Cemal İncesoyluer

Üçüncü Dünya Savaşı'nın içinde miyiz?

Cemal İncesoyluer

  • 1147

Mevzu derin, bir o kadar da karmaşık.

Her gün ulusal televizyonlardaki programları izliyor, uzmanların makalelerini okuyor, hatta son günlerde kitap bereketinden ulaşabildiklerimi alıp okuyorum.

Bu konuda bir ideolojik rezervim yok. Özellikle son 10 yıldır dünyada baş döndürücü gelişmeleri anlamaya çalışıyorum. Orta Doğu’da, Kuzey Afrika’da, Türkiye ve sınır komşularımızdaki acayip değişimler; daha açığı Birinci Dünya Savaşından sonra bu coğrafyada köklü sınır değişiklikleri, peşinden İkinci Dünya Savaşından sonra gerçekleyen özellikle Avrupa ve Balkan Ülkelerindeki savrulmalarının ardından, şimdilerde benzer sancılar yaşanıyor.

Bulunduğumuz coğrafya, tarih boyunca hep zordu. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de “Celali İsyanı” başta olmak üzere İran’da kurulmuş devlet ve beyliklerle hep sorun yaşadık.

Güvenlik uzmanı Mete Yarar, Harp Okulu mezunu olan ve 20 yıl boyunca silahlı kuvvetlerin çeşitli birimlerinde görev yaptı. Son görev yeri olan Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan binbaşı rütbesiyle kendi isteğiyle ayrılmış bir isim. Daha sonra kendi şirketinde ağırlıklı olarak Ortadoğu ülkelerinde risk analizleri hizmeti verdi. Basın yayın organlarında güvenlik uzmanı sıfatıyla köşe yazarlığı ve programlar yaptı. Enerji konusunda masterı bulunan Mete Yarar’ın “Son Gün” adında yayınlanmış bir de kitabı bulunuyor.

Yarar, gazeteci-yazar Fadime Özkan’a verdiği röportajda, çok önemli öngörülerde bulunuyor.

PKK terör örgütünün 7 Haziran seçimleriyle birlikte yeniden silaha sarılıp, kanlı katliamlar yapmasının önemli bir alt yapısı var. İyi niyetli olarak “Çözüm Süreci” adımı, bir ihanete dönüştü. Hatta, 3 yıllık süreçte, terör örgütü silah ve mühimmat yığınağı yaptı. Bir bakıma, hükümetin barış ve kardeşlik projesini kanlı katliamlar için yığınak fırsatına dönüştüren PKK, şuan ki yapısı itibarıyla doğrudan emperyalist ülkeler ve üst akıl tarafından yönetildiği çok açık.

Mete Yarar bir soru üzerine, “Radikalleşen dünyada terör örgütleri de giderek radikalleşiyor. 1990 sonrası dünya düzeni değişince sistemler parçalandı ve iç savaş olarak adlandırılan vekâlet savaşları başladı. Bunun en yakın örneği Ukrayna’dır. Ukrayna’da devletler savaşmıyor ama sınırlar değişiyor. Bir ülkeden bir toprak parçası ayrılıyor başka bir ülkeye bağlanabiliyor” diyor.

Irak, Suriye ve İran, Türkiye’nin geleceği için en önemli başat ülkelerdir.

PKK terör örgütü ve siyasal uzantısı bölgedeki Kürtlerin desteğine ihtiyaç duyuyordu. Hatta, bölgenin Şafii dindar Kürtlerinin gözünü boyamak için İslami argümanları da kullanıyorlardı. Milletvekili listelerindeki bazı “İslamcı” olarak bilinen isimlerin seçilecek yerden aday göstermeleri de, bu sebeptendi.

PKK konjonktüre göre pozisyon aldı.

Suriye’deki vekalet savaşlarını yöneten güç/güçler, PKK’nın Suriye uzantısı PYD’ye de bu savaşta rol verdi. DAEŞ’in çıkmasıyla, PKK özellikle KCK yapılanmasıyla kendisine “durumdan vazife” çıkararak, bölgede yer edinmek üzere harekete geçti. Doğrusunu isterseniz, Türkiye’nin müttefik ülkeleri de, güya PYD, PKK değil söylemiyle her türlü desteği vermektedir. Başından beri Türkiye’nin “güvenli bölge” talebi, bu sebeple göz ardı edilmektedir. Çünkü, böyle bir tampon bölgenin oluşturulması en başta PKK’nın işine gelmez.

Hatırlayın, PKK’yı kurduran ve yaşaması için her türlü lojistik desteği veren baba Hafız Esed’di.

Bugünde, dünde bu gerçek değişmedi. PKK’nın hala arkasında Suriye’nin El Muhaberatı var. PKK’nın bir diğer yapısı olan KCK, hem Türkiye’de terörün şehir timleri olarak, hem de bölgede vekalet savaşlarının aktörü olarak aktif çalışıyor.

Yarar söz konusu röportajında şunları söylüyor: “PKK hiçbir şekilde uzlaşmaya yanaşmayan ve başka aktörler tarafından şiddete teşvik edilir hale geldi. Karşılığında da daha fazla ödüller verildi ona. PKK’yı tanıyoruz evet, tecrübemiz var evet. Ama bizim tanıdığımız ve Kürtlerin desteğine ihtiyaç duyan PKK, şehirlerde sivilleri bu kadar bile isteye arada bırakıp ölsünler diye uğraşır mıydı, cami yakar, minarelerden halay müzikleri yayınlar, Kürtlerin değerlerine bu kadar hoyratça hakaret eder miydi? Etmezdi.”

Doğu ve Güneydoğu’daki özellikle dindar Kürtler, bütün bunların farkında mı?

Doğrusunu isterseniz, pek emin değilim.

Etnik kökenlerine öykünmeleri, İslam hassasiyetlerinin önüne geçmiş durumda. Yıllarca Türk dostlarına din adına “Türk Milliyetçiliği” yapmamalarını öğütleyen bazı Kürt şeyhler dahi, devletin camilerindeki kürsülerde fütursuzca PKK’yı bir kıyam hareketi olarak ifade edebiliyorlar.

Üstelik, bu aymazlıkları yeni değil. Bin yıllık tarihimizde benzer şeyleri gelebiliyoruz. İşte “Celali İsyanları” size örnek. Arnavut Patrona Halil liderliğindeki isyanda, peşinden gidenlere bir bakın.

Üçüncü dünya savaşının bir provasını değil, başlı başına sahneye konulmasını izliyoruz.

İçerde ise, bütün bu gerçekleri ıskalayan ve derin bir aymazlık içerisinde bulunan akademisyenlerin “ihanet bildirilerini” okuyoruz.

Bu konu bir yazıyla bitecek gibi değil.

Bilim adamlarının ve konunun uzmanlarının görüşüyle bir mütalaa daha yapacağız.

Yazarın Diğer Yazıları