
Yeni Anayasa'da Kurucu İlkeler
Dr. Vehbi Kara
- 910
20 Nisan 1924'te yürürlüğe giren 1924 Anayasası, 1961'e dek yürürlükte kalmıştır. 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından, yeni bir anayasa hazırlanarak 1961'de kabul edilmiş ve 1924 Anayasası yürürlükten kalkmıştır. Daha sonra 12 Eylül 1980 darbe anayasası yürürlüğe girmiş ve halen devam etmektedir.
1924 Anayasasının 1. Maddesi Devletin Yönetim şeklinin Cumhuriyet olduğu 2. Maddesi ile; Türkiye Devleti’nin dininin İslâm olduğu, resmi dilinin Türkçe olduğu ve devlet merkezinin Ankara olduğu açıklanmıştır.
Millet Meclisi özellikle bir Cuma günü seçilerek dini törenler yapılarak Kuran'larla açılmış Anayasa'da özellikle İslam dini ön planda tutulmuştur. Bu hali ile kurucu ilkeler arasında laiklik bulunmamaktadır.
1928 yılında ise "Devletin dini İslamdır." ibaresi çıkarılmış 1937 yılında ise laiklik ilkesi anayasaya girmiştir. 1924 Anayasası’nın temel özellikleri şunlardır:
Cumhuriyet İlkesi: 1924 Anayasası Cumhuriyet ilkesini temel almıştır. Nitekim anayasanın 1. Maddesi devletin yönetim şeklinin “cumhuriyet rejimi olduğu” belirtilerek, ülkeyi idare edeceklerin ancak seçim yoluyla bu hakkı elde edebilecekleri kabul edilmiştir.
Milli Egemenlik İlkesi: 1924 Anayasası 3. Maddesinde “hâkimiyet kayıtsız milletindir” denilmektedir. Bu hükümle anayasa millet egemenliğini kabul etmiştir. Bu hüküm aynı zamanda demokratik bir devlet düzeninin ilk hareket noktası olmuştur. Millet egemenliğinin sahibidir. Bu egemenlik Türkiye Büyük Millet Meclisi aracılığıyla kullanılır. Türkiye büyük Millet Meclisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olup millet adına egemenlik hakkını kullanmaya yetkili tek organdır.
Güçlerin Birliği ve Büyük Millet Meclisi’nin Üstünlüğü: 1924 Anayasası da güçler birliği sistemini kabul etmiştir. Anayasanın 5 nci Maddesi “yasama yetkisi ve yürütme gücü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır” demektedir. Bu anayasada da kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenmemiştir.
Büyük Millet Meclisi’nin üstünlüğü vardır. Meclisin üstünde bir kuvvet yoktur. Bu nedenle meclis ancak kendini fesh edebilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi devletin organları içinde en üst organdır. Milletin tek temsilcisidir, yasama yetkisini meclis doğrudan kendisi kullanır. Yürütme yetkisini kendisi tarafından seçilecek bir cumhur başkanı ve onun atayacağı bakanlar kurulu aracılığıyla kullanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa’yı, üyelerinden 1/3 nün teklifi ile 2/3 nün çoğunluk oyuyla değiştirebiliyordu. Ayrıca yürütme, meclisi fesih edemiyordu.
1924 Anayasası’nın beşinci maddesi ile yürütme kudreti Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde toplanmıştır. Ancak Meclis bu görevini kendisi tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı ve onun tayin edeceği İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) aracılığıyla kullanmaktadır. Yürütmenin en üst organı olarak Cumhurbaşkanı öngörülmüş ve yürütme görevini yapacak organ olarak bugünkü anlamda bir Başbakan ve onun belirlediği bakanlardan oluşan Bakanlar Kurulu olarak belirtilmiştir. Bakanlar, Başbakan tarafından belirlenir, Cumhurbaşkanınca tasdik edilir ve meclisin onayına sunulurdu. Türkiye Büyük Millet Meclisi her zaman Hükümeti denetleyebilir ve düşürebilirdi.
1924 Anayasası yargı yetkisini bağımsız mahkemelere vermiştir. Anayasa yargı organlarının verdiği kararların, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile İcra Vekilleri Heyeti’nce değiştirilemeyeceğini ve yerine getirilmesine mani olunamayacağını hüküm altına alarak, yargı kararlarına hem teminat hem de bağımsızlık getirmiştir. 1924 Anayasası, 1921 Anayasası’nın aksine yargı kuvvetini Meclise vermemiş, bağımsız mahkemelere bırakmıştır.
1924 Anayasası’nda 1924’ten 1960 yılına kadar bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler şunlardır:
10 Nisan 1928 tarihinde yapılan değişiklikle Anayasa’nın 2 maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslâm’dır” hükmü çıkarılmıştır. Ayrıca milletvekillerinin yeminlerindeki vallahi kelimesi “namusum üzerine söz veririm” ifadesiyle değiştirilmiştir. Yine Meclisin görevleri arasında yer alan “ahkam-ı şer’iye’nin tenfizi” (dinsel hükümlerin yerine getirilmesi) hükmü anayasadan çıkartılmıştır.
5 Şubat 1937’de aslında Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkeleri olan “Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılâpçılık” Anayasanın 2. maddesine dahil edilerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel niteliklerine bir darbe daha vurulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun süre yürürlükte kalan Anayasası niteliğindeki 1924 Anayasası, 27 Mayıs 1960 hareketine kadar yürürlükte kalmış ve 27 Mayıs Cuntacıları bunun fazla demokrat olduğunu görerek tamamen ortadan kaldırmak gerektiğini düşünmüşler ve bunu da gerçekleştirmişlerdir. 12 Eylül darbecileri de bunu beğenmeyip yeniden yürürlükten kaldırmışlardır.
Şimdi yeniden anayasa çalışmaları yapılıyor. Zira faşist cuntaların yaptığı anayasalar memleketimize artık dar geliyor.
Bu faşist cuntaların şimdiki temsilcileri ise Anayasanın değişmez ve değişikliği talep edilemez olan ilk dört maddesinde direterek demokratik değerlere ne derece inandıklarını, demokrasi anlayış ve seviyelerini gösteriyorlar. Sanki bu değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddeler Allah'ın emri. Ne kadar acınası bir durum.
Kurucu ilkeler arasında yer alan ve 1928 yılına kadar değiştirilmeyen "Türkiye Devleti’nin dininin İslâm olduğu" maddesini ben kabul ederim de bu modern faşistler kabul etmez. O halde nasıl anlaşacağız. Hep darbeye maruz kalıp "ben istedim oldu" anlayışı dayatılacak mı? Bu nasıl konsensüs?
Lütfen biraz samimiyet gösterelim. Bu çağın çook gerisinde kalmış faşist maddelerden vaz geçelim. Demokratik ilkelerin yer aldığı, hiçbir ideolojinin dayatılmadığı insan haklarına saygılı bir anayasa yapalım. Tamam biliyorum çok fazla şey istedim ama olur ki bazı faşistler o keskin fikirlerinde yumuşayıp "bir bakalım" diyerek seviyelerini yükseltirler...