İçinde bulunduğumuz pandemi sürecini sosyal psikolojinin dayandığı iki temel yaklaşım olan sosyo-psikolojik ve psiko-sosyal açıdan analiz etmeye çalışacağız.
2019 yılının sonlarında Çin’de ortaya çıkan ve 2020’nin başından itibaren hızla tüm dünyaya yayılan Kovid-19 salgınının ortaya koyduğu sosyo-psikolojik durum; iletişim kuramcısı Marshall McLuhan’ın “küresel köy”ü için “alarm” veriyor.
Kovid-19 süreci, “küreselleşmiş” dünyada risklerin Çağatay Balcı’nın tabiriyle “öngörülemez”, “tanımlanamaz” ve “kontrolü zor” nitelik taşıdığını gösteriyor. Yeni tip koronavirüs hangi kaynaklardan, ne şekilde ve hangi miktar ve çeşitte yayıldığı mutlak anlamda belirlenemeyen bir “küresel bela” tabiri caizse.
1929’daki Büyük Buhran’dan başlayarak tüm ekonomik, tabii ve siyasi afetlerden tüm dünya nasıl etkilendiyse Kovid-19’un da ardında benzer bir tesir ve enkaz bırakacağını 4 aylık tecrübe bize göstermektedir. Sağlık, devlet yönetim sistemleri, demokrasi, insani değerler, kültür, eğitim, ekonomi ve iletişim başta olmak üzere hayata dokunan her başlık, pandemiden nasibini fazlasıyla alacak. Hemen her alanda kartlar yeniden karılacak. Bir savrulma, bir çöküş, sonra belki yeniden inşa süreci var ufukta.
Nimet ve külfetin küresel dağılımındaki dengesizlik, uluslararası ekonomik ve siyasi kuruluşların “eşitlik” yerine güç merkezli konumlandırılması, Kolonyalist devletlerin otorite ve sınır tanımaz tutumları, devletlere hakim olan yönetim sistematiği adeta felce uğradı. Kovid-19 denilen virüs, “He-Man” pozundaki devlet ve kurumların hiç de “Kainatın Hakimi” olmadıkları gerçeğini yüzlerine çarpıverdi.
Evet; çıplak gözle görülmesi mümkün olmayan bir virüs; “Kainatın Hakimleri”ni ve tüm insanlığı adeta dize getirmiş, “He-Man siz değilsiniz artık, benim!” diyordu.
Pandemi süreci, “düveli muazzama” açısından “muazzam” savruluşun öyküsüydü artık. Ve kendisi büyük ama etkisi küçük bir virüs; emperyal hedef, kapital ve bilumum nüfuz araçları adına “insanlık değerlerini çiğneyen” egemenler açısından turnusol kağıdı vazifesi görüyordu.
Söz gelimi ABD’nin aslında “sosyal bir devlet olmadığı”, insan hayatını değil doların/kapitalizmin “hayatiyetini” merkeze aldığı bir kez daha teyit ediliyordu.
2018 verilerine göre 80 trilyon dolarlık toplam dünya ekonomisinde 19,4 trilyon dolarlık GYSİH oranıyla en büyük paya (yüzde 24) sahip “süper güç” ABD; sosyal güvenlik, adil-ücretsiz sağlık hizmeti dağıtma noktasında hiç de “süper olmadığını” belleklere kazıdı. “En büyük” 500 şirketin 128’ine sahip “dünya lideri”, pandemi sürecinin sağlıklı bir şekilde yönetememiş; 100 bin sınırındaki toplam ölü sayısı ile 1 milyon 600 dolayındaki vaka sayısı ile “dünya lideri” zira.
“Rezerv para” değil “rezerv insanlık” dönemine doğru mu?
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana “rezerv para” olan doların hükümranlığı da… Banknotu basıp ABD devletine satan, gerektiğinde ABD başkanlarını bile tehdit edebilen FED’in asıl karar vericileri olan malum ailelerin kapitali de vicdanı da insanlığı da sınıfta kalmıştır. Ve o ülkenin insanlarına ücretsiz sağlık hizmeti sunma, daha da ötesi “insanca davranma” erdeminden yoksundur. ABD’nin şahsında “insanlık” vahşi kapitalizmin acımasız çarkları ve dolar baronlarının insafına kalmış durumda, can çekişmektedir. Pandeminin ABD macerası; insanlığın artık “rezerv para” değil “rezerv insanlık” beklentisinin had safhada olduğunu bizlere bir kez göstermiştir. Temel insani hasletlere sahip çıkacak yeni bir sistem arayışını da beraberinde getirmeye adaydır süreç. ABD başta olmak üzere tüm dünyada.
Süper güç ABD, milyonlarca sağlık çalışanı ve vatandaşına dağıtacak maske bile bulamamış; yüksek teknoloji gerektirenler başta olmak üzere birçok ürün için Çin ve benzeri ülkeleri “üretim üssü” haline getirmiş olmasının ceremesini çekmiştir. Sadece ABD değil teknoloji üretiminde lider ülkelerin tamamı, Çin ve benzeri ülkelere kaydırmanın hiç de isabetli, stratejik, ekonomik ve adilane bir karar olmadığını acı bir tecrübe ile anlamış durumdadırlar.
İnsanların, “insanlığın” ve malların serbest dolaşımı hangi noktada?
Pandemi ile ülkeler sadece sınırlarını kapatmakla yetinmeyip, kimi örneklerde görüldüğü üzere gönül köprülerini ve insani değerlerinin de “kapatma” tuşuna basmaya tevessül etmiştir. İnsanların serbest dolaşımının yanı sıra “insanlığın” ve malların serbest dolaşımı da asgariye inmiştir. Hatta hayati önemi haiz maske, solunum cihazları, ateş ölçerler ve bilumum sağlık malzemelerini ülkeler birbirine satmak istemez ve “Önce benim memleketim” eşiğine yaslanır hale gelmişlerdir. En basit bir ürün olan maskeyi kendi imkanlarıyla üretemeyen büyük küçük her devlet büyük bir afallama yaşamıştır.
Sosyal medya ve diğer iletişim mecralarındaki yandaş-muhalif kavgası anaforuna kapılmadan sağlıklı bir ruh hali ve mesleki gözlemle hakkı teslim etmek gerekirse -ki dünya da teslim ediyor- Türkiye bu konuda gerçekten örnek bir sınav vermiştir, vermeye de devam etmektedir.
Bitmek tükenmek bilmeyen doğal kaynaklar sayesinde petro-dolarlarıyla keyif süren Arap ülkeleri de “üretim”i yok saymanın, “Niye üretip avami işlere zaman harcayayım ki! Ben elitim; petro-dolarlarımı bastırır ne ürün olsa bulurum.” şımarıklığının ne kadar yanlış olduğunu görmeye başlamıştır. Emek, üretim, istihdam olguları ile mesafeli bu “petro-dolar” zihniyeti de tarihin çöp tenekesinin derinliklerine gömülmek üzeredir, kim bilir!
Sonuçta; vahşi kapitalizmin tüm sözde mabetleri, “zevkü safa aletleri” birer çöpe dönmüş durumda. AVM’ler, iş kuleleri, rezidanslar, katlar, yatlar, dev şirketler, trilyon dolarlık GSYİH’ler, milyar dolarlık şirket bilançoları, Kolonyalist bilinçaltı, makamlar-mevkiler, afra-tafralar, nüfuz mücadeleleri, yürüyen kibir abideleri… Hepsi Kovid-19’un bir fiskesiyle “çöp” oldu mu? Oldu.
İnsanlar deviyle-minisiyle ekranların, karar vericilerin ve otoritelerin açıklama, uyarı ve bildirimlerine odaklanmış vaziyette.
Türkiye’de pandeminin etkisini derinden hisseden ülkelerden. Cumhurbaşkanlığı Kabinesi istisnasız her pazartesi toplanıyor ve açıklamaları Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü yerine bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yapıyor bu süreçte. Halkı en yetkili ağız olarak birinci elden bilgilendiriyor, uyarıyor, motive etmeye çalışıyor. Aynı şekilde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca her günün akşamında son 24 saatin vaka bilançosunu açıklayıp, öneri ve uyarılarını sıralıyor. Kısıtlamalar, eğitim öğretimin dijital platformlara kayması, on binlerce işletme ve milyonlarca çalışanın olumsuz etkileyen travma oluşturuyor. Neyse ki sağlık sisteminin oturmuş olması, altyapı ve yönetimdeki proaktif yaklaşımın hızlı karar alıp uygulamaya imkan vermesi ve en önemlisi -dünyanın da takdir ettiği üzere- sağlık politikaları bazında sürecin gerçekten titizlik ve başarıyla yönetilmesi topluma moral veriyor.
Altını çizelim: Kovid-19 salgınının ortaya çıkardığı sosyo-psikolojik tablo, devletlerin bu süreçte daha etkin, daha hızlı, daha adil-insani bir yaklaşım ortaya koymalarının elzem olduğunu gösteriyor bize.
Yoksa 20 trilyon dolarlık ekonominiz olmasına rağmen acil durumlarda basit bir bez parçasını, bir maskeyi dahi bulamaz hale geliyor; karın tokluğuna bir iş hanında aynı anda abartısız birkaç bin kişinin tekstil işçisi olarak çalıştığı Bangladeş gibi dünyanın en yoksul ülkelerinin ağzına, eline, avucuna bakar hale geliyorsunuz; “Bize acilen milyonlarca maske gönderirler mi?” diye.
Velhasıl; pandemi süreci tüm devletleri, toplumları, bireyleri, ideolojik düşünce aygıtlarını, ortak düşmana karşı ortak/bir/beraber/eş güdüm halinde olmaya zorluyor.
“Ölüm” ve “yaşam” güdüleri; sadece “devlet baba”nın vasfını/işlevini değil, devletlere hakim olan küresel baronları, kravat takmış enternasyonal mafyaları, DSÖ başta olmak üzere bilimi ve ilaç üretimini kendi tekelinde görerek adeta cennetten arsa satan “bilim papazları”nı, tüm insanlığı, “ortak insani değerler, nimet ve külfetin adil paylaşımı”na çağırıyor Kovid-19.
Bu noktada İstanbul Ticaret Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Rüstem Aşkın’a kulak vermekte fayda var.
Bir dostumuzun 20 Mayıs 2020’de görüştüğü Prof. Dr. Rüstem Aşkın’ın henüz yayımlanmamış akademik çalışmasında vurguladığı üzere, “Çoğu düşünür Kovid-19 adı verilen virüs salgınının dünya tarihine önemli kırılma anlarından biri olarak geçeceğini, toplumların da, devletlerin de reflekslerini değiştireceğini, uluslararası sistemi ve ekonomiyi kalıcı bir biçimde dönüştüreceğini ön görüyor.
Devletler, ekonomiler, kurumlar, toplumlar, insanlar ciddi bir stres testine tabi tutuluyor.”
Yani “insanlık” pandemi sürecinde adeta alarm veriyor.
Aşkın şu analizi yapıyor:
“Bu salgında bir kez daha insani değerler ve güven toplumları ayrıştırıyor, bireyciliği yücelten toplumlar dayanışmanın can suyu olduğu günlerde yalnızlığı ve çaresizliği yaşıyor. Ve bu salgın bir kez daha ‘dünya çıplak’ diyor.
Dünya ve ülke sağlık örgütlerinin inandırıcılığı tekrar gözden geçiriliyor. (…)
1989 Berlin Duvarı’nın yıkılışı, 2008’de Lehman Brothers’ın çöküşü gibi, mevcut pandemi de geniş çaplı sonuçlarıyla dünyayı yerinden oynatan bir gelişme. Bu salgın, hayatları mahvetmesi, piyasaları bozması ve hükümetlere diz çöktürmesi yanında siyasi ve iktisadi güç dengelerinde de kalıcı değişimlere yol açacak. Zaten sorun çözücü bir mekanizma olmaktan çıkmış olan uluslararası sistem çatırdıyor.
Çok güçlü olduğu sanılan kurumlar hatta iktidarlar iki ay içinde havlu attı. Öyle ki izolasyon yani kaçıp saklanma dışında hiçbir savunma hattımız yok. Şehirler hayalet mekanlara döndü.
Çağımızın vazgeçilmesi denen özgürlüğümüzü, alışkanlıklarımızı, geleneklerimizi, hatta dostluk ilişkilerimizi bizzat kendimiz askıya aldık. Üç ay önce yaptığımız bütün planlar, programlar, hedefler, hayaller çöpe gitti.
COVID-19 küresel salgını, yüzyıllardır Batı’nın tekelinde olan güç ve nüfuzun Doğu’ya kayışını hızlandıracak görünüyor. Avrupa ve Amerika’nın gelişigüzel tepkisi Batı ‘marka’sının havasını söndürdü. Bu felakete karşı Güney Kore ve Singapur ölçeğinde tepki veremediler. Yetersiz planlama ve beceriksiz liderliğin bir araya gelmesi insanlığı yeni ve endişe verici bir yola soktu; daha az müreffeh ve daha küçülmüş bir dünya.
Küreselleşme politikaları ülkelerin kendi ihtiyaçları için başka ülkelerde üretim yapma konusunda isteksizlikleriyle ciddi bir darbe alacaktır. Artık 21. yüzyılın egemen devletlerinin çıkarları için tanımlanan ‘karşılıklı fayda sağlayan küreselleşme’ fikrine inanılması pek muhtemel görünmüyor.”