Dr. Vehbi Kara

Bahriye Zabiti ve M. Kamal

Dr. Vehbi Kara

  • 663

Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında yaşanan bir gemi seyahati o günün şartlarını ve yönetim anlayışını ortaya koymaktadır. Özellikle M. Kamal ile ilgili efsanelerin ne kadar boş ve çürük olduğunu işte bu yolculuk ile ilgili hatıralardan değerlendirmeye çalışalım.
Yazıyı okuyunca Osmanlı Devletinde özellikle Bahriye zabitlerinin iyi bir eğitim aldıklarını ve çağdaşlarına göre oldukça cesur olduğunu söyleyebiliriz. Hatta günümüzde aydın olarak geçinen birçok insandan en az yüz yıl ileride olduğu anlaşılacaktır.
M. Celalettin Orhan, “Bir Bahriyelinin Anıları” isimli kitabında Cumhuriyetimizin kurucuları olan başta Mustafa Kamal ve yakın arkadaşları Hamdullah Suphi Tanrıöver, Kel Ali, Sâlih Bozok ile birlikte Hamidiye Kruvazöründe geçen hatıralarını anlattığı kitabında insanı düşündürecek ilginç hususları dile getiriyor.
Hamidiye’de henüz mülazım olan Celalettin Orhan, diğer gemi zabitleri ile birlikte aynı zamanda Bahriye mektebi öğretmeni olan Hamdullah Suphi’den görüşme talep ederler. Subay salonundaki toplantıya M. Kamal’ın milletvekili arkadaşları da katılır. Gemi zabitleri üç tarafı denizlere açık olan ülkemizin güçlü bir donanmaya ihtiyacı olduğunu söylerler.
Milletvekilleri tam da o günün adamlarıdır. Şahıslara olan bağlılıklarını şu soru ile ifade ederler: “Bahriye demek Rauf (Orbay) demek midir? “ Soruya cevap vermesi için Kitabın yazarı Celalettin Orhan’a söz verirler. O da cevap vermeden önce soru sorar:
“Kara ordusu demek Mustafa Kamal demek midir?” cevaben milletvekilleri “Yoksa bundan şüphe mi duyuyorsunuz” diyerek şahsa olan bağlılıklarını riyakârca ifade edince okkalı bir cevap alırlar. Orhan şunları söyler:
“Şüphe etmiyor bilakis reddediyorum. Kara ordusundaki subay arkadaşlarımı böyle sakim (aşağılık) bir düşünceden tenzih ederim. Silahlı kuvvetler yalnız ve yalnız devletin emrindedir. Hiç birimiz şahısların emrinde olmayacak kadar karakter sahibiyiz”
Bu sözünün sonunda şu örneği dahi verir “Ordu sadece memleketin olup, hükümetin emrindedir. Hatta o kadar ki; meclis şimdi Cumhurreisini iskat edip tevkifini hükümete ve hükümette kumandanlığımıza emir etse, ben şahsen alacağım emri hiç düşünmeden yerine getiririm”
Tam bu sözü söylediği esnada üst güvertede M. Kamal’ın gezindiği ve durduğunu fark ederler. Zira konuşulanları dikkatle dinlediği anlaşılmaktadır. Nitekim akşam yemeğinde neşesi kaçmış bir M. Kamal vardır. Yemeğe ve içki sofrasına kitabın yazarı Celalettin Orhan beyi çağırı ve içki ısmarlar.
Bahriye zabiti nöbette olduğunu ve söyler içki içmez. İzin isteyip nöbeti devredince sofraya oturur ve M. Kamal’ın şu sorusu ile karşılaşır: “Söyleyin bakalım, bugün mebus arkadaşlarla neler konuştunuz? Hani şu beni tevkif edeceğiniz vesaire hakkında…”
Bunun üzerine konuşulanları aktarır bahriye teğmeni ve M. Kamal şu cevabı vermek zorunda kalır “Ordunun bir teğmeni kadar olgunlaşamamış olunmasının hayretleri içerisindeyim. Elbette Ordu şahısların peşlerinde olacak kadar küçülemez. Ne Bahriye Rauf ve ne de Kara ordumuz Mustafa Kemal değildir ve hiçbir zaman da olmamalıdır, asla olmamalıdır, beyler” diyerek tebrik eder ve diğer gemi zabitleri ile de tanışmak istediğini söyler.
Bu sözün aslında zevahiri kurtarmak maksadı ile söylendiğini ancak belirli bir zaman geçince öğreniyoruz. Zira M. Kamal bahse konu bahriye zabitini oldukça hırpalamış çok zor duruma düşürmüştür. Hikâyenin bu kısmını kitaba havale edip M. Kamal hakkındaki efsanelerin çöpe atılmasını gerektirecek çok şeyin olduğunu aktarmakla yetinelim.
M. Kamal, gemi gezisinden sonra anı defterine “Hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devletinin, Donanması da mühim ve büyük olmalıdır” der ve gemiden ayrılır.  Ne yazık ki böyle yazmasına rağmen orduyu kendine sadık olduğunu gördüğü için emrine verdiği Fevzi Çakmak ile birlikte deniz kuvvetlerini küçültmüş adeta yok etmiştir. Dünya siyasetini ve denizciliğin önemini idrak edememiş yöneticilerimiz donanmanın büyümesine ve gelişmesine gayret edemez. Bu dönemde donanma için tek bir çivi dahi çakılmamış denizcilikte dünyanın en büyük gelişmeleri yaşanırken ülkemizde kelle kesmekle uğraşılmıştır. Bu arada hakkını da verelim kimyasal silah konusunda yeni teknolojilerden faydalanılmıştır. Dersim’de böcek zehirler gibi insanlar öldürülmüş Aleviler katledilmiştir. Şimdi yaptıklarından ötürü M. Kamal için en büyük övgüyü de Aleviler yapmakta, dillerinden düşürememektedirler. Acip…
Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın yönetimindeki ordu,  denizcilik konusunda çok geri kalmıştır.  Üç tarafı denizlerle ve dört tarafı düşmanlarla çevrelenmiş sözü çok söylenir. Hâlbuki ülkemiz üç taraftan denizlere açılıp dünya ile komşu olmaktadır. Bu anlayış ve denizcilik kültürü hala yerleştirilememiştir. Sebebi ise M. Kamal ve Çakmak gibi askerler yüzündendir.
Bu dönemde Yavuz zırhlısını dahi savaşa hazır hale getirmekte zorlanmış bir bahriyemiz vardır. Yavuz-Havuz davaları sonucunda donanmamız atıl bir vaziyete getirilir. Bu nedenle başta Ege denizi ve Kıbrıs olmak üzere yüzyıllarca vatan toprağı olarak kalmış adalarımız düşmanların eline geçmiştir.
Nedense bu konuda amiral ünvanını almış lakin dünyadan bihaber bahriye zabitleri tek kelime konuşmaz. Zira işin ucunda otoriter bir yönetim vardır. “Atam sen kalk ben yatam” demeden makam mevkii kazanılır mı? Sen hangi memlekette yaşıyorsun be Vehbî…
Sonra dünya sanayi ve teknolojide çağ atlamışken M. Kamal’a dalaşmanın anlamı var mı? Rakı sofralarında denizciliği konuşup irticaya sövmek dururken böyle işlere kafa yormanın alemi var mı! Ben de ne kadar abes bir soru soruyorum…
Şimdi Türkiye Uçak gemisi üretir hale geldi. Dünyanın en modern denizaltı ve savaş gemilerini üreten tersanelere sahibiz. Elbette bunlar durup dururken olmadı. 15 yıldır iktidarda olan hükümetimiz sadece donanma konusunda değil milli savunma sanayinin gelişmesinde büyük rol oynadı. Dünyanın en modern gemilerini üreten ülkelerden biri haline geldik.
Yapılan icraatlar dostlara güven ve moral düşmanlara ise korku ve moral bozukluğu veriyor elbette. Fakat bir konuda büyük bir ihmal ve yanlış vardır. O husus da şudur: “Şahıslara bağlı olmamın kötülüğü” ve özellikle silahlı kuvvetlerin ideolojik yaklaşımlardan korunması için hiçbir gayret gösterilmedi. Bilakis M. Kamal efsanelerine yenileri katılarak insanı putlaştırmanın yeni versiyonları piyasaya sürüldü. Cumhurbaşkanı Erdoğan’da aynı kafa yapısında…
Buna mukabil iktidara ulaşmayı askeriyeyi ele geçirip darbe yapmakta gören Kamalist ve Fetocu zihniyet hala boş durmuyor, darbe yapmak için her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor. 15 Temmuz’da yemiş oldukları tokadın acısını çıkarmak için her türlü şer odakları ile işbirliklerini sürdürüyorlar. Hükümetimiz ise uyumakla meşgul. Adeta uykunun en derin safhasında horlamaya geçmiş durumda. Varsa yoksa Gazi Mustafa Kemal. Yahu şunun adını düzeltin bir kere. Ölmeden önce 1935-1938 yılları arasında bunu kullanmış. Her insan çağrılmak istendiği isimle anılmak ister. Niye başka şeyleri söylüyorsun ki. Hem “gazi, bey paşa” gibi unvanlar bizzat M. Kamal’ın yasaları ile kaldırılmıştır. Kanunen bunları kullanmak suçtur…
Fakat hükümet ve Erdoğan da bilmelidir ki artık halkımız şuurlanmıştır. Eskiden olduğu gibi “gelene ağam gidene paşam” demekten vaz geçmiştir. İnsanı putlaştıran söylemler nefretle karşılanmaktadır. İşe bu ve benzer yazılar sayesinde nasıl efsaneler uydurulduğu, insanlara gerçeklerin neredeyse 180 derece ters öğretildiği ortaya çıkıyor. Lakin yeterli değildir. Bu konuda benden başka diğer yazarların da katkı sunması gerekir, vesselam…
 

Yazarın Diğer Yazıları