Dr. Vehbi Kara

Suudi Arabistan ve İran Çatışması

Dr. Vehbi Kara

  • 720

Bir Şii din âliminin idam edilmesi ile birlikte zaten iyi olmayan Suudi-İran ilişkileri iyice çıkmaza girmişti. daha sonra Yemen'de ve Suriye'de İran'ın savaşa doğrudan katılması işleri iyice içinden çıkılmaz hale getirdi.  Allah göstermesin bir savaş çıkması için canla başla çalışanlar var. Başta Batı ülkeleri olmak üzere savaş ve kandan medet umanlar ateşe körükle gidiyor.

Peki, bu çatışma neden kaynaklanıyor? Bu makalede tarihsel bir analiz yaparak çatışmanın kökenine inmeye çalışacağım…

Bir denizci olarak defalarca İran’a ve Arabistan’a seyahat etmiştim. Burada gördüklerim şunu gösterdi ki her iki ülkede etkili olan Şii ve Vehhabi anlayışı bu çatışmanın temel kaynağıdır.

Öncelikle bir aşırılığı belirtmekte yarar vardır. İran’da Sasaninilere dek uzayan bir devlet anlayışı ve ırkçılıktan beslenen bir yönetim yapısı mevcuttur. Fakat bu durum İranlıları İslamiyyetin dışında göstermeye yetmez. Benzer ırkçı tutumu bazı Arap ülkelerinde ve Vehhabilik anlayışında da görmemiz mümkündür. Her ne kadar Vehhabilik batıl bir mezhep olsa da bunları da İslam dışında görmek mümkün değildir. O halde İran’ı ve Suudi Arabistan’ı tartışırken aşırı uçlara gitmeden olaya bakmak zarureti vardır.

Şiilik ve Vehhabilik üzerinde durmak, hem mukayese ederek hem de tarihsel geçmişlerine bakarak konuyu 15 maddede özetleyebiliriz:

Şiilik ve Vehhabi meselesinin kökü çok eskilere dayanır. Tarihi ve sebep olduğu sonuçlar Sahabe zamanından başlayarak günümüze kadar gelmiştir.

1.      Hazret-i Ali’nin , Vehhabilerin ecdadından ve çoğu Necid (Orta Arabistan) ahalisinden olan Haricilere kılıç çekmesi ve Nehrivan'da onların hafızlarını öldürmesi, onlarda derinden derine, hem din namına Şiiliğin aksine olarak, Hz. Ali'nin (r.a.) faziletlerine karşı bir küsmek, bir adavet, düşmanlık doğurmuştur. Suudilerdeki temel problem buradan kaynaklanmaktadır.

2.      Hazret-i Ali (r.a.) “Şah-ı Velayet” unvanını kazandığı ve evliya tariklerinin çoğunluğu ona dayanması cihetinden, Haricilerde ve şimdi ise Haricilerin bayraktarı olan Vehhabilerde, ehl-i velayete karşı bir inkâr, bir küçümseme damarı yerleşmiştir.  Tasavvufu ve tarikatları reddetmek gibi bir hataya düştükleri yetmiyormuş gibi Hazreti Ali’ye bu geçmişten gelen düşmanlıkları nedeniyle daima çatışmayı körüklemişlerdir.

3.      Müseylime-i Kezzab adı ile meşhur olmuş yalancı peygamber, ortaya çıkmış ve bir kısım Necid bölgesindeki Arap halkı dinden çıkacak kadar ileriye götürmüştür. Zekat vermeyi de reddeden bu isyan etmiş Araplar, Hazret-i Ebû Bekir'in (r.a.)  hilafetinde, Halid İbni Velid'in kılıncıyla zir ü zeber edildi. Ridde Savaşları adı verilen bu olay yüzünden Necid ahalisinin Hulefa-i Raşidin'e ve dolayısıyla Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı bir düşmanlık, seciyelerine girmişti. Halis Müslüman oldukları halde, yine eskiden ecdatlarının yedikleri darbeyi unutamamışlardır. Fırsat buldukça çatışmayı bu nedenle körüklemeye çalışmışlardır.

4.      Benzer şekilde Ehl-i İran'ın, Hazret-i Ömer’in (r.a.)  adilane darbesiyle devletleri mahv ve milletlerinin gururu kırıldığı için Şiiler al-i Beyt muhabbeti perdesi altında Hazret-i Ömer’e (r.a.)  ve Hazret-i Ebû Bekir'e (r.a.) ve dolayısıyla Ehl-i Sünnet ve Cemaate daima intikamla fırsat buldukça tecavüz etmiştir. Şiiler ve Vehhabiler  Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a karşı düşmanlıkta ortak olup dedelerinin İslam’a karşı savaştıklarını gözden kaçırarak sırf milli gururları kırıldığı için nefret etmektedirler. “Al birini vur ötekine” diye bir atasözümüz bu iki toplum için kullanıldığında tam örtüşecek bir vaziyet gösterir.

5.      Vehhabilerin azim imamlarından ve acip dehaları taşıyan meşhur İbni Teymiye ve İbni Kayyıme'l-Cevzi gibi zatlar Muhyiddin-i Arabi (k.s.)  gibi azim evliyaya karşı fazla hücum etmişlerdir. Bunun adına güya “Ehl-i Sünneti Şiilere karşı üstün gösteriyorum” diye yapmışlardır. Hazret-i Ebû Bekir'in (r.a.)  Hazret-i Ali'den (r.a.) efdaliyetini müdafaa ediyorum diyerek, Hazret-i Ali'nin (r.a) kıymetini çok düşürüyorlar. Harika faziletlerini adileştiriyorlar. Muhyiddin-i Arabi (k.s.)  gibi çok evliyayı inkar ve hatta küfre düşmekle itham ediyorlar. Bu ise tasavvuf büyüklerine karşı kabul edilemez bir düşmanlık ve haksızlıktır. Müslümanlar bu gibi nefretten uzak durmaya özen gösterirler.

6.      Vehhabiler kendilerini Ahmed İbni Hanbel mezhebinde saydıkları ve şiddetli olan Hanbeli mezhebinin reisi olması dolayısı ile ayrıca “Kur'an yaratılmış mıdır?”  meselesinde cihanpesendane salabet ve metanet sahibi bir zat olduğundan, onun bir derece zahiri ve mutaassıbane ve Alevilere muhalefetkarane mezhebinden din namına istifade edip, bir kısım evliyanın türbelerini tahrip ediyorlar ve kendilerini haklı zannediyorlar. Halbuki, bir dirhem hakları varsa, bazan on dirhem ilave edip haksızlık ediyorlar.

7.      Yaşadığımız modern kapitalizm devrinde  ücretli sistem o derece kötüye kullanılmıştır ki bir kapital sahibi yani sermayedar, kendi yerinde oturup, bankalar vasıtasıyla bir günde milyonlar kazandığı halde; bir biçare amele işçi, sabahtan akşama kadar, yeraltı madenlerde çalışıp, ölmeyecek kadar bir ücret derecesinde, bir ücret kazanıyor. Şu hal, müthiş bir kin, düşmanlık verdi ki, halk tabakası yöneticilere isyan etmiştir. Sosyalistlik, bolşeviklik adı altında evvel Rusya'yı zir ü zeber edip geçen 1. Dünya savaşından istifade ederek, her yerde kök salmış ve 2. Dünya savaşından sonra bu dehşetli isyan dünyanın her yerine yayılmıştır. Şu komünizm perdesi altındaki halk isyanı, aristokrat ve yöneticilere karşı bir kin ve bir küçümseme düşüncesini verdiğinden, büyüklere ve havassa ait medar-ı şeref her şeyi kırmak için bir cesaret dahi vermiştir. İşte Suudi Arabistan’da yaşanan hadiselerde ve İran’ın dışa yansımayan yüzünde; din ve devlet büyüklerine verdikleri önemden dolayı bu ülkeler içinde de büyük bir karşı isyan hadiseleri meydana gelmektedir. Bu devletler içten içe büyüyen isyanları savuşturabilmek için birbirleri ile çatışmayı özellikle körüklemektedirler. İran-Irak savaşında olduğu gibi muhalefeti bastırmak için savaşı koz olarak kullanmaktadırlar. Lakin yaklaşmakta olan feci sonlarını hızlandırmaktan öteye geçemeyecek bu kavga süreci insan haklarının gelişmesi ile birlikte bitecektir. Nasıl ki nehir tersine akıtılamaz Arap baharı ile birlikte ortaya çıkan özgürlük hareketlerinin önüne geçilemez. Srbestlik döneminde bu rejimlere yer yoktur.

8.      20. Yüzyıl, menfi milliyeti yani ırkçılığı çok ileri sürmüş hatta birçok devlet “ulusalcılığı” yönetim politikası olarak kabul etmiştir. İran’da da ırkçılığın Sasanilere kadar uzanan bir tarihsel boyutu vardır.  Arabistan da ise bu hastalık Emevilere kadar uzanmaktadır. İslam unsurları hiç muhtaç olmadığı halde, şu milliyet fikrine körü körüne sarıldılar. Menfi milliyet ise, dini mukaddeslere hürmetkâr olamaz. Bahaneler buldukça ilişmek ister. Bu nedenle İran ve Suudi Arabistan arasındaki husumetin nedenlerinden önemli bir tanesini Pers ve Arap milliyetçiliğinde aramak gerekir.

9.      Meslekler, mezhepler ne kadar batıl da olsalar da içinde hayatlarını devam ettirmeye yetecek kadar bir hak ve hakikat bulunur. Eğer eserlerine ve neticelerine hükmeden hak ve hakikat ise ve iyi, olumlu yönleri olumsuz yönlerine galip ise o meslek haktır. Eğer içinde hak ve hakikat, neticelere hükmedemiyor ve menfi ciheti müspet cihetine galebe ediyorsa, o meslek batıldır. Bu insanlara  ehl-i bid'a  yani dalalet ehli denir. İşte bu kaideye binaen, İslam dünyasındaki uydurma fırkalarına bakılsa görülüyor ki, her biri bir hakka istinat edip gitmiş. Fakat menfi ciheti ya garaz, ya inat gibi bir sebeple, o mesleğin eserleri dalalet hesabına çalışmıştır. Örneğin; Şiiler Kur'an'ın emrine uyarak Ehl-i Beytin muhabbetini esas tutmuşlardır. Lakin  daha sonra  milli intikam yüzünden yani Sasani İmparatorluğunu yıktıkları için bir garaz gelerek, meşrû muhabbetleri, Ehl-i Beytin yerine geçmiştir. Sahabe ve Şeyheynin (Hz. Ebubekir ve Hz Ömer) düşmanlığına dönüşmüştür. Meşhur şu sözün söylenmesine sebep olmuşlardır: “Maksat Hz. Ali'ye duyulan sevgi değil; Hz. Ömer’e duyulan kindir." Bu söz çok kullanılagelen atasözü şeklinde toplumların belleğinde yer bulmuştur.

10.  Vehhabiler ve Hariciler ise, Şeriatın kurallarına ve ayetlerin açık manalarına ve hadislerin görünen yönlerine dayanarak halis Tevhide karşı ve putçuluğu ima edecek her şeyi reddetmeyi bir kaide tutmuşlar. Fakat düşmanlık gibi sebepler ve menfi garazlar, onları haktan çevirip, dalalete saptırmış ki, ifrat derecesinde tahribat yapıyorlar. Ve hakeza, Cebriye olsun, Mûtezile olsun, hangi fırka olursa olsun böyle bir hakikati mesleğinde görüp onunla aldanıp, sonra dalalete saplanmıştır.

11.  Her batıl bir mesleğin her bir ciheti batıl olmak lazım olmadığı gibi, her bir hak mesleğin dahi her bir ciheti hak olmak lazım değildir. Buna binaen, 1. Dünya Savaşı esnasında Osmanlı’ya ihanet eden Mekke Şerifi Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Cemaatten iken zaaf gösterip İngiliz siyasetinin Mekke ve Medine şehirlerine girmesine yol açmıştır. Halbuki Kuranın kesin emri ile Müslüman olmayanların girmesi yasak olan  Haremeyn-i Şerifeyne (Mekke ve Medine’ye), İngiliz siyasetinin, alem-i İslam’ı aldatacak bir sûrette, yol verilmiştir. Ehl-i bid'attan olan Vehhabiler, hariçten güç ve destek aramayarak, yarı müstakil bir siyaset takip ettiklerinden, bir cihette haklı olarak o gibi Ehl-i Sünnete galebe etmişlerdir. Suudiler hala İslam dünyasını dinlememekte kendi başlarına hareket etmektedirler.

12.  Sebepler altında ortaya çıkan olaylar gerçek sebep değildir. Belki asıl o hadisenin hakiki sahibi kaderdir. Kader ise Allah’ın hikmetine bakar. Öyleyse, bu Selefi, DAEŞ, Vehhabi ve Şiilik hadisesine yalnız Ehl-i Sünnete karşı aşırı inatçı bir tecavüzü nazarıyla bakmamak gerekir. Belki Ehl-i Sünnet, bir hatalı hareketiyle kadere fetva vermiş ki, Vehhabileri ve Şiileri, Ehl-i Sünnete musallat etmiş, saldırtmış. Vehhabiler ve Şiiler zulmeder; çünkü hem çok müfritane, hem intikamkarane, hem Haricilik, ırkçılık namına hareket ettikleri için, cinayet ediyorlar. Fakat kader-i İlahi adalet eder.

13.  Sahih Hadis ile sabit olan ziyaret-i kabir ve makberistana hürmet kötüye kullanıldı. Gayr-i meşru hadiseler çaput bağlamalar gibi kötü olaylar meydana geldi. Özellikle evliyaların makberlerine karşı hürmet ise, adeta Allah’tan değil şahıstan yardım istemek seviyesine düştü. Yani, sırf Cenab-ı Hak hesabına makbul bir kulu olduğuna ve şefaatine ve manevi duasına mazhar olmak için olan hürmetten ziyade; o kabir sahibini adeta tasarruf sahibi ve kendi kendine medet verecek bir kudret sahibi tasavvur edip, amiyane, cahilane takdis edildi. Hatta günümüzde bu vahim durum  o dereceye varmıştır ki, namaz kılmayanlar, o maruf ve meşhur türbelere kurban kesip, ona yalvarmaktadırlar. İşte bu aşırı durum, kadere fetva verdi ki, o saldırganları onlara musallat etsin. Fakat o saldırgan Vehhabi veya Selefiler dahi, onları düzeltmek ve aşırılıklarını kırmak lazım gelirken, öyle yapmayıp, bilakis o da tefrit edip köküyle kesmeye başladı. Elbette, " Zalim Allah'ın kılıcıdır; onunla başkalarını cezalandırır, sonra da onu cezalandırır." kaidesine mazhar olur. Onlar da sonra cezasını bulurlar.

14.  Şu asırda materyalizm galebe çalmış. Zahiri ve görünüşteki sebepler hakiki telakki ediliyor. İnsanlar sebeplere yapışıyor. Bu ise Tevhid-i hakikiye aykırıdır. İşte, şu zavallı insanlar, mütedeyyin ve dindar da olsa, sebeplere fazla sarılmalarına dinimiz müsaade etmiyor. İşte buna binaen, evliyanın ve İslam büyüklerinin türbelerine birer mukaddes ziyaretgâh nazarıyla bakmak, şu zamanda pek muvafık düşmediğinden, kader-i İlahi onu tadil etmek istedi ki, bunları musallat etti.

15.  Şu asırda enâniyet ve kibir, o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük Firavun ve birer küçük Nemrut hükmüne geçmişler. İşte İslam düşmanları, bu mağrur ve kibirli insanlar nazarında kendilerine kıyaslama yaparak aldanıyorlar. İslam büyüklerinin namdarlarını, haşa enaniyetle ittiham ediyorlar. Sanemperestliğin, başka bir nevi olan heykelperestlerin ve sûretperestlerin gayet müthiş bir riyakarlık manasında olan şan ve şeref peşinde koştukları bir zamanda, İslam büyüklerinin türbelerine cahilane ve müfritane bir sûrette halkın takdis derecesinde hürmetleri, elbette Allah’ın hikmeti noktasında kader münasip görmedi ki; bu saldırganları Ehl-i Sünnete musallat etti. Cenab-ı Allah bunlarla bizi imtihan ediyor İnşaallah aklımız başımıza gelince de düzeltecektir, vesselam...

Yazarın Diğer Yazıları