Kayıtdışılık
Dr. Vehbi Kara
- 681
Mülk edinme ve kullanma özgürlüğü, Malikiyet ve Serbestlik döneminin diğer dönemlerden en belirgin bir biçimde ayıran bir özelliktir. Bu özgürlük temel insan haklarından bir tanesidir. Marksistlere göre de burjuva özgürlüklerinin temeli işte bu mülk edinme özgürlüğüdür[1].
Bediüzzaman Said Nursi, “Beşer esir olmak istemediği gibi ecir (ücretli) olmak da istemez[2]” diyerek insanın doğasında olan bir duyguyu yani “sahiplenme, sahip olma” duygusunu ön plana çıkarmaktadır. İnsanlar, başkalarının yanında çalışmak, emeğini sermayesi olan birisinin emrinde kullanmak yerine; kendi işini kurmak, kendisine çalışmak istemesi insani ve doğal bir duygu olarak göze batmaktadır. Bunu gerçekleştirebilmesi için en çok gereksinim duyduğu haklardan bir tanesi işte bu mülk edinme özgürlüğüdür.
“Ne yani bu özgürlük yok mu?” diye bir soru sorulduğunda çok rahatlıkla şu cevap verilebilir. Bu özgürlük demokrasi ile yönetilen pek çok farklı ülkede dahi kısıtlanmaktadır ve kullanılamamaktadır. Çünkü özel mülkiyet hakkı yasal olarak güvence altına alınamamaktadır[3]. Peki, bu durum nasıl meydana geliyor? Onun da cevabını da kayıtdışı ekonominin işleyişinde arayarak bulabiliriz.
Kayıtdışı ekonomik faaliyetler iki ana bölümde ele alınır. Bunlar “Kayıtdışı Ekonomi” ve “Yeraltı Ekonomisi” olarak adlandırılmıştır. Kayıtdışı ekonomi; yasa ve yönetmeliklere aykırı olarak gerçekleştirilen belgeye bağlanmamış, kanuni defterlere işlenmemiş işlemlere verilen isimdir. Faturasız satışlar, sigortasız işçi çalıştırılması, gecekondu yapımı, işportacılık gibi. Yeraltı ekonomisi ise kamu düzenini korumak için getirilen yasa ve yönetmeliklere aykırı olarak gerçekleştirilen, belgeye bağlanması adetten olmayan hem kayıtdışı hem de yasadışı ekonomik faaliyetlerdir. Kaçakçılık, uyuşturucu ticareti, dolandırıcılık, yolsuzluk, yasadışı kumar gibi işlerdir[4]. Her ikisinin ortak özellikleri; belgeye bağlanmamış olması, nizamsız/kuralsız çalışması, vergilendirilmemiş ve ölçülemeyen bir yapıda olmasıdır.
Kalkınmış ülkeler ile geri kalmış ülkeler arasındaki en önemli farklardan bir tanesi burada yatmaktadır ve gelişmiş ülkelerde ekonomik faaliyetler kayıt altına alınmıştır[5]. Kayıtdışılığın güçlenme mekanizması olan karapara aklama yollarının kapatılması mülk edinme özgürlüğü için gereken en önemli şartlardan bir tanesidir. Bunun için ise yapılması gereken en önemli işlerin başında devletin kadastro çalışmalarını düzenli bir şekilde yapabilmesi ve mafya denilen kuruluşlarla etkili mücadele gelmektedir.
Dünya üzerinde yapılan araştırmalarda, mülkiyet sistemi ve kadastro gibi devletin ana işlevlerinin yeterince yapılmaması, “kayıtdışı ekonomi” adı verilen ve ülkelerin iliğini kurutan illegal örgütlenmelerden kaynaklandığı tespit edilmiştir. Kayıtdışı ekonomi öylesine güçlü bir şekilde etkisini göstermektedir ki; ekonominin kayıt altına alınmasını isteyen vatandaşlar dahi bunu kendi başlarına sağlamakta büyük güçlükler çekmekte adeta devlet memurları tarafından buna zorlanmaktadırlar.
“Dünyanın birçok fakir ve gelişmekte olan ülkesinde yapılan araştırmalar yasal kalmanın yasal olmak kadar zor olduğunu göstermektedir. Şehirlere gitmiş olan göçmenler yasal sistemden feragat etmek zorunda kalmaktadır. Zira yasalar vatandaşların haklarını o derece kısıtlamakta ve ellerinden almaktadır ki göçmenler bu yasaları ihlal etmek zorunda kalmaktadır[6]”.
1976 Yılında Venezüella’da yapılan bir araştırmada, çalışanların üçte ikisi yasal olarak tesis edilmiş işyerlerinde istihdam edilmekteydi. Fakat şehirlere göçlerin başlaması ile birlikte bu durum günümüzde % 50’nin altına düşmüştür. Şehre yeni gelenler sistemi bir defa terk ettikleri vakit “yasadışı” duruma düşmekte adeta bu onlar için geri dönülmez bir son olmaktadır.
Bu insanlar varlıklarını mobilize etmek ve korumak için tek yol olarak gördükleri gayrı resmi bağlantıları kullanmak zorunda kalmaktadırlar. Bu düzenlemeler, resmi hukuki sistemden seçici bir biçimde ödünç alınmış kurallardır. Bazen köylerindeki veya o bölgeye özgü gelenek ve törelerin birleşiminden de meydana gelebilmektedir. Bu yasadışı sosyal mukaveleler, hayat boyu olmakla birlikte zaten sermaye yetersizliği çeken ülkelerde büyük bir sektör meydana getirmiştir. İşte bu kayıtdışı sektör, fakir insanların yaşam alanlarını oluşturmaktadır[7].
Göçmen insanların karakteristik özellikleri arasında tembelliğe kaçma eğilimi çok azdır. Dünyada fakir olarak görülen veya eski doğu bloku ülkelerinde yaşayan ve kentlere göç etmiş insanlar arı gibi çalışmaktadırlar. Giyim eşyasından başlatıp taklit saat ve cep telefonlara varıncaya kadar her şeyi üreten kulübe fabrikalar bu ülkelerde çoğalmıştır. Eski komünist Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunun AB’ye girmesi ile birlikte bu ülkelerdeki kayıtdışı sektörler azalmaya başlamış olmakla birlikte tamamen sonlandırılamamıştır. Gelişmekte olan ülkelerde ise taklit ürün ve kayıtdışı işler halen güçlü bir biçimde varlıklarını sürdürmeye devam etmektedirler.
Öyle ki kayıtdışı sektörde makine, otomobil hatta otobüs imal eden işyerleri dahi bulunmaktadır. Şehirlerin yeni sakinleri olan fakir insanlar, kaçak elektrik ve su kullanarak faaliyet gösteren bütün sanayici insanlarla komşuluk ilişkileri kurarak güçlerini korumaya devam etmeye çalışmaktadırlar. Yapılan araştırmalarda ilginç sonuçları nedeniyle kayıtdışılığı vurgulamak üzere dolgu yapan diplomasız diş hekimleri örnek gösterilmektedir[8].
Kayıtdışılık sadece “yoksulun yoksula hizmet vermesi” değildir. Çoğunluğunu kente göç etmiş göçmenlerin meydana getirdiği yeni müteşebbisler yasal ekonominin boşluklarını doldurmada geri kalmamaktadırlar. Örneğin toplu taşımanın büyük bir kısmı ruhsatsız halk otobüsleri ve plakasız taksilerle yapılmaktadır. Caddelerde gezinen el arabalarından tutun çeşitli binalarda satış yapan işportacılara kadar birçok girişimci halkın gıda ihtiyacının büyük bir bölümünü temin etmektedirler.
Meksika Ticaret Odası yapmış olduğu bir araştırmada Mexico City’de 44 merkezde toplam 443 bin işportacı bulunduğunu tespit etmiştir. Buradaki minik tezgâhların ortalama uzunluğu 1,5 metre olup peş peşe dizildiklerinde 210 km’den daha uzun bir sıra teşkil ettiği hesaplanmıştır. Binlerce hatta milyonlarca insan gerek sokaklarda gerek evlerinde gerekse şehrin kayıtsız dükkân, ofis ve fabrikalarında yasadışı olarak çalışmaktadırlar. Meksika Ulusal İstatistik Enstitüsü, ülkenin bütününde faaliyet gösteren gayrı resmi “mikro işletmeler” sayısını 2.65 milyon olarak hesaplamıştır[9].
Bu araştırmalarda ortaya konulan bilgiler gelişmiş Batı ülkelerinin gayet iyi bildikleri gerçeklerdir. Evlerle dolmuş şehir çevrelerini, sokakları dolduran işportacı ordularını, garaj kapısı gerisindeki imalathaneleri ve kirli sokaklarda gidip gelen hurdaya çıkmış halk otobüslerini görmek için çok fazla bir çabaya gerek yoktur. Batıda yasadışı dünya, karaborsa denilince; polisi ilgilendiren kötü karakterlerin, gangsterlerin dolaştığı sıra dışı yerler akla gelmektedir. Fakat bu kayıt dışılığın kol gezdiği bu ülkelerde zor olan; yasallıktır. Yasadışılık uzun bir zamandan beri bir norm haline gelmiş ve gelişmiştir.
“Yoksul insanların elinde bulunan gayrimenkullerin ve kontrol ettikleri üretimin miktarı oldukça büyük noktalara yükselmiştir. Bu devasa büyüklükteki ekonomiyi düzenli ve tutarlı bir yasal çerçeve içinde entegre ederek anarşi içindeki yaşam önlenmiş olacaktır.[10]”
Bunun mümkün olabilmesi için Batılı ülkelerin büyük ölçüde başarılı oldukları mali dönüşüm ve mülkiyet sisteminin hukuki altyapısını hazırlamak en önemli unsur haline gelmiştir. Eğer bu işlem gerektiği gibi yapılamaz, gelir vergisi kanunları halen olduğu gibi kalır ve çok az beyanname veren dolaysız vergi mükellefi olursa; ne kalıcı bir büyüme gerçekleşebilir ne de mali istikrar sürdürülebilir[11]olacaktır.
Gelecekte insanlar, ücretli olarak başkasının yanında çalışmak yerine hiç olmaz ise başkası ile ortak olmayı tercih edecektir. Çünkü emeğinin karşılığını görmek hatta hata yapsa bile kendi hatası ile yaptığı eylemin sonuçlarına katlanmayı kabul etmek, başkasının hatasını kabullenmekten daha iyidir. İnsanlar, başkasının ve özellikle emeğini ücret karşılığında kullanan sermaye sahiplerinin yaptığı hatanın, kendisine zarar vermesini kabullenmekte güçlük çekmektedir.
Gelecekte gerçekleşmesi beklenen Malikiyet ve Serbestiyet Devri’ni çok genel olarak şu şekilde tarif etmek mümkündür: “Toplumun büyük kesiminin yani halkın, küçük dahi olsa mülk sahibi olması, kendi işini yönetmesi ve teşebbüs hürriyetini en geniş şekilde kullanmasıdır”. İslami hayat tarzında, hürriyet ruhuna uygun olacak bir şekilde mal, hizmet, üretim ve dağıtımında idarecilik, fertlere veya gönüllülerce teşkil edilmiş gruplara bırakılmıştır. Her ferdin satıcı ve alıcı olarak anlaşabilecekleri fiyattan alıp satmasına izin verilmiştir. Teşebbüs hürriyeti, özel mülkiyet ve piyasa mekanizmasının en önemli haklardan olduğu kabul edilmiş[12] ve uygulanmıştır.
Malikiyet kavramı, iktisadi anlamda malik olmak, üretmek, üretimine ve emeğine sahip olmak, onu özgürce değerlendirebilmek, tasarruf etmek anlamında[13] da kullanılmaktadır. Bu kavram tekellerin ve tekelleri doğuran, koruyan ulus devletin de ekonomik olarak hâkimiyetini belirli bir ölçüde yitirdiği bir iktisadi nizam anlamına gelmekte yeni bir mülkiyet dili inşa edilmektedir. Bu mülkiyet dilinin merkezine ise emeğin ve çalışmanın erdemi ile alın terinin onurunun yerleştirilmesi[14] yatmaktadır.
[1] Ahmet Haşim Köse, Ahmet Öncü, Tahsildarlar ve Borçlular, İstanbul, Evrensel Basım Yayın, 2006, s. 33.
[2] Said Nursi, Sünühat, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat, 1997, s. 57.
[3] Merve Armağan, Niall Ferguson ile Tarihin Ufuklarında Seyehat” Derin Tarih Dergisi, Sayı:43, Ekim 2015, s. 50.
[4] Osman Altuğ, Kayıtdışı Ekonomi, İstanbul, Cem Ofset, 1994, s. 15.
[5] Tülay Tufan, Hüseyin Erkan, S. Gökşin Seylam, Kadastronun Ekonomik Kalkınmadaki Rolü, Ankara, 13. Türkiye Harita Bilimsel ve Teknik Kurultayı, TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, 18-22 Nisan 2011.
[6] De Soto, The Mystery of Capital. A.g.e. s. 23.
[7] A.e. s. 23.
[8] A.e. s. 25.
[9] Altuğ, A.g.e. s. 16.
[10] De Soto, A.g.e. s. 26.
[11] Eser Karakaş, “Gelir Kanunu ve Barış Süreci”, Star Gazetesi, 07.05.2013, s. 7.
[12] Ömer Çapra, İslam Ekonomi Sistemi, İstanbul, Fikir Yayınları, 1970, s. 31.
[13] Cemil Ertem, Malikiyet ve Serbestiyet Devri, Köprü Dergisi, Sayı: 114, 2011, s. 94.
[14] Temel Hazıroğlu, “Mülk Allah’ındır”, Açık Görüş, Star Gazetesi, 15.09. 2013.