Dr. Vehbi Kara

Meşrutiyet ve Serbestiyet

Dr. Vehbi Kara

  • 605

 

Bir zat vaktiyle demokrasi hakkında oldukça kötü şeyler söylemişti. Bir zamanlar “Demokrasi küfür rejimidir” veya “Demokrasiye İslam’da yer yoktur” diyen insanlar gibi adeta demokrasinin İslamiyet’e aykırı bir yönetim biçimi olduğunu ifade eden çok sayıda insan var. Haliyle detaylı izahata ihtiyaç var ve cevap vermek zarureti doğdu.

Öncelikle demokrasi kelimesinin kökenine bakalım ne demek: Demokrasi kavramı, siyasal anlam örgüsü içerisinde kullanılagelen Yunanca bir sözcüktür. Kavram, Yunanca’da halk veya halk kitlesi anlamına gelen “demos” ile iktidarı kullanmak ya da egemen olmak gibi karşılıkları olan “kratein” kelimelerinden meydana gelmiştir. Bu bakımdan demokrasi halkın doğrudan veya dolaylı bir şekilde iktidar kullanımı olarak tanımlanabilir.

Demokrasi; monark veya bir zümreye dayanan egemenleri değil, halkı nihai olarak iktidar mekanizmasının yegâne kaynağı şeklinde değerlendirir. Böylece demokrasi kavramı karşılığını “halkın halk tarafından yönetilmesi” düşüncesinde bulur. Buradaki yönetim kavramından kastedilen halkın siyasal kararları alması ve uygulamasıdır. Demokrasinin temel argümanları; Özgürlük ve insanların hukuk önünde eşit olmasıdır.

İnsanlar açısından özgürlük; haktır ve gasp edilemez. Bir diğer hak olarak sayılan özel mülkiyet ise emek prensibi ile ilişkilidir. Kişinin emeği ile kazandığı mülkiyet üzerine herhangi bir insan, tasarrufta bulunamaz. Bu anlamı ile özgürlüğün ve eşitliğin hukuki düzeyde tanınıp güvence altına alındığı bir siyasal sistemdir.

Demokrasi kavramını tıpkı doktora tez konum olan “malikiyet ve serbestiyet” devrinde olduğu gibi eşya hukuku çerçevesinde ele almak gereklidir.  Eğer bu şekilde ele almayıp insanlar arasındaki ilişkiler dışında itikadi yöne doğru çekersek kendi kendimizi aldatmış oluruz.  

Önümüzde “Asr-ı Saadet ve Hulefa-i Raşidin” adı verilen ve başta Peygamber Efendimiz (ASM) olmak üzere güzide sahabelerin yaşadığı bir model var. Bu dönem sadece Müslümanlar için değil bütün insanlık için örnek bir devirdir. Öncelikle bu döneme bakarak siyaset, insan ilişkileri ve yönetimin nasıl olduğuna dair fikir edinmek gerektir.

Nasıl ki mülkün gerçek sahibi Allah’tır ve insanlar O’nun hem mülkü hem memluküdürler ve hem de mülkünde çalıştırılıyorlar. Aynı şekilde bırakın dünyayı kainatı ve görünür görünmez bütün alemleri yöneten Allah’tır. Eğer konuyu iman noktasında ve itikadi bir şekilde ele alırsak bu şekilde bakmak zarureti vardır.

Demokrasinin ne olduğunu tarif ederken de bu ayırıma dikkat edilmeden “Allah’ın hükümlerine karşı gelmek” şeklindeki bir anlayış haksızdır, yersizdir. Bu durum “Allah’ın indirdiği ile hükmetmediği” iddiası ile Hazreti Ali’ye (R. anh) isyan eden Haricilere benzemektedir.

Bu Harici denilen güruh “dinde hassas, aklî muhakemede noksan” olduğundan Vehhabilik ve daha bir çok batıl mezhebin doğmasına neden olmuştur. Demokrasi 100 yıl önce “meşrutiyet” şeklinde anlaşılmakta ve o kelime ile ifade edilmekteydi. Meşrutiyet kelimesi bu günkü dilde büyük ölçüde “demokrasi” kavramını içermektedir. O günün modası buydu bugün ise meşrutiyet artık kullanılmıyor. Moda “demokrasi” kavramıdır yarın “serbestlik” daha sonra bir başka kelimeyle mesela "serbestiyet" kelimesi ile ifade edilir ise bu sefer onu kullanırız. Lafız manayı zedelememelidir. Önemli olan manadır konunun anlaşılmasıdır.

Bir sual: Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hattâ âdeta hürriyette insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla birşey denilmez diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?
Cevap: Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira nazenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine (İslam kuralları ile edeplenmeli ve süslenmeli) olmak lâzımdır. Yoksa sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır. Hürriyet-i umumî, efradın (fertlerin) zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni (gereği) odur ki: Ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.

Hem de İslâmiyet’in bir fedaisi de demiştir: “Hürriyet Rahman olan Allah’ın bir armağanıdır. Çünkü Hürriyet imanın hassasıdır asli özelliğidir”

İkinci sual: Nasıl, hürriyet imanın hassasıdır?

Cevap: Zira rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinat’a hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye, o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi, o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet…

Yazarın Diğer Yazıları