Şükrü Kanber

Sol-faşizm Orhan Gencebay'ı bile susturdu…

Şükrü Kanber

  • 322

 

Herkesin bir müzik zevki, kulağı ve beğenileri vardır.

Benim müzikte bir numaralı tercihim Orhan Gencebay olmuştur.

Sözünü ayrı, sesini ayrı severim.

Duruşu ise her daim delikanlıca, doğrudan yana ve adam gibidir.

Bugün sırf Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetlerine katıldığı için onu lince tabi tutanları delirten bu yanı zaten. Seven sevmeyen her şeyi söyleyebilir ama ne müziğine ne de insanlığına tek kelime edemez.

Sanat camiasının içinde bunca yıl kalıp da dik duruşundan taviz vermeyen, özle yaşamında büyük skandallara imza atmayan örnek bir ismin Tayyip Erdoğan ile yan yana gelmesi, çift kimlikli, sanat camiasına hakim, eskilerin deyimi ile “doğan görünümlü şahin” diye tabir edilen, içi farklı dışı farklı tiplerin nefretini kazanmaya yetecek elbette.

Kendilerine biat etmeyen bir büyük sanatçıyı sarıp sarmalayacak halleri yok ya!

Bu fakir sırf sevdiği için 1992 yılının Ekim ayında Orhan Gencebay ile vaktiyle röportaj yapmıştı.

Haftalık Yörünge dergisinde çalışıyordum ve yeni üniversiteyi bitirmiştim.

Ve en büyük hedeflerimden biri Orhan Gencebay ile röportaj yapıp tanışmaktı.

Kasetlerin üzerinde kendisine ait Kervan Plak şirketinin numarasını aradım, talebimi izah ettim.

Oradan yıllarca kullandığı Zincirlikuyu’da bulunan ofisinin telefonunu aldım.

Büyük usta kısa bir zaman sonra randevu verdi.

Bir gazeteciden çok, hayranı olduğu bir sanatçıya giden fan gibi olduğumu itiraf etmeliyim.

O nedenle tanışma faslı sırasında kendisinden “Orhan Bey” değil, “abi” diye hitap etmek için izin istedim.

Elbette yüce gönüllü bir insan olarak gülümseyerek onayladı.

İçinde sanat, millet, tasavvuf, kültür, müzik, arabesk, Mesam geçen harika bir sohbet oldu.

Şarkılarının çoğunu ezbere bilen bir gazeteciye rastlamak onu da memnun etmişti.

Beni bu sohbette en çok hayal kırıklığına uğratan nokta, bazı şarkılarının filmleri için yazıldığını öğrenmem oldu.

Bu duygu yoğunluğu, profesyonel bir talep için nasıl üretilebildi sorusu o zamandan beri takdirle birlikte kafamda dolanır durur.

 

Ne yazık ki kişisel arşivimde ilgili röportaja ait doküman bulamadım. İslamcı Dergiler Projesi internet sitesi imdadıma yetişti. Siteye emek verenlere  teşekkürlerimle. Onlar en azından tarihe not düşmüşler. 

 

Gelelim sadede.

1968 yılındaki ilk müzik albümü ile başlayan yolculuğunda o güne kadar belki de hiç sorulmayan bir soruyu sordum.

Gencebay hayranları iyi bilecektir, şarkılarında bolca “Allah, Rab, Yaradan” kelimeleri geçer.

1960’lar ve 70’ler dünyada materyalizm rüzgarlarının sert estiği, ateizmin ile harmanlanmış Marksist ideolojinin yükselişte olduğu zaman dilimleriydi.

Türkiye bu atmosferden çok yüksek düzeyde etkileniyordu çünkü bir de işin içine jakoben Kemalizm girince farklılıklara hayat hakkının tanınmadığı bir iklim yeşeriyordu.

Orhan Gencebay’a, biz sevenlerin Orhan Abisine şu soruyu sordum; “Müziğe başladığınız yıllarda Allah demenin bile sakıncalı olduğu yıllardı. Şarkılarınızda geçen Allah, Rab, Yaradan kelimeleri nedeniyle hiç sıkıntıya girdiğinizi hissettiniz mi?”

Hafif bir afalladığını hatırlıyorum.

Belki de hiç çalışmadığı yerden sormuştum.

Tüm nezaketiyle benden teybi kapatmamı rica etti.

Hüzünlü bir ses tonuyla bana şu soruyu sordu; “Sen bizim TRT’de neden sadece yılbaşı akşamlarına hapsedildiğimizi zannediyorsun? Yaptığımız müziğin –ki sadece kendimi saymıyorum, pek çok dostumu da işin içine katarak söylüyorum- arabesk diye aşağılanıp yok sayılmasının yegane sebebi, halkın değerlerine yakın davranmamızdır. Eğer bu halk bizi sevip desteklemeseydi müzik/sanat camiasının içinde yaşama şansımız hiç olmayacaktı…”

Bugün hepimizin bildiği pek çok ünlü arabesk müzisyenin başına gelen birkaç örnek ile de konuyu detaylandırdı.

İşte böyle bir Türkiye idi o yıllar.

Nereden nereye?

Orhan Gencebay’ı bile yutkunduran, yaşadıklarını dile getirmekten imtina ettiren, sözün ve müziğin üstadın boğazını düğümleyen yıllardan; özgürce fikrini dile getirmekten çekinmeyeceği zamanlara geldik.

O yıllarda plakları milyonlar satan bir sanatçı söylediklerini dile getirmek için teyp kapattırıyorken, bugün sosyal medya çukuruna rağmen düşündüklerini özgürce ifade edebilme şansına sahip.

Hangi zaman diktatörlüktür dersiniz?

Sol-faşist kafanın neler yapabileceğini bundan daha iyi ne anlatabilir?

Genç nesillerin “hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi tarih?” sorusunun tekrarlanmaması için yazıyorum bu hatırayı.

Sabah’tan Tuba Kalçık’a verdiği röportajı okuyunca “Sanatçı ünvanı çok ucuzladı” başlığını kullandığım o röportaj aklıma geldi ve tarihe not düşmek istedim.

“Bu ülkenin değerleri” kavramı genelde yuvarlak kullanılır ama işin esası gelip inanca ve İslam’a dayanır.

Bu ülkenin değerlerinin kaynağına düşman olan bir kitle, yıllarca bürokrasiye, kültür/sanat camiasına, medyaya, finansa, eğitime ve pek çok önemli alana hükmetti ve halen de –eski gücü törpülense de- hükmetmeye devam ediyor.

Kendisi gibi düşünmeye yaşama hakkı tanımamak için elinden geleni yaptı/yapıyor.

Orhan Gencebay’ı halkın gönlünden silemedi ama TRT’den, her tür görüşe sahip vatandaşın vergilerinden finanse edilen kurumdan uzak tuttu.

Kim mi bunlar?

Yazmıştık.

 

Yukarıda linkini verdiğim yazıyı tekrar okursanız, Orhan Gencebay’ı bile sırf şarkılarında Allah kelimesi geçirdiği için hayatı zindan etmeye çalışanları göreceksiniz.

 

Yeni nesillere feryadımız bundan.

Yalanlara, algılara, yönlendirmelere kanmamalı ve aynı delikten tekrar ısırılmamaları için.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları