Nuri Gürgür

Çeşitli yönleriyle son bölücü etnikçi PKK/ YPG terörü

Nuri Gürgür

  • 146

Türkiye’nin neredeyse elli yıldır en ağır sorunu olan, PKK üzerinden yürütülen  terör eylemleri bazı dönemlerde azalmaya yüz tutsa da her zaman gündemde  kaldı. Siyasal iktidarların uygun politikalar inşa etmekte yetersiz kalmalarının yanı sıra coğrafi konumumuz da bunda rol oynadı. Belki daha da önemlisi küresel ve bazı bölgesel güçlerin taşeron  olarak yararlanmak amacıyla bu örgüte destek sağlamalarıdır. 2011’den sonra PYD/YPG adıyla Suriye’de ikinci kolu oluşturulan etnikçi / bölücü terör 13 Kasım Pazar günü vahşi yüzünü bir kere daha gösterdi.  İstiklal Caddesi'ni kana bulayan patlamanın hemen ardından çekilen fotoğrafta yana yatan bebek arabasının hazin görüntüsü, babasıyla birlikte hayatını kaybeden küçücük yavru, 6 can kaybı, 81 yaralı bu terör saldırısının insanlık dışı çirkin yüzünü gözler önüne serdi. Saldırının faili kısa zamanda yakalandı ve PKK/YPG mensubu olduğu anlaşıldı. 


Saldırıdan sonra İçişleri Bakanı Soylu’nun ABD Ankara Büyükelçisi’nin ilettiği taziye mesajını "Bize verilen mesajı biliyoruz. Taziye mesajını kabul etmiyoruz, reddediyoruz. Kobani’ye senatolarından milyonlarca dolar  para gönderen bir devletin müttefikliği tartışmalıdır. Biz kimseye kalleşlik yapmıyoruz ama bu kalleşliklere tahammül edecek gücümüz kalmadı" demesi önemlidir. Çünkü  PKK’ya 1990’dan itibaren  önce Irak’ta, on yıldır da örgütün Suriye’deki kolu  PYD/ YPG ‘ye gözümüzün içine bakarak her türkü desteği arsızca veren, onu defalarca “güvenilir müttefik" diye tanımlayan Washington’a ilk defa bu suçlayıcı ifadelerle  çok net bir tavır konuluyor. Geleneksel diplomatik üsluba uymasa da İçişleri Bakanı doğrusunu yaptı,  Türk halkının  büyük çoğunluğunun duygu ve düşüncelerini dile getirmiş oldu.


Buna karşılık Büyükelçiliğin  "ABD terörün her çeşidini kesin olarak kınamakta, değerli NATO müttefikimiz Türkiye ile dayanışma içinde hareket etmektedir “ açıklaması  yıllardır ülkemize karşı uyguladıkları yalanlarla süslü ikiyüzlü politikalarının yeni bir örneğidir. 
Saldırıdan iki gün sonra Bali Adası’ndaki G-20 toplantısına katılan Başkan Biden Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesinde Türkiye’ye taziye mesajı ileterek, F-16 konusunda desteğinin devam edeceğini söyleyerek “gönül alıcı” bir tavır sergiliyor. Görüşme basına kapalı yapıldığından ayrıntıları bilinmiyor; ancak aramızdaki bazı temel sorunların da görüşüldüğü tahmin edilebilir. 

Çeşitli yönleriyle son bölücü etnikçi PKK/ YPG terörü


İktidarın  2012’den 2015 Şubat ayına kadar çeşitli adlarla üç yıl boyunca yürütmeye çalıştığı “açılım politikaları ,  “terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde  üç bölgede  “özerk yönetim" ilan etmesine, burada  Rojava adıyla “devletimsi" bir yapı oluşturma girişimine paralel şekilde çökmüştü. Buralardaki kazanımları, ABD'nden geniş destek almaya başlaması terör örgütünü büsbütün şımartmıştı. O yılın yaz aylarında benzer bir tabloyu Güneydoğumuzda da oluşturabilecekleri hayaline kapıldılar; siyasi ve istihbari kanallardan bazı Devlet kurumlarıyla sürdürülen temasları sonlandırarak harekete geçtiler.


2015'e kadar son üç yılda Güneydoğudaki pek çok il ve ilçede örgüt mensuplarının düzenledikleri gösterilerinin maksadının, belediyelerdeki etkinlikleri, hayallerindeki “öz yönetim”lere taban oluşturma girişimleri ,  hatta yapılan silah yığınakları biliniyor, görülüyordu; ama  “açılım politikaları" adına yapılan temas ve görüşmeler zarar görmesin gerekçesiyle müdahaleden kaçınıldı; buralarda devletin otoritesi neredeyse tartışılır hale geldi. Bu durumu terör örgütü Devletin zaafı olarak algıladı. Kandil’deki elebaşılardan Cemil Bayık 2015’in Mayıs ayında “devrimci halk savaşı ilan ediyoruz" açıklamasıyla saldırıya geçeceklerini ilan etti. Nitekim  ileriki aylarda terör örgütü mensupları bu talimatın gereğini yapmak üzere silahlı eylemlere  yöneldiler. Bu "ayaklanma” girişimleri üzerine askıya alınmış olan “güvenlik öncelikli politikalar" a dönüş yapıldı. Gerillacılık konusunda eğitilen Türk Özel Kuvvetleri, Polis Özel Harekat timleri devreye sokuldu. İHA’lar SİHA’lar kullanılmaya başladı. İki  yıl süresince bölgede çok sayıda il ve ilçede, Irak’ın kuzeyinde  teröristlere karşı çok etkili bir mücadele sürdürüldü . Suriye’de hududumuza bitişik El Bab ve Afrin bölgelerinde, (daha sonra  “Barış Pınarı harekatı) askeri operasyonlar yapılarak PKK/YPG projesi çöpe atılmış oldu. 


Bu politikanın sürdürülmesi sonucunda PKK Türkiye içerisinde, hatta Kandil ve çevresinde büyük ölçüde çökertildi. Artık  ülke içerisinde örgüte katılım bitme düzeyine geldi. Hala var olduklarını gösterebilmek amacıyla güvenlik güçlerimizin geçiş yollarında patlayıcı tuzaklar hazırlasalar da, karakollarımıza saldırı düzenleyemiyorlar. Ancak bu durumu “PKK terörü  bitmiştir “ diye ilan etmek son derece yanlış olur . Çünkü  bölücü etnik  terör sadece bu nitelikteki eylemlerden ibaret değildir. Siyasal, sosyal, ideolojik ve toplumsal yönleriyle çok kapsamlı bir olgudur . Güvenlik politikalarını destekleyen orta ve uzun vadeli eğitim, sağlık, ekonomik , kültürel ve demografik politikalarınız yoksa, hukuki, yasal ve anayasal düzenlemeler yapılamıyorsa, dış politikalarınızı dostluk çemberinizi genişletecek , uluslararası lobiler oluşturacak tarzda yürütemiyorsanız  toplum olarak terör belasından  tümüyle kurtulup rahatlamak mümkün olmaz . 


Elli yıla yakın temel sorunumuz olan bölücü etnik fitneye karşı değişen küresel ve bölgesel şartlara uygun çok yönlü, kapsamlı bir devlet politikasına ihtiyacımız var . İstiklal caddesindeki terör saldırısı teröristlerin  kuzey Suriye’ye taşındığını, ana merkezin artık burası olduğunu gösteriyor . Saldırının faillerinden Ahlam Albashir isimli kadın bir milyona yakın mensubu olan El Beggara isimli aşiretten; yani Kürt kökenli değil. Bu aşiret hem Şam rejimiyle hem de SGG içersinde yer alarak  Haseki’de PYD/ YPK ile ilişkide . Saldırının planlayıcısı olan ve bir yıldır ülkemizde olduğu açıklanan Ammar Jakars da Kürt kökenli değil. Bu durum şunu gösteriyor. Yeni eleman ihtiyacını Türkiye’den karşılayamayan PKK/ YPG Suriye’de bazı Arap aşiretleriyle iç içe çalışmaya başlamış durumda. Halen ülkemizde  yaşayan legal ve illegal Suriyeli sayısının yedi milyonu bulduğu tahmin ediliyor. Dolayısıyla terör sorunumuz  etnik tabanının genişlemesine paralel şekilde doğal olarak daha da büyüyebilir . 


Terörist kadın ve eylem ortağı erkek dört ay önce İstanbul’a gelip örgütle irtibatlı bir kişinin tekstil atölyesinde yaşamaya başlıyorlar. Planlayıcı Ammar da İstanbul ‘da kaçak yaşıyor. Yani huduttan rahatlıkla geçebilmişler, herhangi bir soruya muhatap olmadan kentte barınabilmişler . Bu tarzda başta İstanbul olmak üzere ülkemizde kaç milyon kaçağın yaşadığını kimse bilmiyor. Emniyet Teşkilatımızın kadın teröristi çok çabuk yakalamış olması elbette takdire değer bir başarıdır; ama Suriye sınırımızın kevgire dönmesi, birkaç milyon çeşitli ülkelerden kaçak durumunda insana karşı ciddi ve etkili bir kontrolün yapılmamakta oluşu görmezlikten gelinemeyecek önemli bir zaaftır.


PKK/ YPG Eylül ayından itibaren çeşitli kanallardan  metropollerde Türkiye’nin turizm sektörünü vurmak amacıyla bu tarz saldırılar yapacağını duyurmuştu .Saldırı talimatını veren terör örgütü kalabalık olan caddede Batı’lı ziyaretçilerin de olduğunu biliyordu ; dolayısıyla onlardan da yaralananlar ölenler olabileceğini, Batı kamu oylarında bunun tepkilerinin  olacağını  göze almaları ne kadar zor durumda olduklarını  gösteriyor. Diğer saldırgan henüz yakalanamadı. Yunanistan’a kaçmayı başarırsa ve  kendisi gibi çok sayıda teröristin misafir edildiği Lavrion kampına konulursa Atina bir   kere daha uluslararası hukuka göre suçlu durumuna düşmüş olur. 


Bu saldırıda hayatını kaybeden vatandaşlarımızı  rahmetle anıyorum. Milletimize ve şehitlerimizin ailelerine baş sağlığı diliyorum.

Yazarın Diğer Yazıları