Dr. Vehbi Kara

Suriye'yi Hama'ya çevirmek

Dr. Vehbi Kara

  • 656

Suriye’de katliamların yapılmaya başlamasından bu güne tam beş yıl geçti. Bugüne kadar resmi kayıtlara göre 400 bin insan öldürüldü. Dört değil dörtyüz değil, dörtbin değil, kırkbin değil tam dörtyüz bin. Olayın dehşeti kimsenin umurunda değil. Rus-Putin olanca acımasızlığı ile Suriyede masum sivil halkı en son gelişmiş teknoloji ile vurmaya devam ediyor. Küstahça vahşice.

İran ise utanmadan İslam’ı yaymaya çalıştığını iddia ederek Suriye’de Rus katliamına destek olmaya devam ediyor. Bundan 100 yıl önce Çanakkale Şehitlerine şiirinde dile getirilen vahşet şimdi tekrar gerçekleşiyor. Bu sefer Batı sınırımızda değil güney sınırımızda. Mehmet Akif şiirindeki İngiliz’in yerini Rusya ve Avustralya’nın yerini ise İran almış. Vahşet ve zulüm karşısında Avrupa yine sessiz. Sessizliği bırakın Pegida isimli yamyamlardan daha vahşi ırkçı örgütler Suriyeli sığınmacılara kapıları kapatmak için edepsizliklerini gösteriler yaparak ortaya koyuyorlar. Geçen bir yüzyıl kimsenin aklını başına getirmemiş.

Çanakkale Şehitlerini bir de Suriye Şehitleri şeklinde okuyalım:

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı!"
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
 
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Rusyayla berâber bakıyorsun: İran!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Nusayri, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
 
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Müslümanın yıllarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb

Onbinlerce Suriyeli, tekrar Türkiye sınırına dayandı. 2.5 milyon Suriyeli yetmediği gibi şimdi yüzbinlerce insan canlarını kurtarmak için tel örgüleri geçmeye çalışıyor. Ne ilginçtir ki Avrupalı Rusya ve İran’ı kınamak yerine Suriyeli sığınmacıların ayağına çelme takıp yere düşürmeye çalışıyor. Hatta bunu gazeteciler yapıyor. Trump denilen yamyamlardan daha vahşi bir canavar ırkçı söylemlerini daha da sert bir şekilde ifade ederek oy almaya çalışıyor. İşin daha kötüsü bu sayede oylarını da arttırmış durumda.

Eğer ruz-i mahşer olmasaydı hu kadar büyük cinayetlere sabretmek mümkün olamazdı. Allah’a şükürler olsun ki başımızda Erdoğan gibi bir lider var. Sınırlarımızı kapamıyor. Düşünün İsmet İnönü zaliminin yaptığı gibi bir Boraltan köprüsü faciasını daha yaşamıyoruz. Malumunuz; Ruslara iade edilen 417 Türk, onları teslim eden Türk subayının gözü önünde Serder Abad Barajının öte yakasında toptan kurşuna dizilmişlerdir. Tutsak Türklerin kurşuna dizilmeden önce söyledikleri bir ağıt şöyledir:
Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı,
Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası.
Karası, karası, merhamet fukarası,
Karası, karası, merhamet fukarası,
Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni,
Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni.
Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine,
Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine
Azerbaycan’ın büyük milli şairi Almas Yıldırım, bu olayı “Dönek Kardeş” adlı şiirinde şöyle dile getiriyor:
Türk denince özü, sözü mert olur,
Dost deyince ayrılmaz bir fert olur,
Kardeş deyip dara düşsem, sığınsam,
Şimden geru bu bana bir dert olur.
Ben ne diyem bu vefasız dağlara,
Öz kardaşı dönek olan ağlara!
Türk; o Altayların dünkü eri mi?
Yolunda can koydum, verdim serimi,
Düştüğü ağlardan kurtulsun diye,
Serdim ayağına doğma yerimi…
Kardaş armağanı, dökülen kanlar,
Bana mükâfat mı giden kurbanlar?
Ben diyorum, Kayıhan’dır soyumuz,
Bir kaynaktan varlığımız, boyumuz,
Dilim dili, yolum yolu, emel bir,
Bir bayrakta, yıldız’ımız, ay’ımız.
Azerî, Türk, Türkmen; var mı ayrılık,
Nerden doğdu bu imansız gayrılık?
Alnımın yazısı, karadır kara,
Karadan bir mendil yolladım yara,
Yol uzun, el uzak, yetişmez eller,
Türklüğün kanayan kalbini sara.
Felek kıymış beslenen bu dileğe,
Lânet Türk’ü hançerleyen bileğe.
Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.

Yazarın Diğer Yazıları