Cemal İncesoyluer

'Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz…'

Cemal İncesoyluer

  • 13288

Çağdaş eğitim üzerine retorik üretenler, Osmanlı da nasıl bir eğitim anlayışı olduğunu biliyor mu? Osmanlı Mekteplerinde her çocuk ilgi alanı ve yeteneğine göre değerlendirilip, ona göre eğitiliyordu. Bütün öğrencilere standart aynı dersler verilmiyordu. Ve mekteplerin duvarında şöyle yazıyordu:

“Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz…”

Mesele tam da budur işte. Tokat’taki Gökmedrese (eski müze)’nin aslında bir şifahane olduğunu biliyor muyuz? Daha ötesi, Gökmedrese de özellikle akıl problemleri ve ruhi depresyon içerisinde olanlara “müzikle şifa” arandığını hiç düşündünüz mü?

Türkiye Cumhuriyetini ve Atatürk’ü bir tehdit, paravan ve ötekilere baskın çıkma unsuru olarak kullanan sığ solcular ile iflah olmaz Kemalistler, bir türlü Osmanlı Bakiyesi lafzını kabul etmezler. Selçukluları da ekleyerek, Türkiye Cumhuriyetinin tarihi bir miras devraldığını telaffuz edemezler.

CHP’nin neden bir türlü iktidar olmadığına kafa yoranlar; emekli memur (tahrirat katibi), tiritlemiş konsoloslar ve emekli generaller olduğu için sonuç alamıyorlar. Çünkü, CHP’nin kuruluş temelini oluşturanlarda, hali hazırda mantalitesini ve politikasını belirleyenlerde aynı damardan geliyor. Halkın oyuyla, beklentileriyle, yaşam tarzı ve moral değerleriyle doğrudan bir bağ kuramadılar/kuramıyorlar.

Rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu bunu tek cümleyle şöyle özetlerdi: “Halka rağmen halk için diyenler…”

Nimet Arzık ise, özellikle ağır, hantal ve insanı indallah ettiren bürokrasi için “Engeli çengel yaparlar” diye meseleyi vuzuha kavuştururdu. Türkiye Cumhuriyeti bir Osmanlı bakiyesidir diyenler için “gerici-yobaz” yakıştırmasını yapanların tarihi bilgiyi ıskaladıkları bir yana, cumhuriyetinin ilk yıllarına öykünenler ve sanki o günden bugüne 90 yıl geçmesine rağmen ne dünya değişmiş, nede Türkiye’de insanların yasal beklentileri bitmiş gibi bir algı üzerine yürüyenler neden gerici-yobaz değil?

Hani derler ya, fotoğrafın büyüğüne bakmak gerek. Daha doğrusu, düne kadar devletin bütün kademelerine çöreklenmiş Kemalistler, aslında yıllarca “Ağacı gösterip, koca ormanı sakladılar…” Öyle bir algı organizasyonu yaptılar ki, bunu sürdürülebilir noktaya taşıdılar. Kemalistlerin temel hastalığını anlamak için Turgut Özakman “Ah şu çılgın Türkler” isimli romansı kitabını okumanız yeterlidir. Bu ülkede yıllarca Emin Oktay’ın tarihini okutan zihniyet, Turgut Özakman’ın mahut kitabıyla zirve yapmıştır. Özakman bu romansı kitabında 1919-20’li yılları, yani Kurtuluş Savaşını anlatmaya çalışırken “Kemalist Ordu” aforizmasını kullanıyor.

Oysa, “Kemalist veya Kemalizm” tıpkı Atatürkçülük veya Atatürk Milliyetçiliği kavramları gibi, Milli Şef İnönü’nün sütre politikalarının ürünüdür. Köy Enstitüleri, tek tip insan üretmenin imalathaneleri gibi kullanılırken, dikkat edin bugünde “Cumhuriyet Değerleri” yalanlarıyla ve Atatürk korkutmasıyla değişen dünyaya ayak uydurmak üzere yapılan değişikliklere itiraz hep bu tekaüt öğretmenlerden gelir.

Gazi Mustafa Kemal’in TBMM’deki “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” veciz sözü, ne yazık ki CHP zihniyeti tarafından “devletçi-bürokrat” yönetimi esas alınmıştır. Nazım Hikmet’i de, Necip Fazıl’ı da zindana atan, bu zihniyettir. Doğu ve Güneydoğu’da feodalitenin devamı yönünde ciddi işbirliği ve yataklık yapan da işte bu CHP zihniyetidir.

 

Türkiyenin özellikle doğusundaki Aşiret düzenine bağlı olarak gelişen aynı akraba soyunda gelenlerin tarım işçisi olarak çalışması 1929 yılında Mustafa Kemal Atatürk döneminde Topraksız halka toprak dağıtmak amacıyla çıkarılan Toprak Reformu kanun'u sonrası 2. dünya savaşına bağlı ekonomik krizler çıkınca bu krizle bahane edilerek Toprak Reformunda başarılı olunamamıştır. devlete ait hazine arazileri sonradan gelen çok partili düzen ve siyasilerin verdiği sözler üzerine aşiretlere (Aşiret Ağalarına) verilmiş, köylüler topraksız kalmış, Ağalık düzenine boyun eğmek zorunda bırakılmışlardır.

 

Yakın tarihimiz, özellikle Milli Şef İnönü dönemi, milletin topyekun zulüm gördüğü bir dönemdir. Ekonomik sıkıntıları da sayabiliriz ama, benim kasdettiğim insani olgular üzerinedir. CHP’nin neden yoksullardan, varoşlardan oy alamadığını hiç düşündünüz mü? Ve yine CHP’nin İstanbul’da Etiler, Nişantaşı ve Kadıköy gibi zengin muhitlerden nerdeyse tulum çıkaracak oy aldığına ne buyurursunuz?

 

Bütün bunlar tesadüf değil. 12 Eylül öncesi, merhum Bülent Ecevit’in de daha çok yoksul ve varoşlardan oy almasının da çok değerli sebepleri vardır.

 

Dış politikanın bugünkü durumunu anlamamız için, düne doğru bir yolculuk yapmanız gerekir. Suriye’de ve Irakta ki fiili durumu yorumlayan bir Kemalist, mevzuyu devletin olmayışına bağlar. Oysa, örneklendirdiğim bu ülkede devletten önce millet yoktur. Bu iki ülkede baskın aşiretler ve aşiret reislerine sürü gibi bağlı, biat kültürünü dibine kadar yaşayan insanlar olduğu için, millet olamadılar, dolayısıyla devletleri ayakta değil. Osmanlı İmparatorluğunda bir ulus devleti yoktu ama, milletin onur duyduğu “Osmanlılık” marka millet kavramı etrafında buluşması söz konusuydu.

 

Atatürk’ün en temel yönetim önerisinde “millet” kavramı olmasına rağmen, ondan sonra gelen İnönü, demokrasisiz bir cumhuriyet üzerine yol haritasını belirlemişti.

Dış politikayı “politikasızlık” anlayanlar, dünyada etkin olmayan bir devlet bıraktı. Tekaüt Kemalistlerin bugünkü dış politikayı eleştirmelerindeki temel etken de, içe kapanık bir millet ve devlet yönetimi anlayışında ki sistemin bitirilip, değişimde radikal yol almasıdır.

Yazarın Diğer Yazıları