
Krallığı Bırakıp Osmanlıya Vezir Olmak (3)
Dr. Vehbi Kara
- 725
Barbaros Hayrettin Paşa, Preveze’de onlarca gemiyi batırmış, 29 gemiyi sağlam halde ele geçirmiş buna karşın hiçbir gemisi batmamış sadece 400 şehit vermişti. Yine de geri durmadı ve Andrea Doria’yı yakalamak üzere yola çıktı.
Önce Korfu Adasına sonra da Avlonya’ya gitti ancak kışın yaklaşması sebebiyle geri dönerek Preveze’yi Turgut Reis’e emanet edip İstanbul’a döndü. Kanuni Sultan Süleyman, Boğdan seferinin dönüşünde Preveze Zaferinin haberini almış, bu zaferi fetihnameler ile ülkesine duyurmuştur.
Fatih Sultan Mehmet’in Sipahilerinden olan Yakup Ağa’nın oğlu olan Barbaros Hayrettin Paşa, bu savaştan önce Cezayir Padişahı idi. Yavuz Sultan Selim Han’ın İslam birliği düşüncesi ile padişahlığı ve krallığı bırakıp Osmanlı’ya vezir olmuştu. İşte Preveze zaferi ile İslam’a hizmetini bu şekilde göstermiş oldu.
Dediği gibi ittihat etmeyi birleşerek İslam düşmanlarına karşı mücadele etmeyi amaç edinen bu kahraman zat, makam ve mevkileri elinin tersiyle geri çevirmişti. İşte “ülkücülük” denilen şey bu olsa gerektir. Sorarım şimdi ülkücü geçinen kardeşlerime “hangi biriniz Gazi Barbaros Hayrettin’e yetişebilir”. Zira ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…
Bazı okuyucuların aklına bu “ülkücülük nereden çıktı” diye bir soru gelebilir. Günümüzde yaşanan 15 Temmuz darbesinin kaynağını belirlemek açısından önemli gördüğüm bu olayı arz ederek yazıya nihayet vereyim.
Donanma savaş gemilerinde görev yaparken bir 2. Komutan, Barbaros hakkında terbiyesizce laflar etmişti. Ben daha üsteğmen rütbesinde iken benden çok kıdemli olan bu kişiye ağır laflar söyledim. Kısaca Barbaros’a korsan demenin çok ayıp olduğunu, tarihimizi bilmeden böyle konuşmanın ne kadar kötü olduğunu dile getirdim. “Hangi biriniz krallığı bırakıp vezirliği kabul eder?” Diye sorarak zavallı 2. komutanın üzerine yürümüş işte “gerçek ülkücü Barbaros Hayrettin Paşa’dır” demiştim.
1990’lı yıllarda irtica yaygarası çok meşhurdu. Hele hele donanma gemilerinde Güven Erkaya gibi hınzırlar sayesinde dine dindarlara küfretme moda olmuştu. Lakin benim bu “ülkücü” çıkışım karşısında donup kalmışlardı. Açıktan namaz kıldığım gibi oruç tutmaya yasak getirildiği halde oruç tutardım. İslam’a laf söylenince celallenir rütbe, askerlik demeden gerekli sözleri sarf ederdim. Bana “disiplinsizlik ediyorsun” diyemiyor hatta iftar vaktinde “Allah kabul etsin” diye iltifat ediyorlardı. Demek ki onların anlayacağı lisan başkaymış.
Bu kavga ve mücadele tam 15 yıl sürdü. Benimle baş edebilmek için gemi komutanları bizzat kendileri ilgileniyor bir kusur bulup hapse tıkmak için gayret ediyorlardı. Belli ki diğer üstlerim ve sicil amirlerim tesir edemiyordu. Fakat ne ilginçtir pek de güzel görevlerin ardından 28 Şubat 1996 tarihine kadar bu şekilde bahriyede çalıştım. Sonunda başörtüsü bahanesi ile bir Askeri Şura kararı ile ordudan atmaya muvaffak oldular. Yine denizlerde bu sefer ticaret gemilerinde rızkımızı aramaya başladık. Elbette Preveze Gazisi Hayrettin Paşa’yı hiç unutmadan ve onu örnek alarak denizci olmaya çalıştık. Haza min fazli Rabbi…