Cemal İncesoyluer

22 Mayıs, tarihe nasıl kayıt düşecek!

Cemal İncesoyluer

  • 921

 

Dipten gelen bir “anlaşmazlık manzumesi” varmış demek ki, bunu pek hissedemedik.

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu arasında bir takım yönetim anlayışındaki farklı düşünceler, konuyu 22 Mayıs 2016 da olağanüstü kongre kararına kadar götürdü. Başbakan Davutoğlu’nun danışmanlık, bakanlık ve 21 aylık başbakanlık görevleriyle 2009 yılından bugüne kadar gelen 7 yıllık hızlı siyasi serüveni de bitti.

 

Davutoğlu’nun önce AK Parti Grubunda yaptığı konuşma, peşinden haftalık görüşmede ortaya çıkan fiili durum, peşinden MKYK toplantısında alınan olağanüstü kongre kararı, baş döndürücü bir gündem ile Türkiye’nin siyasal alışkanlıklarını adeta tekrarladı.

 

Konuya ilişkin yazdığım Çarşamba günkü yazımda, Başbakan Davutoğlu’nun devlet adamı ciddiyetine vurgu yaparken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da AK Parti’nin kurucusu ve lideri olduğuna dair cümleler kurmuştum. Ve şunu eklemiştim: Bu gerçeği Davutoğlu’nun bilmemesi imkansız…

 

Ortaya atılan iddialara şöyle bir göz attığımızda, fitne ve bu durumdan vazife çıkarma adına AK Parti’de bir kaos olmasını umanlar, bir kez daha yanılacaklar. Çünkü, AK Parti hareketinin omurgasını teşkil eden fikri anlayış, partinin kuruluş tarihiyle eş zamanlı değil. Bu hareketin 40 yıllık bir geçmişi var. Temel düşünceler aynı olmakla birlikte, Erdoğan liderliğindeki bu hareket zamana ve zemine uygun restorasyonla, yeni yönetim anlayışı ve pozisyonuyla bir parti ortaya çıkmıştır.

 

Olağanüstü Kongrenin ardından gündeme bir erken seçim gelir mi?

 

Bu konuyu da ciddi olarak öne sürenler var. Dayanakları da boş sayılmaz. Çünkü, 7 Haziran seçimlerinden sonra gördük ki, sivil bir anayasa yapmak, mevcut meclis tablosuyla imkansız gözüküyor. Hatta, dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili meclis görüşmelerinde yaşanan arbede, yasamanın sağlıklı işlemesi için ve sivil anayasanın inşası bakımından, güçlü bir AK Parti’ye ihtiyaç var. CHP ve MHP’nin sivil anayasaya evet demesi belli koşullara bağladığı için, gerekli yol alınamıyor.

Bu gerekçeleri alt alta yazdığımızda bir erken seçimi olası görmek mümkün.

 

Ancak, genel başkan ve başbakan değişimine giden bir AK Parti’nin risk alarak erken seçime onay vermesi, o kadar kolay bir karar olmayacaktır.

 

Üstelik, bundan sonraki süreçte, AK Parti’nin en temel gündeminde iki başlık olacak.

1-Paralel Yapı (FETÖ) örgütüyle her alanda etkin mücadele.

2-Başkanlık Sistemiyle ilgili toplum algısına yönelik çalışma.

 

Zaten, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu’ndaki temel ayrılığında bu iki konunun etkisi olduğu ifade edilmektedir.

 

Dolayısıyla, yeni genel başkan ve başbakanın bu iki temel maddeyi öncelemesi bekleniyor.

Kongreden sonra bir başka ihtimal daha var.

 

Nitekim, 2002 yılında AK Parti kendi bünyesinde bu ihtimali 4 ay süreyle olsa da, yaşadı ve deneyim sahibidir. O da, Başbakan’ın başka bir isim, genel başkanın da başka bir isim olması.

 

Numan Kurtulmuş, Berat Albayrak, Binali Yıldırım, Mehmet Müezzinoğlu ve Bekir Bozdağ’dan oluşan 5 isim geçiyor, AK Parti genel başkanlığı için.

 

Ancak, Binali Yıldırım ile Bekir Bozdağ’a şans veriyorum.

 

Belki de bu iki isim ya da bir başka isimi AK Parti Genel Başkanı olarak görürken, Yıldırım ile Bozdağ’dan birisini de başbakan olarak görmemiz mümkün olabilir.

 

Mesela, Numan Kurtulmuş ya da Berat Albayrak AK Parti Genel Başkanı olurken, Binali Yıldırım veya Bekir Bozdağ başbakanlık görevini üstlenebilir.

 

Tabii bu bir komplo teorisidir.

Olabilirliğini, B Planı olarak kaydedebiliriz.

 

Gel gör ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir darbe yaptığını iddia edenler, yakın siyasi tarihimizde iki önemli olayı ıskalıyorlar.

 

Birincisi, merhum Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte ANAP’ta etkisinin kalmayışı ve sonradan da eriyip gitmesi…

 

İkincisi de merhum Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından DYP’nin bitmesi. Üstelik Demirel’in çok istemesine rağmen lideri olduğu partisinde hiçbir etkisinin kalmayışı.

Bence, bu iki olay Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hiç aklından çıkmıyor.

 

Haksızda değil.

 

AK Parti iktidarının itici gücü ve oy alış sebebinin yüzde 90 oranında Tayyip Erdoğan olduğu gerçeğini herkes bilmesine rağmen, rakip parti lider ve kurmaylarının bu güçten kurtulma istemeleri de siyasi stratejidir. Bunu da doğal karşılamak gerekiyor.

 

22 Mayıs 2016 da yapılacak AK Parti kongresi, yeni bir dönemin başlangıcı ve gerek paralel yapıyla etkin mücadele, gerekse başkanlık sistemiyle ilgili somut adımların atılacağı bir süreçtir. 


Anlamadıkları Reis…

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu çok sevdik.

Düzgün adam, gelişi gibi gidişi de entelektüel birikimiyle örtüşüyordu. 7 yıllık bir aktif siyasetin içinde, çok hoş, çok naif, çok saygı duyulacak bir iz bıraktı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yerine halef olarak Ahmet Davutoğlu Hoca’yı bırakmadan önce bir dizi görüşmeler yapmıştı. Tabii Ahmet Hocayla da uzun uzadıya görüşmüştü. Reisin hassasiyetleri vardı. Bunu tek tek anlattı.

Sorun yoktu. Ahmet Hoca’da Reisin tüm hassasiyetlerini yüreğinin ta derinliklerinde görüyordu. AK Partinin lideri Recep Tayyip Erdoğan’dı ve bunun Ahmet Hoca biliyordu. Kendisine yapılan teklif, sadece Genel Başkanlık ve Başbakanlıktı.

Kabul etti. Kongre, başbakanlığın tevdii, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri derken, Reisin olmazsa olmaz şartlarından FETÖ ve Başbakanlık konusunda yeterince mücadele, kamuoyu önünde cümleler kurma bir türlü olmuyordu. Özellikle 7 Haziran seçim sürecine kadar olan kısımda; Abdullah Gül ile Bülent Arınç faktörü Ahmet Hoca’nın peşini bırakmıyordu.

Bülent Arınç, kendisinin AK Parti’de bir özgül ağırlığı vehmine kapılarak, Ahmet Hoca’ya da Reisle ters düşme taktikleri verebiliyordu. Reis, sözünü aldığı iki hususta Ahmet Hoca’nın vurdum duymaz davranışı üzerine birkaç kez özelde, kaç seferde alenen uyarılarda bulunuyor, bu iki başlığın teğet geçilmesine içerliyordu.

Bülent Arınç, Başbakan olmak istemiyordu olamadı. Cumhurbaşkanı olmak istiyordu, olamadı. İç dünyasında gözü yaşlıydı ama, kibrini kontrol edemiyordu. Ben olmazsam Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasında bir beis yok şeklindeki tavrı, Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olmasıyla, madem öyle, bende Ahmet Hoca üzerinden Reisle hesaplaşırım planına dönüştü.

FETÖ’nun oyuncağı olmuş Bülent Arınç, Ahmet Hocayı kontrol altında tutmak ve mümkünse Reise karşı bir cemaat darbesi yapmak üzere inceden inceye bir oyunu tezgahlıyordu.

Gerek Gül, gerek Arınç ve gerekse makamlardan olan ne kadar AK Parti’den kopanlar varsa, Reisi gerçekten tanımadıkları anlaşılıyor.

Türkiye’nin siyaset sahnesine bir bakın, Recep Tayyip Erdoğan gibi 40 yıldır siyaset yapan birisi var mı? Yine bakın partilere, tabandan tavana doğru adım adım, sindire sindire merdivenleri çıkmış bir ikinci isim daha var mı? Reis, bulunduğu ve geldiği hiçbir makama paraşütle inmemiştir. Hak ederek, bütün hayatını hiçe sayarak ve ideallerinin peşinden koşarak, bugün cumhurbaşkanıdır.

Abdullah Gül’e hem başbakanlık, hem de cumhurbaşkanlığını ikram eden Reisdir.

Bülent Arınç’a hem meclis başkanlığını, hem de başbakan yardımcılığını veren Reisdir.

Ahmet Davutoğlu’nu hem dışişleri bakanlığına, hem de başbakanlığa getiren Reisdir.

 

Reis, AK Parti’nin lideridir. Bu gerçeği bilirseniz, bu partide siyaset yapabilirsiniz. Çünkü, AK Parti yüzde 49.5 oy alıyorsa, bunu Reis’e borçludur.

 

Gerisi laf-ü güzaftır…

 

Yazarın Diğer Yazıları