bir ziyaretin, İngiliz-Sovyet münasebetleri üzerinde her hangi bir etkisi olmuşsa bile bunun, ancak bu münasebetleri öncekinden biraz daha kötüleştirmiş olması ihtimalidir.
Gazeteler bile oynanan dört maçtan en az ikisinin çok kötü duygular uyandırdığı gerçeğini gizleyemediler. Orada bulunan birisi bana Arsenal maçında bir ingiliz oyuncusuyla Rus oyuncusunun kavgaya tutuştuklarını ve kalabalığın hakemi yuhaladığını söyledi. Başka biri Glasgow maçının daha başından itibaren, herkesin burnunu soktuğu bir döğüş olduğunu bildiriyor.Sonra Arsenal takımının terekküp (birleşme) tarzı konusunda, tıpkı ulusçuluk dönemimize özgü tartışmalar oldu. Acaba bu takım Rusların iddia gibi İngiltere’yi temsil eden bir takım mıydı; yoksa İngilizler’in iddia ettiği üzere sıradan bir lig takımı mı? Acaba dinamocular İngiliz karma takımı ile oynamaktan kaçınmak için mi seyahatlerine aniden son verdiler?Her zaman olduğu gibi herkes bu sorulara kendi siyasi tercihine göre cevaplar vermekte. Şüphe yok ki, bu tartışma yıllarca tarih kitaplarının dip notlarında yankılanmaya devam edecek ama,Dinamo takımının seyahatinin bu güne kadar herhangi bir sonucu olmuşsa bile bu sonuç, şimdilik, her iki tarafta da yeni bir düşmanlığın doğması olmuştur.
Bu nasıl başka türlü olabilirdi. Ben insanlardan,”sporun uluslar arasında iyi duygular oluşturduğunu, eğer dünya halkları birbirleriyle futbol veya kriket maçlarında karşılaşabilselerdi savaş alanlarında karşılaşmak için bir temayülleri olmazdı” dediklerini duyduğum her zaman hayret ederim.İnsan, uluslar arası spor yarışmalarının nefret gösterilerine yol açtığı (mesela 1935 Olimpiyat Oyunları gibi) müşahhas(somut) örneklerden anlamamış olsaydı dahi bunu genel ilkelerden çıkarabilirdi.
Hemen hemen zamanımızda yapılan sporların hepsi yarışmadır. Kazanmak için oynarsınız ve kazanmak için bütün gücünüzü kullanmadıkça oyun manasız kalır.Tarafınızı orada sectiğiniz, bölgecilik duygusu olmayan bir köy merasında sırf eğlence ve hareket için oynamak mümkündür. Ama prestij sorunu doğar doğmaz, kaybetmeniz halinde sizin ve arkanızda daha büyük bir birliğin ayıplanacağını hisseder etmez, en vahşi kavgacı duygular uyanıverir. Bir okul futbol maçında bile olsun, oynayan herkes bunu bilir.Uluslararası seviyede spor, açıkça taklit bir muharebedir.Fakat önemli olan oyuncuların davranışı olmayıp seyircilerin tavrıdır.; seyircilerin ardında, bu saçma rekabet üzerinde kendilerini hiddet kaptıran, kısa fasılalarla her derecede koşmanın, atlamanın ve bir topu tekmelemenin ulusal bir meziyet testi olduğuna ciddiyetle inana,ulusun tavrıdır.
Kriket gibi, kuvvetten çok zarafet isteyen rahat bir oyun bile 1921’de İngiltere’yi ziyaret eden Avustralya takımının faullü taktikleri ve kural dışı atımlara (topun belden yukarı zıplayacak şekilde atılmasına-müt) dayalı çekişmesinde gördüğünüz üzere düşmanlığa sebep olabilmişti. Oynayan herkesin incindiği ve her ulusun yabancılara haksız gözüken kendi oyun biçimi ile oynadığı bir spor olan futbol çok daha kötü. Hepsinin kötüsü bokstur. Dünyada en korkunç görüntülerden biri karışık topluluk önünde beyaz ve siyah boksörler arasındaki bir döğüştür. Ama boks topluluğu daima iğrençtir.Ordunun, özellikle kadınların davranışları böyle olduğundan, onları kendi maçlarına kabul etmediğine inanıyorum.Hiç değilse iki üç yıl önce muhafız alayı ile kara kuvvetleriz bir boks turnesi tertipledikleri zaman, ben kadınları içeri sokmamak üzere kapıya nöbetçi koymuştum.
Futbol sahasındaki”temiz, sağlıklı rekabet” konusunda ve ” Olimpiyat Oyunları’nın ulusları bir araya getirmede oynadığı rol” hakkında ileri geri konuşmak yerine bu çağdaş spor dininin nasıl ve neden doğduğunu araştırmak daha yararlı olur. Şimdi oynadığımız oyunların çoğu eski orijinlidir. Ama spor, Romalılar zamanı ile ondokuzuncu yüzyıl arasında çok ciddiye alınır gözükmüyor. Hatta İngiliz devlet okullarında bile oyunlar kültü geçen yüzyılın ikinci yarısına kadar başlamadı.Genel olarak modern devlet okullarını kurucusu kabul edilen Dr.Arnold, oyunları basit şekilde vakit israfı olarak görüyordu.Sonra, başlıca İngilterede ve birleşik devletlerde oyunlar geniş kalabalıkları cezbetmeye ve vahşi ihtiraslar uyandırmaya müsait büyük finansmanlı faaliyetler haline getirildi Ve bu salgın ülkeden ülkeye yayıldı.En geniş alana yayılmış olan sporlar, en sert mücadeleyi içeren sporlar, futbol ve boks oldu. Her şeyin nasyonalizmden, yani günümüzün kendini daha büyük güç mihraklarıyla özdeşleştirme ve her şeyi prestij yarışı olarak görme hastalığından neşet(ileri geldiğinden) ettiğinden fazla şüphe edemiyorum. Yine organizeli oyunların, vasat insanların yerleşik veya hiç değilse sınırlı bir hayat yaşadıkları ve yaratıcı iş için fazla fırsat elde edemedikleri şehir topluluklarında gelişmeleri, bana daha muhtemel görünüyor. Kırsal bir cemaatteki çocuk veya genç, fazla enerjisini yürüyerek, yüzerek, kartopu oynayıp ağaçlara çıkarak, ata binerek ve balık avlama, horoz dövüşü, fare izi sürme gibi hayvanlara işkence içeren çeşitli sporlar yaparak harcamaktadır. Büyük bir kasabada insan, eğer fiziki gücü veya sadist dürtüleri için bir mecra isterse, kendini grup faaliyetlerine vermek mecburiyetindedir. Oyunlar Londra’da ve New York’ta ciddiye alınmaktadır. Roma ve Bizans’ta da ciddiye alınırdı. Ortaçağlarda da oynanırlar ve muhtemelen fazlaca kaba kuvvetle oynanırdı. Ama siyasetle karıştırılmadıkları gibi kitlesel nefret nedeni de olmazlardı.
Halen dünyada mevcut olan büyük düşmanlıkları artırmak istiyorsanız bunu, Yahudilerle Araplar, Almanlarla Çekler, Hindistanlılarla İngilizler, Ruslarla Polonyalılar ve İtalyanlarla Yugoslavlar arasında her biri yüzer bin kişilik karışık kalabalıkları tarafından izlenecek bir seri futbol maçının yapacağından daha iyi yapamazdınız. Elbette sporun uluslar arası rekabetin esa nedenlerinden biri olduğunu telkin etmek istemiyorum.Sırf büyük çapta sporun kendisini ulusçuluğu ortaya çıkaran sebeplerin bir başka tezahürü olarak görüyorum. Yine de ulusal şampiyonlar olarak tanıttığımız on bir kişilik bir takımı rakip bir takıma karşı çarpışmaya gönderip, tarafların hangi taraf yenilirse o ulusun “itibarını kaybedeceği”ni hissetmelerine zemin hazırlayarak işleri daha da kötüleştirmenizin mümkün olacağına işaret etmek istiyorum.
Bundan dolayı, Dinamocuların ziyaretlerine; SSCB’ye bir İngiliz takım göndererek mukabele etmeyeceğimizi ümit ediyorum. Eğer böyle yapmamız şartsa o zaman yenilmesi muhakkak olan ve bütünüyle Britanya‘yı temsil ettiğini iddia edemeyecek ikinci bir sınıfı bir takım gönderelim derim. Halen dünyada mevcut olan sıkıntı sebepleri yeter de artar bile. Bunlara, genç insanları, çılgın seyircilerin kükreyişleri ortasında birbirlerinin dizlerini tekmelemelerini teşvik ederek yenilerini eklememeliyiz.
(*) BKZ. George ORWELL’den SEÇMELER, M. Selami Çekmegil, Kültür Bakanlığı, Tercüme Eserler Dizisi: 72, Ank. 1989.
Kaynak: http://kriter.org/ 16-07-2008